Tiyatro, her daim edebiyattan beslenmiş. Enerjisi, kolektifliği ve seyirci etkileşimi bir edebiyatçının derinlikli anlatımıyla birleşince de muazzam oyunlar ortaya çıkmış. Bunun en güzel örneklerini ise Cumhuriyet dönemi kuşağında görüyoruz. O yıllarda edebiyatçılar arasında tiyatro oyun yazarlığının önemli bir yere sahip oluşu, en etkili kalemleri tiyatroya yöneltmiş. Cumhuriyet döneminin gerçeklerine bağlı kalan yazar ve şairler biçimden çok öze yönelerek kültür, töre, âdet, ahlâk, din ve ekonomi gibi konulara farklı bakış açıları getiren eserler ortaya koymuşlar. Bu doğrultuda tiyatro oyunu kaleme alan çok sayıda edebiyatçı var. Biz de öne çıkanları şöyle sıralayalım. Dönemin en üretken ismi olan Reşat Nuri, romanlarda ele aldığı konuları tiyatro eserlerinde de işlemiş. Hançer, Gazeteci Düşmanı, İstiklal ve Tanrıdağı Ziyafeti gibi çok sayıda oyun yazmış. Şair ve yazar kimliğinin yanında halk tiyatrosu incelemeleri ile tanınan Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı tüm oyunlar sahnelenmiş. Nazım Hikmet; Muhsin Ertuğrul’un başrolünde oynadığı ilk tiyatro eseri olan Kafatası’nda bir bilim adamının sosyal yalnızlığını ele almış. Necip Fazıl, ilk eseri Tohum‘dan sonra Bir Adam Yaratmak, Para gibi oyunlar yayınlamış. 1964’te Ahşap Konak’tan sonra Siyah Pelerinli Adam, Yunus Emre, Kanlı Sarık ile devam etmiş. Romancı kimliğinin yanında yazdığı oyunlarla da ses getiren Tarık Buğra‘nın; Ayakta Durmak İstiyorum, İbiş’in Rüyası kaleme aldığı eserler arasında gösterebiliriz. 60’lı yıllara geldiğimizde ise Oktay Rifat, Melih Cevdet, Turgut Özakman, Nezihe Meriç gibi yazarların oyunları sahnelenmiş. 70’lerde pek çok edebiyatçı politik tiyatro alanında eserler vermiş. Orhan Asena, Necati Cumalı, Turan Oflazoğlu ve Aziz Nesin bunlardan birkaçı. 80 sonrasında yazar ve şairler tiyatro oyunu yazmaktan uzaklaşmaya başlamışlar. Günümüze gelindiğinde ise artık edebiyatçıların tiyatro oyunlarından elini çektiğini görüyoruz. Biz de geçtiğimiz günlerde tartışmalara neden olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın yeni sezonda Necip Fazıl, Mustafa Kutlu ve İskender Pala gibi edebiyatçıların kaleme aldığı eserleri repertuardan çıkarmasının ardından, bu dosyayı hazırlamaya karar verdik. Yazar ve şairlere tiyatro oyun yazarlığının edebiyatçılar için cazibesini neden yitirdiğini sorduk. Radyo oyunları dahil çok sayıda oyun kaleme alan usta yazar Adalet Ağaoğlu, yazdığı oyunlara karşı ilgisizliği, Sabahat Emir ekiplerin tavrını, Nazlı Eray tiyatrolara önem verilmeyişi eleştirdi. Selim İleri ise kaleme aldığı oyunlardan sadece ikisi sahnelendiği için hevesinin kalmadığını belirtti. Beşir Ayvazoğlu tiyatrolara hakim olan zihniyetin özellikle muhafazâkarları oyun yazmaktan uzaklaştırdığının altını çizdi. Cahit Koytak senaryonun daha cazip hâle eldiğini belirtti. Feridun Andaç, günümüz yazarının merakının az olmasına işaret etti. Ayla Kutlu, iyi bir şair, yazar ya da öykücünün iyi bir tiyatro oyunu yazamayacağına inandığını söyledi. Necip Tosun ise yerli tiyatro eseri yeterince yoksa orada bir tiyatro atmosferinden söz edilemeyeceğine vurgu yaptı.
