
Usta ressam Güngör Taner, 13 yıllık bir aradan sonra “Noblesse” sergisini sanatseverlere sunuyor. “Çalışmalarımda büyük bir hareketlilik ve dinamizm görürsünüz. Her şeyi birbiriyle uyum içinde, kontrastları bir arada kullanarak tek bir cümlede toplamaya çalışırım” diyen Taner, “Eserinizi ne zaman bitirirsiniz?” sorusuna “Ruhum doyduğunda, her şey tamam olduğunda” yanıtını veriyor.
Yurt içinde ve yurt dışında birçok kişisel sergiye imza atan Güngör Taner, “Noblesse” isimli kişisel sergisi ile 13 yıllık bir aradan sonra ilk kez sanatseverlerle buluşuyor. Adını “asalet” anlamına gelen Fransızca sözcük “noblesse”den alan sergide Taner, renklerin özerkliğini vurgulayarak soyut bir anlayış ile koyu ve açık renkler arasında ritmik bir denge oluşturuyor. Renkleri, eserlerinde özgürce dans ettirerek kendi anlatım dilini oluşturan sanatçı Güngör Taner ile bir araya gelerek son sergisi “Noblesse”ı konuştuk.
Serginin ismini ben koymadım, bu fikir küratörümüz Dr. Zeynep Öztürk’e ait. Kendisi ile yaklaşık bir yıl önce sergiye de ev sahipliği yapan DG Art Galeri’de tanışmıştık. Sergi sürecinde sık sık bir araya geldik, uzun telefon konuşmaları yaptık. Serginin adı “Noblesse” olsun dediğinde ismi iddialı buldum. Ancak Zeynep Hanım o kadar kendinden emindi ki tabi ki içtenlikle kabul ettim. Hatta yazdığı yazının içinde de şöyle demiş; “Bir resim atölyesi düşünün; tarih kokan, boya kokan, dağınıklığın içinde asalet taşıyan.” Uzun zamandır kişisel sergi açmadım. Sanıyorum 13 yılı aşkın bir süre oldu. O günden bugüne hep teklifler geldi ama bir türlü zaman olmadı. En sonunda, sevgili Dursun Gündoğdu ikna etti beni. Süreç oldukça doğal gelişti. Bu süreçte yaz, kış, gece, gündüz demeden çalıştım. Kesin bir tarih veremem ama yaklaşık 2 yıl boyunca yoğun bir şekilde eser ürettim. 27 Mart tarihine kadar DG Art Galeri’de devam edecek sergide 26 eser göreceksiniz.

Sanatçı her durumda kendine bir şeyler katar
Her eğitimin kendine has katkıları vardır, ancak Türkiye’de aldığım eğitim, yurtdışındaki eğitimden hiçbir şekilde eksik değildi. Salzburg’a, o dönem aldığım özel bir davet üzerine gittim. Corneille ile çalıştım. Orada bulunmak, sadece eğitim almak anlamına gelmiyordu; her müzeye adım atışım, her esere bakışım, her yeni fikir alışverişi benim için bir gelişim fırsatıydı. Sanatta bazı fırsatlar değerlendirilir, bazıları ise değerlendirilmez, ama her iki durumda da sanatçı olarak kendinize bir şeyler katarsınız. Avrupa sanatının geniş ve çeşitlenmiş yapısına bakınca, mutlaka alınacak doğru noktalar, avantajlar olduğunu düşünüyorum. Ancak bu kazanımları nasıl kullanacağım tamamen benim tercihimdir.
Bir denge arayışım var
Renkleri genellikle parlak ve sert kullanırım ancak bunlar daha çok valör hakimiyetindeki renklerdir. Renkleri sadece renk olsun diye kullanmam; bu beni doyurmaz. Beni doyuran şey, renklerin ve valörlerin kontrastıdır. Her dakika şiir yazabilir misiniz? Hissetmek gerekir. Benim çalışmam da tıpkı bu şekilde: büyük bir hareketlilik ve dinamizm içinde, her unsuru bir araya getirerek şekillendiriyorum. Tüm kontrastları birbirinin içinde dolaştırırım; resimde yer alan her öğeyi zıtlaştırıp kontrast haline getirir ve hepsini tek bir cümlede toplarım. O cümle tamamlandığında, resmim de bitmiş olur. Esere başlarken bir formülüm yoktur; her şey, o anın içinde şekillenir. Tıpkı şiir yazmak gibi, resim yaparken de hissetmek gerekir. Her şeyi birbiriyle uyum içinde, kontrastları bir arada kullanarak tek bir cümlede toplamaya çalışırım. Eserimi ne zaman bitiririm? Ruhum doyduğunda, her şey tamam olduğunda. Bir resmin bitmesi, tıpkı müzikal bir cümlenin tamamlanması gibidir; o cümle tamamlan-madan eser bitmiş sayılmaz.
Çağdaş sanat, bize bazı avantajlar sunuyor. Ancak, çok eski yıllara kadar yapılan eğitimler daha akademik ve kuralcıydı. 1900’lere kadar öğrenciye belirli kurallar verilirdi, ancak sonrasında serbestlik başladı ve öğrenciye kendi yollarını keşfetme fırsatı tanındı. O dönemin sanat anlayışları, günümüzdeki gibi kısa aralıklarla değişen dinamiklere sahip değildi. Sanat eğitimi verirken, bence geçmişteki sanat birikimini ve eserlerden kalan doğruları aktararak öğrencilere sanat yapma fırsatını tanımak önemli. Bu, kişinin kendi yolunu bulabilmesi için temel bir eğitimdir. Sonrası ise tamamen öğrencinin bireysel yolculuğuna bağlıdır. Eğer sert normlarla sınırlarsanız, bu bağnaz bir akademik eğitim olur ve bu da yanlış bir yaklaşım olur. Her öğrenci için farklı bir eğitim tarzı benimsenmeli. Hepsine aynı şekilde yaklaşmak doğru değil. Bahsettiğim tarihsel tortu içinde, her öğrenciye kişiliğine uygun bir eğitim vermek gerekir.

Sanatı hissedebiliyorsanız sanatçı olursunuz
Günümüz genç sanatçılarına verebileceğim en önemli tavsiye, çok ciddi ve içten olmaları gerektiğidir. Sanat, yüreğinizin derinliklerinde hissedilen bir şeydir. Sürekli olarak bu hissiyatı içinde yaşamak gereklidir. Bir sanatçı, dünyayı farklı bir gözle görmeli. Denize girerken bile, karşınızda bir peyzaj varsa, bulutların arkasındaki ışığı hissediyorsanız, o anın içinde sanatçı olursunuz. Bu hisleri sürekli olarak taşımak gerekir. Sanatın zamanı, saati yoktur. Bunu hissediyorsanız sanatçı olursunuz, yapamazsanız bir memur olursunuz. Bu çok zor bir iştir, ama bir o kadar da yaşamın içinde.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.