Fatih’in İslâm dininin ve kültürünün en önemli kaynaklarını Saray Kütüphanesi’ne kazandırmak için büyük gayret sarf ettiğini söyleyen Prof. Dr. İsmail Erünsal, bu büyük hükümdarın fethettiği Yunan-Roma medeniyetinin merkezinin geleneksel kültürünü de reddetmediğini Bilakis bundan yararlanmaya çalıştığını belirtiyor.
Osmanlılarda kitap kültürü ve kütüphanelerin tarihi deyince akla gelen isim Prof. Dr. İsmail Erünsal. Son yıllarda ard arda yayınladığı “Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar”, “Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik” ve “Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane” adlı eserleri kültür tarihimizde önemli bir boşluğu doldurdu. Biz de Osmanlı padişahlarının kitaplarla ilişkisi ve kütüphaneleri üzerine konuşmak için Prof. Erünsal’ın kapısını çaldık. Yoğun mesaisi arasında bizi kırmadı ve işte ortaya hem bilgi yüklü hem de keyifli bu sohbet çıktı.
Kuruluş dönemi hükümdarlarından Osman Gazi, Orhan Gazi, I. Murad ve Yıldırım Bayezid’in hangi kitapları okudukları ya da ne tür kitaplara ilgi duyduklarına dair bir belge yok elimizde maalesef. Osmanlıların ilk dönemlerinde daha ilmî kurumların tam olarak kurulmadığı bir devirde kitap ve kütüphanelerden bahsetmek de çok mümkün değil. Ancak II. Murad dönemine geldiğimizde siyasî birliğin sağlanması ve Edirne’nin başkent oluşuyla birlikte kültür hayatı da hareketleniyor. Onun Manisa Sarayı’nda bir kütüphane kurduğu biliniyor.
Evet. Tabii bu işlerde onun kişiliği çok önemli bir rol oynuyor. Evvela şunu tespit edelim: Fatih çok iyi bir eğitim alıyor, genç yaşta Doğu ve Batı kültürüne nüfuz edebilecek önemli bir birikimine sahip. Bir divan oluşturacak kadar şiir yazıyor, İslâm kültürüne hâkim. Diğer yandan eski Yunan ve Roma’nın kültür mirasıyla da yakından alakalı. Buna ek olarak da görsel sanatlarla da ilgileniyor.
Fatih, şehzadeliğinde Manisa’da oluşturduğu kitapları Edirne Sarayı’na götürüyor. Fetihten sonra Beyazıt’ta, Eski Saray’ın inşa edilmesiyle buraya naklediyor. Daha sonra da Yeni Saray’a, yani bugünkü Topkapı Sarayı’na taşınıyor. Yani bugün orada muhafaza edilen muazzam kütüphanenin temellerini o atıyor.
Fatih, İslâm dininin ve kültürünün en önemli kaynaklarını Saray Kütüphanesi’ne kazandırmak için büyük gayret sarf ediyor. Ama bunun yanında fethettiği Yunan-Roma medeniyetinin merkezinin geleneksel kültürünü de reddetmiyor. Bilakis bundan yararlanmaya çalışıyor. Doğal olarak kütüphanesini de buna göre şekillendiriyor. Devrin kaynakları Fatih’in Arapça ve Farsça yanında Grekçe, Latince ve İtalyanca bildiğini naklediyor. Topkapı Sarayı’nda kurduğu kütüphanede de İslâmî yazmalar dışında Grekçe, Latince, Ermenice, Süryanice, İtalyanca ve İbranice yazılmış yazma eserleri görebiliyoruz.
Bunların bir kısmı muhtemelen Bizans’tan kalmış. Büyük bir kısmını ise Fatih, kopya ettirme, tercüme ve satın alma yoluyla Saray Kütüphanesi’ne dâhil ediyor. Mesela fetihten sonra şehirdeki durumu rapor etmesi için İstanbul’a gönderilen Papalık görevlisi Sagundino, Saray’daki iki doktorun Fatih’e Latince ve Grekçe eserler okuduğunu yazıyor. Yine özellikle kendisi için bir model olarak gördüğü Büyük İskender’in hayatına ve eski Yunan tarihine de meraklıydı Fatih. Her gün Flavius Arrianus’un “Anabasis of Alexander the Great” adlı eserini okutturuyordu. Midilli seferinde, Truva’yı ziyaretinden sonra Saray Kütüphanesi için “İlyadaDestanı”nın bir nüshasını hazırlatıyor. Coğrafya ve haritaya da meraklı biri. Kütüphanesinde İskenderiyeli astronom ve matematikçi Batlamyus’un “Kitabu’l-Coğrafya”sının (GeographikeHiphegesis) nüshaları vardı. Bu eseri, Grekçe’den Arapça’ya tercüme ettiriyor. Ayrıca bu eserdeki haritaları esas alan bir dünya haritası da yaptırıyor.
