Temmuz 2006 yılında İsrail-Hizbullah savaşında Hizbullah'ın zafer elde etmesi tüm İslam aleminde büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Türkiye'nin de aralarında olduğu birçok ülkede Hizbullah'a destek yürüyüşleri düzenlenmişti. Ancak savaşın yıldönümünde; o günlerden bu yana Hizbullah algısının değiştiği yönünde iddialar var. Can güvenliği olmadığı için Lübnan'dan ayrılıp İstanbul'a gelen siyasi aktivist ve Lübnan'da sünni akımın genel sekreter yardımcısı Rebea El-Haddad, Hizbullah'ın ülkesinde Sünniler'e baskı uyguladığını söylüyor. Haddad, özellikle Suriye savaşından bu yana ülkeden yaşayan Sünniler'in büyük trajediler yaşadığını ifade ediyor. Hapishanede sadece Sünni olduğu için işkenceye maruz kalan, işkence altında öldürülen insanların sesini Türkiye'den tüm dünyaya duyurmak istiyor.
Lübnan'da Nisan 2014'ten beri cumhurbaşkanlığı seçimi krizi var. Bunun en büyük sorumlusu Hizbullah'tır. Temsilciler meclisiyle ve silahlı milisleriyle ülkede kendilerine ait bir egemenlik kurdular. Lübnan'da devlet yönetimi askıya alındı ve Hizbullah Sünniler üzerinde istediği gibi baskı kurabiliyor. Biz Hizbullah'ı, Allah'ın değil İran'ın hizbi olarak değerlendiriyoruz ve Hizb İran olarak adlandırıyoruz. Çünkü Hizbullah politik ve ideolojik angajmanın yanı sıra finansal desteğini de İran'dan alıyor.
Lübnan'da Sünniler çoğunlukta diyemeyiz. Ancak pek çok azınlık grup arasında Sünniler en büyük etnik grup diyebiliriz. Şöyle bir sorun var; Sünni kimliğinle yaptığın her girişim mezhepçi olarak algılanıyor. Şiiler Şii, Hristiyanlar Hristiyan, Dürziler Dürzi kimlikleriyle kendilerini ifade edip hak talep edebiliyorlar ve bu mezhepçilik olarak algılanmıyor.
Lübnan'da ta en başından beri devlet anayasası sömürgeci güçler tarafından mezheplere göre düzenlenmiştir. Tabi ki bu anayasada yazılı bir madde olarak yer almıyor. Ancak devletin tüm uygulamaları mezheplere göre yapılıyor. Mesela anayasada cumhurbaşkanı Hristiyan ve Maruni cemaatinden olacak diye bir madde yok. Ancak bu özellikleri taşıyanlar Cumhurbaşkanı olabiliyor. Örneğin Temsilciler Meclisi Başkan Şii Müslüman olmalı denmiyor fakat uygulama bu yönde gerçekleşiyor. Ülkede tüm yönetim, her şey mezheplere göre belirlenirken sadece Sünniler mezhepçilik nedeniyle mağdur ediliyor.
Lübnan'daki Sünni mahkûmların sorunu yeni bir mesele değil. Uzun yıllardır devam eden baskınlar ve tutuklamalar var. Bizim görüştüğümüz tüm mahkûmlar işkence ve aşağılamaya maruz kaldıklarını söylüyorlar. Bu işkenceler bireylere yönelik değil sistematik olarak Sünnilere yönelik ve devlet eliyle gerçekleştiriliyor. Uzun bir zamandır sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz. Sadece Sünniler yargılanmadan ve herhangi bir suçlama gösterilmeden yıllarca hapiste bekletiliyor. Eğer yargılansa sadece birkaç yıl ceza alabilecek insanlar arasında, sekiz yıldır davasını bekleyenler var. Yayınlanan görüntülerde yer alan mahkumlardan Darül Fetva mensubu alim Ömer el Atraş kardeşimizin sorgulaması sona ermişti ve cezaevine gitmesi gerekiyordu. Ancak onu alıkoydular. Her gün işkence yaptılar. Somut bir delilleri yok. Sünniler'e yönelik yapılan tüm suçlamaların kökünde Hizbullah'ın Suriye'de yaptıklarına karşı çıkmaları yatmaktadır. Lübnan'da hapishanelerde işkence altında öldürülen kardeşlerimiz var.
Şeyh Nadir Beyyumi ordunun istihbaratı tarafından Sayda kentinde katledildi. İsmail Hatip işkence altında öldürüldü. Eşi ve kız kardeşi cesedini teslim aldıklarında vücudundaki işkence izlerine şahit oldular. Bütün bunlar kendini demokratik, medeni ve şarkın İsviçre'si olarak tanıtan ülkede yaşanıyor.