Ben çok sayıda tiyatro oyunu kaleme aldım. Sadece sahne değil, radyo oyunları da yazdım. Beni oyun yazmaya Muhsin Ertuğrul teşvik etti. Evcilik Oyunu’nu, ilk oynatan Muhsin Ertuğrul hocamdır. Sürekli yeniden yaz derdi ve bu beni çok cesaretlendirirdi. Onun döneminde yazdığım oyunlar, hem şehir tiyatrolarında hem devlet tiyatrolarında oynandı. Fakat Muhsin Ertuğrul aramızdan ayrıldıktan sonra benim tiyatro oyun yazarlığım da bitti. “Çatıdaki Çatlak” yeniden sahnelenirken yasak kondu. Oyunlarım yasaklanınca ben de roman yazmaya yöneldim. Çünkü tiyatro oyunu ancak sahnelendiği zaman var olur. Kimse bir oyunu eline alıp okumaz. Açıkçası oyuncular bile sadece kendi rollerini okurlar. Benim bütün oyunlarım yayınlandığı halde şimdi hiçbir tiyatroda sahnelenmiyor. Devlet tiyatrosuna başvurdum ve kabul edilmiş oyunumu neden sahnelemediklerini sordum. Onlar bana geçerli bir açıklama yapamadılar. Olayın bir de somut boyutu var. Yazdığınız oyun sahnelenir ise telif alabilirsiniz. Kendi adıma konuşmam gerekir ise yazarlıktan başka bir iş yapmıyorum. Bu anlamda oyun yazarının hayatını idame ettirmesi için para kazanması lazım. Tiyatro oyunların oynanması geçinmek için de şart. Diğer yandan özel tiyatrolar geniş kadro besleyemezler. Günümüzde Genco Erkal , Ali Poyrazoğlu, Müjdat Gezen, Ferhan Şensoy ve Yıldız Kenter gibi isimler ayakta duruyorlar. Yetenekleri olmasa onlar da kapatırlar. Özel tiyatrolar seyirci gelmezse kadrosuna maaş veremez. Bunun için Kültür Bakanlığı’na iş düşüyor. Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda yerli oyunların oynanması için çaba harcamalılar.
Yazar tek bir türde yazan kişi değildir benim gözümde. Eğer bir müzik enstrümanı çalabiliyorsanız, ondan bütün sesleri çıkarabilirsiniz. Yazıda da bu böyledir benim gözümde. Bunu da ilgi/merak/yoğunlaşma ve tutkuya bağlarım. Eğer bu yanlarınızı geliştirmişseniz, yönelimleriniz sizi yazıda da yeni yeni türlerde yazmaya yöneltir. Bir konuşmamızda Melih Cevdet Anday anlatmıştı: “Bazı türler vardır ki insan/yaşam gerçeğini yalnızca bunlarla dile getirebilirsiniz. Benim oyun yazma düşüncem de böyle böyle oluşmuştu. Hatta romanlarıma da öyle yazdım…” Sıklıkla olmasa da ara ara oyun izlemeye giderim, ama oyun metinlerini daha çok okurum. Örneğin; Duşan Kovaçeviç, Edward Bond’un oyunlarını okurken dünyanın ağrısını hissetmek bende oyun yazma duygusunu körüklemiştir hep. Hatta bunlara Marina Car’ı, Eric-Emmanuel Schmitt ile bizim Mehmet Baydur oyunlarını okumamı da ekleyebilirim. Oturup “Çağanozlar” adını verdiğim bir oyunu yazmam, tümüyle bu okumalardandır. Tabii ki Çehov’u sürekli okuyup izlememin de etkisi var. Bunları şunun için dile getiriyorum; eğer izler/okur, merak ederseniz yazarsınız aslında. Şunu söylemek isterim; günümüz yazarı bu tür yönelmelere pek açık değil. Tek hat üzerinde gitmekten, orada kendine yol açıp vitrinde olmaktan yana. Ben bunu biraz da entelektüel hayatımızın kısırlığına, deyim yerindeyse çölleşmesine veririm. Derin bir kopuşu yaşıyoruz. Yalnızca bilişim çağının etkileşim ağına yansıyanlarla ilgiliyiz. Oysa insan insana giderek, izleyip öğrenerek bu etkileşimi sağlayarak yeni üretimlere yönelebilir. Sözünü ettiğiniz dönem yazarlarının, böylesi bir etkileşimi/yakınlığı olduğunu düşünürüm. Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal konservatuvar hocalığı yaparken bu yakın duruşu eminim ki hissettikleri için oyun yazmaya da öncelik vermişlerdir.
