Mevsimlere göre pazarların ruhumuzdaki anlamı farklı olabilir. Yazar Hüseyin Kılıç da pazarların “Kışın daha durgun, emekli gibi günü geçirme derdinde bir ihtiyarken, yazın ha bire fikir değiştiren, nereye sataşacağını bilemeyen bir genç” gibi olduğunu söylüyor.
Anthony Burgess, “Doktor Hastalandı” isimli kitabında “Bütün günler birbirine benzer, pazarları hariç ve pazar günleri de hafta içi günlerden daha sıkıcı olmayı becerir” diyor. Haksız sayılmaz. Yılın tüm günleri bir yana, pazarlar bir yana… Peki neden diğerlerinden daha farklıdır? Bu defa öykücü Hüseyin Kılıç’la bu sorunun peşine düşelim. Kılıç önce bize klasik bir pazarını anlatsın, biz dinleyelim: “Her zaman becerememekle birlikte mümkünse erkenden uyanıp koşuya giderek başlar pazarlarım. Sayısı sabahın o saatlerine göre azımsanmayacak erkenci koşucular ve yürüyüşçülerle birlikte yapılan sabah koşularının dikkatimi çeken bir güzelliği var. Oradaki kişilerin çeşit çeşit dertleri olsa da o yarım saatlik-bir saatlik koşu boyunca bu dertlerin kısmen de olsa kenara bırakmalarının üzerinde biraz düşünmek iyi olabilir sanki. Koşudan dönünce eşimle kahvaltı, sonrasında evin hafta sonuna sarkan işlerini halledebilirsek trafiğe ve enerjimize göre bir yerlere gitmek, güzel bir yemekten ya da en azından kahveden sonra eve dönmek şeklinde devam eder gün. Eğer çıkmazsak da kitap okuyarak, kafamda dönen bir öykü varsa onunla uğraşarak ya da izleyecek bir şey bularak günü geçiririm. Akşama da devam ettiğimiz bir dizi olursa ondan bir bölüm ya da o an karar vereceğimiz bir film izleyerek pazarın son saatlerinde çok yorulmadan biter günümüz.”
Zorunlulukları akşama bırakmamak
Kılıç’a pazarların sıkıntısını içimizden atmak için önerileri olup olmadığını sorduğumuzda önce, “Mümkünse günün tamamına, değilse akşam altıdan sonrasına yapılması zorunlu bir şey bırakmamak derim” diyor ve şöyle devam ediyor: “En azından bende günün sıkıntılı kısmı ‘Yarın işe kim gidecek?’ diye sorduktan sonra başlıyor ve bu arada bir de yapılması gereken bir şeylerin olması bu can sıkıntısını artırabiliyor, o yüzden akşam miskinliği önemli.Gün içinde ne yapacağını bilmeyenler erken saatte koşuya ya da balığa gidebilirler. Böylece eve dönünce günlük enerjilerinin çoğunu tüketmiş olacakları için günün kalanını biraz da mecburen dinlenerek geçirmek de bir seçenek. Üçüncü öneri ise güzel bir kahvaltıdan sonra bir iki saat şehrine göre ağaçlı ya da deniz kenarı bir yerde yürümek olur. Zihni açıp keyfi artırma garantisi var bence bunun da.”
Bağımsız yapımlardan aile filmlerine
Kılıç’la sohbeti beyazperdeye getirince, pazarları için film önerilerinde de bulunuyor. Ona göre, kışın havanın kasvetine göre daha durağan olan bağımsız filmler, yazın ise daha neşeli aile filmleri ya da aksiyon macera filmleri izlenebilirmiş. “Baharlarda havanın nasıl olacağı daha belirsiz olduğundan izlenecek filmler de o kadar değişken olur” da diyor.
Çağdaşlarımı okuyorum
Yazarın pazar günleri özel bir okuma ritüeli yokmuş. “Elimde hangi kitap varsa ona devam ederim” diyor ve şunları ekliyor: “Son üç dört yıldır çağdaşlarımın hikâye kitaplarını okuyorum ağırlıklı olarak. Çok fazla yeni üretim olduğu için hepsine yetişmek gittikçe zor bir hâle geliyor. Daha doğrusu yetişemeyeceğimi artık kabul ettim. Bir süredir hep hikâye okumak yerine, bir hikâye bir başka tür olarak okumalarımı sürdürmeye çalışıyorum.”
Önceliğin ‘arayı açtıklarım’ olur
“Özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” diye sorduğumuzda ise “En uzun süredir görmediğim arkadaşım kimse o diyebilirim sanırım. Belirli bir kişi söyleyemesem de mümkün olduğunca arkadaşlarımla irtibatı koparmamaya çalışırım. O yüzden birisi görüşelim dememişse benim önceliğim arayı en fazla açtığım olur” cümlelerini kuruyor.
Pazar gezmeleri Validebağ’da
Yazarımızın pazarları favori mekânı ise Validebağ Korusu’ymuş. Bunun nedenini de şöyle açıklıyor: “İstanbul’da yaşıyorum ve bu şehri gerçekten çok seviyorum ama şehir kalabalık, çok kalabalık. Pazar günleri de hele hava güzelse güneşi fırsat bilen İstanbullular asfaltlara dökülüyorlar tabii ki. O yüzden kolay ulaşabildiğim koru, yeşiliyle, kuşlarıyla, incecik ve çoğunlukla görülmeyen deresiyle, havasıyla ve ulaşımıyla çölde bir vaha gibi. Favori mekânın ulaşıma göre belirlenmesi kötü maalesef ama İstanbul’da tüm duyguların ve hislerin önünde bir trafik var ve şehrin ‘beni böyle sev seveceksen’ demesine itiraz etmek gibi bir şansımız da yok.”
Günleri “mümkün” olan en güzel hâliyle geçirmek
“En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” dediğimizde ise “Bu soruya bir cevabım yok sanırım. En güzel gün, en kötü gün diye de bir ayrımım olmayabilir” diyor yazar. Ardından şunları söylüyor: “Güzel günler de var kötü günler de var, ama benim gayretim her günü o günün bütün olumlu ve olumsuz bileşenleriyle birlikte mümkün olan en güzel şekilde yaşamak sanırım. Kötü bir günün puanı olsa, -100 yerine -99 başarıdır, İyi bir gün olduğunda +99 yerine +100. Her zaman mümkün olur mu? Olmaz tabii ama olduğu kadar.”
Kafası karışık birisi
Pazar günleri çalışmayan ama bilgisayar başına geçebilirse yazmaya çalışan yazarımıza son sorumuz “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” oluyor. İşte kendisinin cevabı: “Kafası karışık birisi olurdu sanırım. Tatilin keyfini mi çıkarsam, yoksa dünya dertlerini rahat rahat kafamda çevirip canımı mı sıksam diyen birisi. Kışın daha durgun, emekli gibi günü geçirme derdinde bir ihtiyarken, yazın ha bire fikir değiştiren, nereye sataşacağını bilemeyen bir genç olarak da tanımlanabilir belki. Pazar, günler ailesinde sağı solu en belli olmayan insan olurdu.”