Halkla ilişkiler ve iletişim uzmanı Ali Saydam, meslekte kırk yılını doldurdu. Hala ülkemizin köklü kurumları ile devlet ve özel sektörde pek çok üst düzey isim için stratejik iletişim danışmanlığı yapıyor. Bir yandan da Yeni Şafak gazetesi ve Derin Ekonomi dergisinde yazıyor. Bu hafta İstanbul Üniversitesi’nde ‘İletişime Adanmış 40 Yıl’ münasebetiyle Ali Saydam’a beraat takdim edildi. Berat töreninden sonra Saydam ile bir araya gelip kırk yıl içindeki pişmanlıklarını, kamu diplomasisini, yurt dışındaki Türkiye algısını, Türk sanatçıların iletişim stratejilerini belirlerken düştükleri hataları ve geleneksel medyadaki kağıt krizini konuştuk. “Bizim sanatçı camiası hala ilişki yönetimi devrinde yaşıyor. Feodal Ortaçağ’dan biraz ileride. Sanayi toplumunun başında” diyen Saydam, kamu diplomasisini iyi yönetmek için zamanında olduğu gibi popüler kültürü öne çıkarmamız gerektiğini söylüyor.
Burada ben gerçekçi politikadan yanayım. Türkiye’nin yurt dışındaki halkta algısı araştırmaların gösterdiğine göre çok düşük. Dünyadaki siyasetçiler genelde halkına bakarak politika belirliyor. O halk nezdindeki Türkiye algısını yönetme görevi devletindir. Kamu diplomasisi önümüzdeki döndemde daha çok ele elınacaktır diye ümit ediyorum. Yoksa izole oluruz. Kendimizi ifade edemeyiz, şu anda olduğu gibi. Mart ayında Avustruya Rabia ve Bozkurt işaretini yasaklayacak. Almanya da yasaklamak istiyor. Bunların hepsi aleyhimize yürütülen kamu diplomasisi kampanyalarıdır. Bunlarla mücadele etmenin yolları da buradan geçiyor.
Bununla ilgili ilk adımı Cumhurbaşkanımız attı ve bir İletişim Başkanlığı kurdu. İnşallah yeterli finansal destek sağlanır. Şu an 2019 bütçeleri hazırlanıyor ve benim ilk bakacağım yer orası. Amerika’da bu işe milyar dolarlar harcanıyor. MİT’in bütçesi sadece istihbaratla olmamalı iletişimle de olmalı. Türkiye milyonlarca mülteciyi kabul ederek yaptığı kahramanlığı ve hayırseverliği hala dünyaya tam anlamıyla anlatamadı. Bizim kendi içimizde bile hafif bir negatif bakış açısı var. Amerika Afganistan’da, Irak’ta milyonlarca insanı öldürüyor ve tüm dünyaya bunu barış ve demokrasi adına yaptığını lanse ediyor.
Türkiye algısını değiştirmek zor. Zaman ve para lazım. Elimizde bu iş kullanabileceğimiz çok fazla değer var. Göbeklitepe, diğer antik kentler, Anadolu’nun yetiştirdiği filozoflar, Yunus Emre, Meryem Ana’nın mezarı ve daha nicesi... Yıllarca deniz, kum güneş, kebap üzerinden anlatmışız. Halbuki bunlar dünyanın her yerinde var. Benzer yemekler Yunanistan, İtalya ve İspanya’da da var.
Tarihi değerler dışında popüler kültür alanına yönelebiliriz. Türkiye şu anda ciddi oranda dizi, film ihraç ediyor. Bunların ihracı Türkiye’nin değerleri ve kültürünün ihracı demektir. Bundan 15 sene önce Havana diskolarında Tarkan çalıyordu. Avrupa’da da çok rastladık.
Ben ünlülerle çalışmayı denedim ama olmadı. Bu arada profesyonel olarak ücret alıp da ünlülere iletişim stratejisi belirlemedim. Bazı dostlarımız arayıp rica ettiklerinde sadece görüş belirtiyorum.
Bu bir sistem içinde olmalı. Sanatçının bir hukuk danışmanı, bir finansal süreçlerin sorumlusu, bir kreatif müdür, sahne için birileri, beste kovalamak için ‘scout’ (yetenek avcısı) dedikleri biri, sanatçının günlük yaşantısını organize edecek biri ve bunların içinde iletişim de olacak. Türkiye’de durum öyle değil. Ya ablası ya kız kardeşi destek oluyor. Bir de sanatçılarımız her şeyi çok iyi bildiğini düşünüyor. Bizde sistematik bir yapı yok. Kapitalizm bizim kültür ve sanat hayatımıza uğramamış vaziyette. Böyle bir feodal yapı içinde geçiyor. Orada bir ümit ışığı da görmüyorum açıkçası. Hala bazı sanatçılar maddi sıkıntı içinde. Büyük şöhret, belki bir numara ama maddi sıkıntı çekiyor.