II. Bayezid’ın emriyle 1502’de düzenlenmiş olan bir katalog var. Bu kataloğun Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1552’de hazırlanan nüshasında 5.700 cilt içinde 7.200 eserin künyelerini biliyoruz. Bu sayıya bakarak Fatih döneminde de saray kütüphanesinin oldukça zengin olduğunu düşünebiliriz. Bu katalogda Arapça, Farsça ve Türkçe eserler yanında benim tespit ettiğim Doğu Türkçesiyle yazılmış pek çok eser de var. Sarayda ve saray çevresinde Fatih’ten başlayarak Çağatayca yazılmış eserlerle ilgili bir merak oluştuğunu görüyoruz. Ayrıca yine bu kataloğa göre, o dönemde “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ün bir nüshası sarayda bulunuyormuş.
Hocam söz Fatih’e gelmişken Prof. Dr. Celal Şengör’ün Fatih’in kütüphanesine dair bir yazısında dikkatimi çeken bazı iddiaları var. Şengör, Fatih’in, Hıristiyanlıkla ilgili merak ettiği konularda Bizans soylularından GeorgiosAmirutzes ile tartışmasını veAmirutzes’in bu konudaki görüşlerini bir risâle halinde Fatih’e sunmasını, yine Fatih’in Rum Ortodoks Patriklik makamına atadığı Gennadios’a Hıristiyanlığın esaslarını içeren bir risale yazdırtmasını sanki onun başka inançlara meyilli olduğuna bir delilmiş gibi gösteriyor. Bu konudaki kanaatinizi merak ediyorum…
Fatih’in bu tür konulara bir entelektüel olarak ilgisi var. Ancak bu ilgi, bazı Rönesans dönemi yazarlarına onun din konusunda bir arayış içinde olduğu zannını vermiştir. Bu yüzden bu dönemde kaleme alınan bazı eserlere baktığımızda Fatih’in dini duygu ve düşünceleriyle ilgili herhangi bir mesnedi olmayan pek çok görüş olduğunu görürüz. Türklerin “infidel”, kâfir, dinsiz olarak nitelendirildiği bu tür eserlerde yer alan dinî konulardaki dedikoduları ciddiye almamak gerekir. Özellikle Celal Şengör’ün yaptığı gibi bu anlamdaki birtakım lakırdıları kaynak tenkidi ve metot süzgecinden geçirmeden ciddiye alıp, gerçekmiş gibi nakletmek ve Fatih'in dinî inanış ve davranışlarıyla ilgili töhmette bulunmak bilimsellikten uzak ve meşrebe uygun yargılama yapmaktan başka bir şey değildir. Şunu da eklemek isterim: Fatih, İslâm dünyasının klâsik ilim mirasını ve birikimini bu geleneğe mensup Hocazade Müslihiddin, Molla Güranî, Siraceddin Halebî gibi büyük âlimlerden tahsil etmiş, çeşitli İslâmî ilimlerle ilgili kitapları okumuştu.
Şengör, ikinci iddiasını Raşid Tarihi’ne dayandırarak 18. yüzyılın başında Saray’daki kıymetli kitapların “toz, güve ve kurtlar” tarafından feci bir hale sokulduğunu ve “kullanılamaz durumda” olduğunu belirtiyor. Ayrıca III. Murad’ın değerli kitapları altın ve gümüş elde etmek için darphâneye göndermiş olabileceğini de söylüyor. Bunlar tarihî gerçeklerle ne kadar bağdaşıyor?
Şimdi tespit edebildiğimiz kadarıyla Saray'daki Fatih’e ait kitaplar, bazı kayıplara uğramalarına rağmen günümüze kadar oldukça iyi bir şekilde muhafaza edilerek gelmiştir. Eğer Raşid Efendi’nin tespitleri doğru olsaydı bu kütüphaneden günümüze ulaşan kitapların “kullanılmaz durumda” olmaları gerekirdi. Oysa böyle bir şey yok. Günümüzde Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ni kullananlar, buradaki kitapların nasıl büyük bir özenle korunmuş olduğunu da görürler. Diğer iddiası da tarihî gerçeklere ters: Çünkü III. Murad, kitaba düşkünlüğüyle bilinen bir padişah. Saltanatı döneminde, Saray atölyelerinde çok sayıda tezhipli, minyatürlü eser hazırlanmıştır ve bu eserlere dair yapılan masraflar arşivde kayıtlıdır.