Tiyatronun bütün dünyada gerilere itilmiş olması, tiyatro oyunu yazmayı düşünmeye engel olan ilk faktördür. Sinema ve televizyondaki dramatik yapımlar ile beraber tiyatro eski cazibesini yitirdi. Eskiden her vilayette birkaç tane tiyatro vardı ve sayıları hızla azaldı. Bunun gibi sebeplerden dolayı eli kalem tutanlar, daha çok roman yazmaya yöneldi. Kişisel olarak geçmişte tiyatro oyunu yazma hevesim olduğunu söyleyebilirim. Şimdi ise vaktim olursa senaryo yazarım. Çünkü insanlar kitap okumuyor, tiyatroya gitmiyor. Televizyondaki dizileri izliyorlar ya da sinemaya gidiyorlar. İnsanlara görsel olarak ulaşmanın yolu, görüntülü eserlere dönüşen metinler üretmek ise senaryo yazmak daha akılca geliyor
Çoğu yazar gibi ben de sanatın her alanına ilgi duyuyorum. Bu doğrultuda tiyatro denemeleri yaptım. Şunu anladım: Tiyatro eseri yazmak isteyen kişinin tiyatro ekibinin içinde olması gerekiyor. Ancak ekipte yazarın olması istenmiyor ve yazar dışlanıyor. Çünkü herkes kendine göre bir yorum getirmek istiyor. Ortak bir çalışma olmadığı için hevesler de kırılıyor. Belki böyle olmasaydı, daha çok tiyatro yazarı yetişebilirdi. Ortak çalışma olması lazım. Bir eserin okuyucuya ulaşması çok zor. Hâkim kişi en son karar verecek kişidir, okuyucuya ulaşmayı sağlamak lazım.
Tiyatro eseri dar bir mekânda geçiyor. Bu dar mekân özellikle roman yazarlarına önceden yazılacak metnin bütün sınırlarını çizme zorunluluğu getiriyor. Oysa ben, her yazarın olabildiği kadar özgür hissetmesi gerektiği kanısındayım. Elbette tüm bunları kendi adıma söylüyorum. İyi bir şairin, iyi bir romancı olacağına inanmıyorum. Aynı zamanda iyi bir oyun yazarının iyi bir roman yazarı olacağına da inanmıyorum. Ekonomi alanında uzmanlaşırken, teknik konularda git gide ayrıntılara iniyor ve sahası daralmakla birlikte yoğunluğu artıyor ise aynı şeyin sanatta da olduğu kanısındayım.
