Flaşbellek filmiyle Esed zulmünü perdeye aktaran Yönetmen Derviş Zaim, Sednaya Hapishanesi'ndeki korkunç görüntüler sonrasında, yaptığı filmin kıymetini bir kez daha anladığını söyledi. Zaim, "Sinemanın bir görevi de şahitlik etmektir" dedi.
Türk sineması olsun, uluslararası sinema olsun Suriye savaşı dendiği zaman daha çok Suriyeli göçmenlerin ülkelerinden kaçma süreçleri içinde başlarına gelenleri ele alıyor, bu eksende ilerliyordu. Flaşbellek filmi Suriye’de neler olup bittiğini ele alıp oradaki zulmü ekrana yansıtmaya çalıştı. Esed rejimi iç savaşın başından itibaren kendi halkına karşı Doğu Guta’da, Han Şeyhun’da, Duma’da kimyasal saldırı girişimlerinde bulunmuş, korkunç ötesi bir sindirme ağı ve hapishaneler kurmuş, zalim bir rejimdi. Bu kadar zalimleşebilen bir rejimin yol açtığı tahribatı, her türlü güçlüğe rağmen sinema ekranına taşıyıp, ‘zamanında’ teşhir etmeye giriştiğim için memnunum.
SİNEMANIN BİR GÖREVİ DE ŞAHİTLİK ETMEKTİR
Rejimin muhalifleri doldurduğu Sednaya Hapishanesi’nin pisliği son birkaç gündür ortaya çıkmaya başlayınca, yaptığım filmin kıymetini bir kere daha sezdim. Filmde Sednaya Hapishanesi konu edilmiyordu ama Esed’in muhalifleri sorguladığı ve imha ettiği merkezlerden biri ele alınıyordu. Bu tip merkezlerde işkence, tecavüz ve imhanın insanı dehşete düşürecek şekilleri yaşanmıştı. İnsan hangi düşünceye, politik inanca, dini eğilime sahip olursa olsun, insan olarak, bu tip merkezlerde işlenmiş suçlardan utanmıyorsa insanlığını kaybetmiş demektir. Birkaç gün önce içine girilen ve yeni yeni korkunç suçlarından haberdar olduğumuz Sednaya Hapishanesi’nde, cesetlerin yer kaplamaması için preslendiğine, insanların yıllarca güneş görmeden pislik içinde kalmaktan dolayı aklını kaçırdığına şahit olduk ki, izlediklerimiz yenir yutulur şeyler değildi. Sinemanın görevi eğlendirmek, hikâye anlatmak olabilir, ama bir başka görevi de şahitlik etmektir.
OĞULLARININ MEZARINI BIRAKMAK İSTEMEDİLER
Filmdeki verilere bakarak onların ortalık sakinleştikten sonra ülkelerine geri dönebilme ihtimalleri bulunabileceğini zannediyorum. Her iki karakter de Suriye’deki hayat dayanılmaz olunca Türkiye’ye göç etmenin, yabancı bir yerde göçmen olarak yaşamanın olumsuz tarafları üzerinde epey düşünmüştü. Oğullarının mezarını bırakıp başka yere göçmek istemiyorlardı. Evlerinden ayrılacakları gün avluyu son kez gördükleri zaman içleri hüzün kaplamıştı. Filmin adı olan Flaşbellek zaten hafızaya alma, var olanı koruma, muhafaza etme anlamlarını çağrıştırıyor ki bu çağrışımlar zinciri karakterlerin eskiden yaşadıkları hayatla olan bağlarına da işaret edebilir diye düşünüyorum. Sanırım geri dönmek isterlerdi.
KONUŞMAK HİKÂYE ANLATABİLMEK DEMEKTİR
Film, insanın kendi hikâyesini kurması, kendi sesine sahip olması gerektiğinin altını çiziyor. İnsanın kendi sesini bulması, o sesi kullanıp hikâyesini inşa etmesi kolay olmayabilir. Muhtemelen bu iletişim kurma çabası geçmişten gelerek devam eden, gelecekte de devam ettirilmesi gereken az ya da çok bir sürece yayılması şart olan bir çabayı gerektirir. Bu nedenden dolayı Ahmet konuşmaya başlasa bile, hangi hikâyenin parçası olduğunu ve hikâyesini anlatmak için gereken dilin, uygun sesin ne olabileceğini düşünmeye devam etmelidir.
Bilmediğim ötekini çekmek isterim
Flaşbellek’in devam filmini çekmek gibi bir niyetim şimdilik yok. Ama ileride böyle bir niyet olursa veya başka bir bağlamda farklı bir toplumsal sorunu ele alırsam, o konunun insanın gölgesi üzerine fikir yoracağım bir imkânı bana getirebilmesini isterim. Mesela bilmediğim öteki ile nasıl ilişki kuracağım? Bilmediğim ötekinin, tanımlayabildiğim ve tanımlayamayacağım iki boyutu bulunabilir.