
''Yazdıklarımızdan da yazmadıklarımızdan da sorumluyuz'' diyen Dilek Kartal, ''nasıl'' söylendiğinden çok ''ne'' söylendiği üzerinden şiire odaklanan genç bir şair. İlk kitabı Taşı Kim Atacak geçtiğimiz ay Dedalus Kitap''tan çıktı. Kartal, ''Taşı kim atacak başkalarından ziyade kendime yönelttiğim bir soru'' diyor.
''Taşı Kim Atacak'' bir ilk kitap. Hayırlı olsun diyelim. Kendi evrenselinizden toplumun evrenseline uzanan bir şiir yazıyorsunuz. Kendinizi epik şiirin neresinde görüyorsunuz ya da böyle bir tanımlamaya bakışınız nedir?
''Kendi evrenselinden toplumun evrenseline uzanan bir şiir…'' Açıkçası yazdığım ya da yazmaya çalıştığım şiirle ilgili daha önce hiç bu kelimelerle düşünmemiştim. Sorunuzda kastettiğiniz bireysel evrensellik, sanıyorum Allah''ın hepimize bahşettiği fıtrata denk düşebilir. Buradan yola çıkacak olursak; kendime bakınca bir anlamda bütün insanlara da bakmış oluyorum diyebilirim. En azından yapmaya çalıştığım bu. Uzak ya da yakın, bir şekilde şahit olduklarım ve şahit olduklarıma dair söylemek istediklerim var. Çoğu zaman kendime dair söyleyebileceklerim bile etrafımda olup bitenlerin bendeki etkisinden öteye geçmiyor.
Bir düşünsenize, neredeyse her gün yeni bir zulme, yeni bir acıya şahit oluyorsunuz; şiiriniz bundan bahsetmeyecekse neden bahsedecek? Tabii bu bence olması gereken… Bir başkası da aynı manzaraya bakarak hayal ettiği, olmasını dilediği güllük gülistanlık dünyanın resmini çizmeyi tercih edebilir. Mizaç meselesi. Epik şiire gelince; söylemek istediğim şeyin ne''liği büyük ölçüde nasıl''ını da belirliyor. İlle de epik ya da lirik şiir yazayım diye bir durum söz konusu değil. Elbette ki şiiri ''nasıl söylemeli''yi önemsiyorum, ama benim önceliğim ''ne söylediğim''de. Epik şiirle yollarımızın kesişmesi de genellikle görmek, duymak istemediğimiz bu acıları dile getirmeye çalışmamdan kaynaklanıyor olsa gerek.
Dediğiniz gibi , ''Olmasaydı Sonumuz Böyle'' sözleri, daha doğrusu şiiri Yusuf Hayaloğlu''na ait bir Ahmet Kaya şarkısından alıntı. Şarkının tamamını çok severim, ama özellikle bu dizede toplanan kırgınlık ve sitem beni başka türlü sarsıyor. İthafın bendeki karşılığını soruyorsanız; keşke bunlar, bu kitapta, bu şiirlerde yazılanlar gerçekte hiç yaşanmasaydı da bambaşka şiirler yazıyor olsaydım diye özetleyebilirim. Ben İstanbul''da doğup büyüdüm ve hâlâ burada yaşıyorum. Burada durup orada bir yerlere bakıyorum. Baktığım yerde yangın var, kan var, ideoloji enkazlarının altında çığlık atan canlar var. Oradayım gibi gerçek olmayan bir iddiam da yok. Bu mesafeden neyi ne kadar görebilir, hissedebilir, anlayabilirsem ancak o kadar. Bahsettiğiniz çatıştırmadan ziyade bir tür yüzleşme ya da kendini hesaba çekmek olarak düşünülmeli aslında. Bu anlamda ''Taşı kim atacak'' başkalarından ziyade, kendime yönelttiğim bir soru, herkesin kendisine sormasını, sorabilmesini teklif ettiğim bir soru. Bir anlamda muhasebe.
Öncelikle şairlerin kadın şairler - erkek şairler diye ayrılmasına karşı olduğumu söylemeliyim. Bu tür tasniflerin işimizi kolaylaştırdığı kesin; zira modern aklımız tasnif etmeden çalışamıyor ne yazık ki. Kadın ve erkeğin fıtrat açısından farklılıkları olduğu doğru ama bunlar avantaj mıdır, dezavantaj mıdır, ya da hangileri avantaj hangileri dezavantajdır, ayrıca tartışılır. Şiirin ses ve biçim olarak birçok imkânları var. Ben, şairin cinsiyetinin sadece hadiselere bakarken algıda seçicilik açısından bir fark oluşturduğunu düşünüyorum. O şiiri yazarken ki ruh halimin de lirik ya da dramatik esintiler dediğiniz söyleyişler üzerinde etkisi oluyordur muhakkak. Bunun dışında farklı tarzların kadın şaire sunduğu ekstra bir olanak olduğunu düşünmüyorum.
Gerçekten pek çok şair, sert bir dille mi şiir yazmayı tercih ediyor? Ben bundan çok emin değilim. Hatta zaman zaman edebiyat dergilerine göz attığımda ''bu insanlar hangi dünyada yaşıyorlar'' diye söylendiğim bile oluyor. Ama keşke dediğiniz gibi olsa. Çünkü tavır almamız, tepki göstermemiz gereken bir sürü şey oluyor dünyada. Ve bizler bütün bu olup bitene şahidiz. Yapıp ettiğim her şeyden olduğu gibi yazdığım hatta yazmadığım, yazmaktan kaçındığım şeylerden de hesap sorulacağına inanıyorum. Bu şahitlik bilincini içimde sürekli uyanık tutmaya çalışıyorum.
Şiir yazarken ya da şiir üzerine düşünürken mekanik ya da organik olsun diye özel bir gayretim yok. İçime en çok sinen söyleyiş biçimini bulmaya çalışıyorum, hepsi bu. Genel olarak lafı eğip bükmeden doğrudan söylemeyi seviyorum. Açık, anlaşılır ifadeleri. Anlaşılır olmayı bir tür eksiklik gibi görenleri de anlayamıyorum. Ama şiir ne kadar organik, doğal, samimi olursa olsun nihayetinde bir formdur; bu forma uymak mecburiyetimiz var. Öyle kafamıza göre samimiyeti ve doğallığı yedeğimize alarak ben böyle söylüyorum diyemeyiz; işte diyemediğimiz yerde kurgu devreye giriyor. Yani o samimi ve doğal söyleşimizi şiir formuna uydurmak zorundayız. Unutmayalım ki şiir plastik bir uğraştır da aynı zamanda.
Taşı
Kim Atacak
Dilek Kartal
Dedalus Yayınları
95 sayfa
2014
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.