Cumhuriyet sonrası kuşak edebiyata, sanata bir bütünlük içinde bakmış, neredeyse her alanda eserler vermiştir. “Tiyatro edebiyatı” bu dönemde bugünlerden çok daha değerlidir ve edebiyatçılar arasında başat türlerden biridir. Faruk Nafiz, Reşat Nuri, Ahmet Kutsi Tecer, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Oktay Rıfat, Necati Cumalı, Tarık Buğra, Aziz Nesin, Behçet Necatigil, Oğuz Atay, Murathan Mungan tiyatro eseri yazan edebiyatçılardan bazılarıdır. Benzer görüşteki Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil’in tiyatro eserleri kaleme almaları bir dönemdeki tiyatronun ve ondan beklentilerin önemini ortaya koyar. Necip Fazıl Kısakürek, şiirden öyküye, romandan tiyatroya, düşünce yazılarından tarih ve tasavvuf yazılarına kadar çeşitli tür ve alanda eserler vermiş bir edebiyatçı, düşünce adamıdır. Necip Fazıl’ın şiirden sonra en çok önem verdiği sanat yönelimi tiyatro olmuştur. “Sanat şekilleri içinde bence büyük keşif tiyatrodur” diyen Necip Fazıl onu davasının bir parçası olarak görür: “Cemiyet yoğurucusu, fikirci ve aksiyoncu sanatkâr, o pınardan başka hiçbir kaynakta susuzluğunu gideremez.” Tiyatroya böyle önem veren Necip Fazıl pek çok tiyatro eseri yazar. Sezai Karakoç da Piyesler yazmıştır. Oyunlarını “diriliş” düşüncesini geliştirmek, derinleştirmek için yazan Karakoç, oyun konularını ve kahramanlarını hayatın içinden değil, düşüncesinden seçer. Karakoç tiyatroya bakışını şöyle izah eder: “Tiyatro’da, olsa olsa soyut tiyatro, İslâm tiyatrosunun kuruluşunda bir biçim örneği verilebilir. Muhtevaysa, daima ve mutlaka İslâm ruhuna ilişkin olmalı, işlenen realite, mutlaka kendi realitemiz olmalıdır. Şiir, resim, tiyatro, sinema, metafizik bir temele oturmalıdır.” Nuri Pakdil’i en iyi yansıtan ve onun önemsediği yanı oyun yazarlığıdır. Tiyatro, Pakdil için çok önemlidir. Çünkü orada düşüncenin eyleme dönüşmüş hâli vardır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide tiyatroyu şöyle değerlendirir: “Tiyatro, edebiyatın, başka bir anlatımla sözün (parole) eyleme dönüşmesidir. Ne şiirde, ne öyküde, ne romanda bulunmayan bir işlev yüklenmiştir oyuna. Bu da, oyunda anlatımın ancak eylemle olabileceği gerçeğine götürüyor bizi.” Nuri Pakdil, “Tanrı Tiyatroya Girecek” başlıklı yazısında, “oyun yazmak sanatların en zorudur, işlevi de en evrensel olanı. Bunu deneyeceğiz sürekli.” diyerek yolunu çizdikten sonra, “ülkelerin öldürmenlerini en çok tedirgin edecekler, o ülkenin yeni oyun yazarları olacaktır.” diyerek oyun yazarlığını niye seçtiğini de izah eder. Benim kuşağım sinema ve televizyona, bizden sonraki kuşak ise doğrudan ekranlara doğdu. Son dönem edebiyatçıların tiyatroya uzak durmalarını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Bizler öğrenciliğimizde elbette tiyatroya gidiyor, önemini biliyorduk. Ama benim kuşağımda tiyatro oyunu yazayım diye bir düşünce içerisinde kimseye tanıklık etmedim. Sanki gelişen sinema ve televizyon tiyatroya ilgiyi azaltmıştı. Kendi adıma konuşursam ben zaten öykü dışında hiçbir türde yazmayı düşünmedim. Tiyatro yazmanın ana amacı “sahneye konmak” olduğundan, bağımsız edebiyatçılar daha baştan kendilerini kısıtlamış hissediyor. Burada öncelik edebî tutuma değil, ticari beklentilere doğru kayıyor. Bu anlamda edebiyatçıların yazdığı kimi tiyatro eserlerinin oynanmaktan çok okunmaya müsait olması biraz da buradan kaynaklanıyor. Ülkemizde edebiyatçıların tiyatrodan çok televizyon dizilerine doğru kaydığını görüyoruz. Günümüzdeki tiyatronun en büyük sorunu yerli yazarların eksikliğidir. Türk tiyatrosu yabancı oyunların sergilendiği bir yer olmuştur. Kuşkusuz yabancı oyunlar da gerekli. Ama yerli tiyatro eseri yeterince yoksa orda bir tiyatro atmosferinden söz edilemez. Eğer bağımsız tiyatro yazarlarınız yoksa başvurulacak yer ise edebiyatçılardır. Ülkemizde tiyatro öncelikle yazarını aramaktadır.