Başta da söylediğim gibi ülkede Hizbullah'ın egemenliği hakim. Biz bu skandalın görüntülerin tüm insan hakları örgütlerine, gazetecilere servis ettik. Ancak bütün çabalarımıza rağmen herhangi bir adım atılmadı. Böyle büyük bir skandalın ardından geçtiğimiz hafta İçişleri Bakanı bir iftar programında Sünniler'e yapılan işkencelerden dolayı özür diledi. Halbuki istifa etmesi gerekiyordu. Ben bu özrü bir hakaret olarak algılıyorum. Çünkü tüm bu işkenceler onun sorumluluğu ve bilgisi altında gerçekleştirildi.
Hizbullah ve İran geçmişte ve günümüzde pek çok katliamın sorumlusu olan cani Esad rejimi ile işbirliği içinde olduğu biliniyor. Her gün yayınlanan video ve ses kayıtlarıyla Hizbullah'ın Suriye'de yaptığı katliamlara şahit oluyoruz. Üstelik tüm bunları direniş ve cihad adına yaptıklarını iddia ediyorlar. Onlara ait tüm ekipman ve araçlar Lübnan ordusu kontrol noktalarından rahatlıkla Suriye'ye geçebiliyor. Binlerce savaşçıdan, füzelerden, ağır silahlardan ve kamyonlardan bahsediyoruz. Lübnan emniyet güçlerinin haberi olmadan bu geçişlerin gerçekleşmesi mümkün değil. Suriye ordusu tamamen bitti, kendini savunacak bir gücü yok. Şimdi Suriye'ye vekaleten Hizbullah savaşı sürdürüyor. Afganistan, Pakistan ve dünyanın pek çok yerinden gelen Şii savaşçılar sözde mukaddes değerlerini korumak adına Müslümanları katlediyor. Fakat Lübnan'da yaşayan bir Sünni, Suriye'de yaşayan akrabasını korumak adına savaşa gittiğinde terörist oluyor.
Hasan Nasrallah defalarca Lübnan'ın içerisindeki halka asla silah doğrultulmayacak dedi. Lübnan'da uzlaşma tehdit altında olduğundan doğrudan Beyrut işgal edildi ve insanlar katledildi. Ancak bu silahların sadece Filistin ve Aksa'nın kurtuluşu için olduğu söylendi. Bu tamamen büyük bir yalandı. Son Gazze savaşında Filistin'e bombalar yağarken Hizbullah İsrail'e yönelik tek bir füze bile atmadı. 2006 savaşında Hizbullah Lübnan'ın gururu, Siyonist güçlerin karşısında duran Arapların kahramanı olarak görüldü. Ancak savaşın sonuçlarına bakarsak sonuç hiç de İsrail'in aleyhine gerçekleşmedi. Biz Müslümanlar Siyonist varlığın, Arap ülkelerinde gerçekleştirdikleri dehşet, yenilgi ve aşağılamaların acısını çok tattık. Siyonist varlığın karşısına çıkan her askeri gücü kahraman olarak görüyoruz. Bu yüzden savaşta kimse gerçekleri idrak edemedi. Kimse savaşın gizli mezhep boyutunu göremedi.
Biz Lübnan'daki Sünniler Suriye devrimi başarıya ulaşırsa başarıya ulaşmış ve onlar kurtulunca da biz de kurtulmuş, özgürlüğümüzü kazanmış olacağız. Suriyelilerin şerefini koruma hakları var ve biz onlara her zaman destek olacağız. Hiç şüphe yok ki Suriye'de devrim başarıyla sonuçlanıp, adaletli ve merhametli bir düzen gelirse o bölgedeki ülkelere de huzur gelecektir.
Sünnilerin davası ümmetin ortak davasıdır. Türkiye ile pek çok ortak yönümüz var. Din kardeşliği ve Allah tarafından bahşedilen bir sevgi var aramızda. Açık bir şekilde görüyoruz ki Türkiye'nin mültecilere yaptığı hizmetler, Ürdün ve Lübnan'dan çok daha fazla. Üstelik Türkiye'de mülteciler kendilerini gurbette hissetmiyorlar. Türkiye hem siyasi yönden hem de mülteciler açısından önemli bir rol oynuyor. Ben ve birçok Lübnanlı kardeşim Türkiye'ye bizlere kucak açtığı için minnet ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. Türkiye'deki siyasi istikrarın ümmet adına devam etmesini temenni ediyoruz.