Bana sorarsanız kimse doğru dürüst para kazanmıyor. Sanatçı da kendini bir holding gibi yönetmeli. İletişim dedikleri gazetecilerle iletişimini sağlayacak ‘PR’cı. O da dönem dönem değişiyor. Uzun yıllar biriyle çalışmıyorlar. Gazeteciyi tanımak bir stratejik iletişim modeli değil. Siz stratejinizi doğru yaparsanız gazeteci gelir sizi bulur zaten. İletişimi yönetmek İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gündeme geldi. Ondan önce ilişki yönetimi vardı. İlişki yönetimi insanlık tarihi kadar eski ama iletişim başka. Bilgi toplumuyla beraber iş bambaşka yerlere geldi. Bizim sanatçı camiası hala ilişki yönetimi devrinde. Feodal Ortaçağ’dan biraz ileride. Sanayi toplumunun başında. Ama çok çalışıyorlar ve çok iyi işler yapıyorlar.
Bir miktar Tarkan. Başarılı buluyorum. Ama o da sistematik şekilde değil tam. Bu konuya ciddiyetle eğilen Sezen Aksu var, nispeten. Ama Sezen Aksu’nun Avrupa’da kendisiyle aynı statüdeki bir sanatçı ile arasında mal varlığı ve zenginlik açısından dağlar kadar fark var. Maddi olarak hak ettiğinin çok altında bir yaşam sürdürüyor. Tarkan da öyle. Elbette her şey para değil ama burada ciddi bir sistematik hata var. Sezen Aksu, Akdeniz bölgesinin en iyi sesi olarak kabul ediliyor. Bir de onun kalitesinde bir şair yok. Ama bugün gidin bakın etrafındaki insanları ancak geçindiriyor. Onun çapında birinin yaşaması gereken hayat bu değil. Üzücü olan bu.
İlk 13 sene yayıncılık sektöründe çalıştım. Türk kadını ve erkeğinin bir dergisini yapamadığım için üzgünüm. Bu benim iletişim hayatımda bir ukdedir. Şu anda da öyle, Türkiye’de kadın dergilerinin en çok satanı on bin satıyor. Bunu başarı sanıyorlar. İkinci ukdem de Türkiye’de haftalık etkili bir siyasi dergi çıkaramamak. Bir zamanlar Akis vardı. Ondan sonra kısa bir dönem Nokta, bir lokma boşluğu doldurdu. Bu ikisi dışında çok büyük pişmanlıklarım olmadı. Hep başarılı olmak için çalıştım. Etkili olmak için mücadele ettim.
Hepsi ne yazık ki Batı’nın taklidi. Batı kültürü ve değerlerinin ifadesi. Onu da Türk kadını satın almıyor. Türk toplumuna yabancı olmayan bir kültürle hazırlanması gerekiyor medyanın. Milli kültürel değerlere uygun. Öyle olmadığı zaman halk satın almıyor. Geçmişte de şimdi de bunun olduğu kanaatindeyim. Haberden ziyade -haberi televizyonlar veriyor zaten- haberin arka planının anlatıldığı bir habercilik anlayışı hala Türkiye’de yok.
Bence medyanın problemi selüloz değil fikir. Çok iyi tasarlanmış, çok iyi içerikle donatılmış yayıncılık anlayışıyla bir gazeteyi çok daha palahalıya satabilir ve o dengeyi kurabilir medya. Gazetelerin toplam tirajı 1960’larda da üç buçuk milyondu. Bugün o kadar nüfus arttı ama hala aynı tiraj. Bence aslolan büyük fikirdir. O fikri yapıyı oluşturursanız ekonomik denge kurulabilir. 1978’de Milliyet’te çalışmaya başlamıştım. Tam kırk sene evvel. Kırk yıldır medyaya bakıyorum insan kaynağı yetiştirme, geliştirme yok. Kalifiye insan yetişmiyor. Kalifiye insan yetişmezse büyük fikri nasıl yakalayacaksınız? İnsana yatırım yapmıyorsunuz. Medya insan üzerinde, kağıt üstünde değil ki. İşler biraz kötüye gidince tenkisat yap, gazeteyi kapat, küçülmeye git, sonra yeni gazete aç. Şimdi yeni yeni haber kanalları açılıyor. Fikir olmadığı için hepsi birbirinin aynısı. Aynı tartışma programları... Hep aynı konuklar... Belli bir süre sonra o insanlara da güle güle diyecekler.
Sosyal medya o kadar güvensiz ve tehlikeli bir ortam ki... Tüm sosyal medya araçları içinde Twitter üçüncü sırada izleniyor. Birinci sırada Facebook var. İnstagram ikinci sırada. Twitter kullanım oranı yüzde yirmilerde. O yirminin de inandırıcılık oranı çok düşük. Herkes müstearla birbirine hakaret ediyor. İğrenç bir ortam. Bunu ciddiye alan insan sayısı çok az. En somut örnek ise seçimler. Dokuz senedir Twitter’da seçimleri CHP kazanıyor. Hem de yüzde 60’la. Batı’da sosyal medya çok daha önemli. Trump için bir tweet’le dünyayı yönetiyor diyorlar ama bizde öyle değil. Bizde Cumhurbaşkanının attığı tweet’leri bile doğru dürüst kimse izlemiyor ama televizyonda konuştuğu zaman çok etkili. Şu anda geleneksel medya inanılırlık meselesinde daha ileride. Güvenilmeyen bir iletişim aracının etkili olması da mümkün değil.