İyi bir romancı, öykücü, şair aynı zamanda iyi bir tiyatro oyunu yazabilir. Oyun yazarlığı ise riskli ve aynı zamanda çok keyifli bir iştir. Ben şahsen oyun yazmayı seviyorum. Ancak yazarın, yönetmen ve oyuncularla birlikte hareket etmesi lazım. Ekip ile sağlıklı bir ilişki kurularsa pekâlâ çok güzel oyunlar çıkar. İtalya’da benim romanlarımdan çevrilen iki oyun 15 yıldır kapalı gişe oynuyor. “Monte Cristo” ve “Rüya Sokağı” adlı öykülerim sahnelendi. Şu anda yeni bir oyun yazıyorum ve yönetmen ile d temas halindeyim. Tiyatrolara gereken önem verilirse ve yazar oyunun sahneleneceğini bilirse, eminim çok fazla tiyatro oyunu yazmak isteyen olacağını düşünüyorum.
Gerek şehir tiyatroları, gerek devlet tiyatrolarında, yerli oyun yazarına dolayısıyla yerli oyunlara fazla ehemmiyet verilmiyor. Özellikle muhafazakâr yazarların oyunları katiyen repertuar kurullarından geçmediği için onlar büsbütün çekildi. Necip Fazıl, Tarık Buğra ve Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun oyunları var. Örneğin Muhsin Ertuğrul, Necip Fazıl’ın oyunlarını tereddüt göstermeden sahneye koyardı. Ancak daha sonraki dönemlerde, aynı oyunları tiyatrolara hâkim olan zihniyetin yaklaşımı yüzünden sahnelere sokmaz oldular. Aslına bakarsanız bu ilgisizlik genel olarak Türk yazarlarına ve Türk oyunlarına karşıydı. Devlet ve şehir tiyatrolarında oynanan oyunların yerli ve yabancı olarak karşılaştırması yapılırsa, yabancı oyunların ağırlıklı olduğu görülecektir. Türk yazarlar da doğal olarak sahnede oyunlarını görmeyince buna emek vermiyorlar. Tiyatro oyunu sahnelemek için yazılır. Bu konuda ustalık da yazarak gerçekleşir. Bir oyun yazarsınız, başarısız olursanız ikincisinde tecrübe kazanırsınız. Üçüncüsünde ise başarılı olursunuz. Elbette bunu yapmanız için motivasyon gerekiyor. Diğer taraftan, yazım bakımından başarısız bir oyunu yönetmen de pekâlâ başarılı bir oyun haline getirebilir. Özetlemek gerekirse, bu sorunun temelinde Türkiye’de tiyatroları yönetenlerin zihniyetinin payı var.
Cumhuriyet döneminde çoğu yazar ve şair tiyatro ile ilintili eserler vermiş. Tiyatro benim de çok sevdiğim bir sanat dalı. Açıkçası Türkiye’de yazarların neden oyun yazmadığı konusu üzerinde çok düşünmedim. Kendi açımdan uzak durma nedenim ise kırgın oluşumdur. Ben üç tane oyun kaleme aldım ve bunlardan ikisi sahnelendi. Biri “Allahaısmarladık Cumhuriyet” oyunu. Yıllar önce Sadri Alışık Tiyatrosu’nda oynandı ve aynı yıl hem Afife Jale, hem de Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri jürileri tarafından yılın en iyi oyunu seçilmişti. Diğeri ise Osmanlı’nın ilk kadın ressamı Mihri Müşfik’in hayatından hareketle şekillenen Mihri Müşfik: Ölü Bir Kelebek adlı oyun. Ölü Bir Kelebek’i Çolpan İlhan için yazmıştım. Ancak bu oyunların sahnelenmesi ve hayata geçmesi hiç kolay olmadı. Cahide / Ölüm ve Elmas adlı oyun ise hiç sahnelenmedi. Bu konuda girişimlerde bulundum ama hiçbiri sonuç vermedi. Sahnelenmeyecek ise oyun yazmanın da bir anlamı yok. Bu sebeple tiyatro oyunu yazmaktan uzak duruyorum.