II. Bayezid’in Fatih’in kurduğu kütüphaneyi, kendisine hediye edilen ve adına yazılan kitaplarla daha da zenginleştirdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca II. Bayezid’in oğlu Şehzade Korkut da babası gibi kitap meraklısı biri, aynı zamanda âlim ve şair. Manisa Kalesi’nde büyük bir kütüphane kuruyor. Topkapı Sarayı’nda Şehzade Korkut’a ait kitapların bulunması, bu koleksiyonun da onun vefatından sonra Saray’a intikal ettiğini gösteriyor. Yukarıda bahsettim:Günümüze ulaşabilen saray kütüphanesinin en eski tarihli müstakil kataloğunu da II. Bayezid’e borçluyuz.
Sizin de dediğiniz gibi neredeyse bütün zamanını seferlerde geçiriyor. Ancak bunun kütüphaneye şöyle bir faydası oluyor: Suriye, Mısır gibi yeni fethedilen ülkelerde, hükümdarlara ait büyük ve değerli koleksiyonlar doğrudan Topkapı Sarayı’na intikal etmiştir. Burada şunu vurgulayayım: Osmanlılar, fethedilen topraklardaki mevcut vakıf kütüphanelerine asla el sürmemiş, fethedilen bölgelerdeki beylerin ve hükümdarların özel kütüphanelerini “ganimet” olarak almışlardır. Yine bu dönemde sahiplerinin ölümüyle dağılan özel kütüphanelerden temin edilen kitaplarla sarayda büyük bir koleksiyon oluşmuştur. Mesela Müeyyedzade adlı âlimin vefatından sonra onun kütüphanesindeki değerli bazı kitaplar Yavuz’un emriyle saraya alınmıştır. Ayrıca Selim’in Mısır Seferi sırasında kitap toplamaya çalıştığını gösteren vesikalar da var.
III. Ahmed dönemine gelene kadar sarayda binlerce kitap birikmişti. III. Ahmed de sarayın değişik bölümleriyle hazinedeki kitapların kullanılması ve korunması için daha önce yapılan düzenlemeleri yeterli görmüyor. Maksadı bu kitapların büyük bir bölümünü Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı müstakil kütüphanede bir araya getirmek. Bunun için yaptırdığı kütüphane binası da kısa sürede inşa edilerek 23 Kasım 1719’da büyük bir merasimle açılmıştır.
Evet, sarayda yeni koleksiyonlar oluşturan bazı padişahlar var. Mesela I. Mahmud, III. Osman ve III. Mustafa’nın vakfı olan kitaplar Hasoda Kütüphanesi, I. Abdülhamid ve III. Selim’in vakfettikleri de Bağdad Köşkü Kütüphanesi olarak anılıyor. Bunlardan ayrı olarak sarayda, çalışanların eğitimi için derlenmiş küçük koleksiyonlar da vardı. Mesela III. Mustafa saraydaki Bostancılar Ocağı’nda bir kütüphane kurmuştu. III. Ahmed döneminin ardından bana göre kitap ve kütüphaneye karşı özel bir ilgisi bulunan I. Mahmud’un saltanat dönemini vakıf kütüphanelerinin altın çağı olarak adlandırabiliriz. Zira bu dönemde I. Mahmud Ayasofya, Fatih ve Galatasaray gibi üç büyük kütüphaneyi açmakla kalmamış, imparatorluğun en uzak bölgelerindeki kalelerde bile kütüphaneler kurmuştur.
Sultan II. Abdülhamid dönemi Osmanlı’da bilhassa modern eğitim kurumların çok hızlı bir şekilde yaygınlaştığı, bir yandan da geleneksel usûlün devam ettiği bir dönem. Abdülhamid’in bilinçli olarak uyguladığı bu politikayı kütüphanecilik sahasında da görüyoruz. Bir yandan vakıf kütüphanelerinin ıslahı için çalışmalar yapılırken, diğer yandan modern yüksek okullarda, hastane ve müze gibi kurumlarda çoğunlukla yabancı dilde eserlerden oluşan kütüphaneler kurulmasını sağlamıştır.