Herkesin yaşlı gözlerle uğurladığı bir Rasim abisi vardı mezarı başında. Kimisi derin düşünce adamlığından etkilenmiş, kimisi hikayeciliğinden kimisi ise güler yüzlü hoş sohbetinden. Güzel insan olduğu tescillenmişti zaten. Cenazesine onu tanıyan tanımayan ama bir şekilde haberdar olan herkes katıldı. Ardından ailesi ve yakın dostlarıyla taziye meclisine geçildi. Eyüp Sultan’da yer alan Dil ve Edebiyat Derneği’ndeki taziye meclisi, İstanbul ve Ankara’dan gelen dostlarıyla doluydu. Kendisi de sohbet insanı olduğu için, hayatta olsaydı, en çok gıpta edeceği sohbetler yapıldı. Öykücülüğü, deneme yazarlığı, dikkati ve rikkatinin yanı sıra, dostluğu ve arkadaşlığı da konuşulan konular arasındaydı. Çoğunun dilinde de bir pişmanlık; ahh keşke ihmal etmeyip son bir kez görüşebilseydim... ne var ki son yılları hastalığı sebebiyle insanlardan uzak geçti. Buna rağmen yazar dostlarını telefonla arar, hasretini öyle dindirirdi. İşte o sohbetlerden bize düşenler:
Hastalandığında “Daha yazacak çok şeyim vardı. Sadece onun için üzülüyorum” dediğini söyledi eşi Ayşe Özdenören. Yazıya adanmış bir ömür, son nefesine kadar çalışma telaşesinde. Tam bir teslimiyetle hazırlıklı olduğunu da ilave eden Ayşe Hanım, “Zaten buradaydı ama hep öbür tarafta yaşadı. Hiç bu dünyayla ilgisi yoktu. Bu dünya nimetlerinden ne faydalanmak istedi ne gözü gördü. Çalışma masası, kitapları, başka hiçbir şeyi yoktu. Evini çok severdi, evde çalışırdı ama çalışma odası bile yoktu. Yatak odasına bir bilgisayar kurduk, orada çalışırdı” diyerek hatırasını yad etti.
Fatih Kitabevi’nin sahibi ve son ana kadar yanında kendisine refakat eden Fatih Yurdakul, okuyucularıyla görüşme heyecanının hiç bitmediğini anlattı: “Neredeyse yılın tamamına yayılan programlara katılma iştahı vardı. Salgından iki ay önce hastaneye yatırdığımızda da Antep’te bir programı vardı. Bir gün kalıp programa yetişmeyi düşünüyordu. Rasim abi fuarlara geç başlamasına rağmen gitmek için çok heyecan duyardı. Pandemiyle birlikte çok severek yaptığı edebiyat kültür ve yazı dünyasının insanlarını göremeyince, telefonda görüşürdü. ‘Havalar ısınsın, imzalara başlarız’ diyordu ama yeniden durumu ağırlaştı. Bizim kitabevine gelip imza yapmak istiyordu. O kadar özledi ki okuyucularını, haftanın 1-2 günü Kızılay’da kitapevlerini gezer, birileriyle konuşurdu. Hece dergisine gelenlerle otururdu. 3 senelik uzaklaşma o hasreti çoğalttı. Eğer geçen hafta ben razı olsaydım, bir imza günü yapmayı bile planlamıştı.”