Nietzsche, “Her şeyi eşitleyen ve tüm kötülük fikrini ortadan kaldıran hayatın pazar günü” diyor. Yazar Zeynep Merdan’a pazarlarını sorduğumuzda ise “Huzursuz bir rahatlığın adı pazar” ifadelerini kullanıyor.
Annie Ernaux, Kızın Hikâyesi’nde bize sayfaların kurgusu içinde bir alıntı sunuyor: “…daha sonra İngiltere’ deki o ayları Nietzsche’nin deyişiyle, ‘Her şeyi eşitleyen ve tüm kötülük fikrini ortadan kaldıran hayatın pazar günü’ olarak düşüneceğim. 1960’ta boş ve aylak bir İngiliz pazar günü.” Nietzsche’nin gerçekten böyle bir cümlesi var mı? Ben rastlamadım ama pazarların her şeyi ve herkesi eşitleme ihtimali var mı, düşünmek gerek. Pazarlar hepimiz için aynı değil ki! Bu hafta kendi pazarını anlatması için yazar Zeynep Merdan’ı bu sayfada konuk ediyoruz. Merdan ilk önce klasik bir pazar gününün nasıl geçtiğini anlatıyor: “Pazar benim için huzursuz bir tatile benziyor. Huzursuz bir rahatlığın adı pazar. Güzel ama gergin bir yüz gibi. Ve nedenini hâlâ çözemiyorum. Çocukken mavi önlüklerinin ütülendiği o soğuk yüzü pazarın... Banyo günü, annemin telaşlı sesi, babamın kravatı, yetiştirilen ödevler … Ama 30’larımla bu çağrışım değişti biraz. Upuzun kahvaltılar, hafta içi az vakit geçirdiğim evle haşır neşir olmalar ve kokusu evi saran kekler pişirmek... Ve sevdiğim biri ile sohbet ederek yürümek… Her bir adıma bir kelime düşürerek, o ritimle senkronize olarak. Bazen hızlı, bazen aynı anda yavaş. Ormanda keşfe çıkmış ak bir geyik gibi. Dönüştürdüğüm pazar bu artık.
Pazarın bir de güzel son gün, geçmiş bir yaz, eskimiş bir mutluluk çağrışımı var… Dünyadaki en güzel hüzünlü şeyin; “eskimiş bir mutluluğu hatırlamak” oluşu ne tuhaf şey. Ne kadar mutlu olursam olayım şimdiki zamandaki mutluluk sadece geçmiş zaman kipiyle çekimlendiği zaman mutluluk oluyor... Yani nostalgia.”
Ruh, hüzün, huzur
Merdan’a hepimizin zaman zaman hissettiği pazar sıkıntılarından bahsedip, bundan kurtulmak için önerisi olup olmadığını sorduğumuzda ise “Pazar sıkıntısı… ‘Can sıkıntısı bittiği anda sanat da bitmiştir’ diyen Bourgeois haksız sayılmaz” diyerek başlayıp, şunları anlatıyor: “Bu pazar sıkıntısı için de geçerli. Ama ben sıkıntı yerine ‘hüzünlü bir huzursuzluk’ diye tarif ederdim. Ruh, hüzün, huzur... Ruhla hüzün hem fonetik hem mânâ açısından visal etmiş de ortaya huzur çıkmış gibi. Ne uyumlular değil mi? Huzur, huzurla çarpışırsa çoğalır. Bir huzur hüzne değerse; hüzün galip gelir. Bir mahzun, başka mahzunla kavuştuğunda ise; huzur bulurlar birbirlerinden.
Abdülkadir Geylani, Fütuhu’l Gayb kitabında bahsediyor: ‘Münkesiret’ül Kulûb’. Gönlü Kırıklar Zümresi demek. ‘Kalpler yalnız O’nu anmakla itminan (huzur, tatmin, sükûn) olur’ ayeti nasıl da ifşa ediyor. Ruhta bir hâl var: Ruhsal bir ışıltının hasreti ve ihtiyacı. Öyle bir hâl ki o; onsuz hiçbir şey tatmin edemiyor ruhu. Başarı, şöhret, iltifatlar, ilim, kitaplar, sanat, hediyeler, güzel her şey... Bütün dünyevî ışıltılar... Hiçbiri. Hiçbiri tatmin edemiyor ruhu. O’nsuzluk en büyük elem ruha.”
Romantik Klişeler
Gelelim beyaz perdeye: Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir? Merdan’a göre Austen uyarlamalarından biri. “Çok klasik bir seçim olacak ama favorim 2005 yapımı Pride&Prejudice. 1800’ler, İngiltere’nin yeşil kırsalları, büyük evler, porselenler, kurdeleli kızlar, fiyonklar. Ve romanlar. Romantik bir kız klişesi evet” cümleleriyle seçimini anlatıyor. Konu bugün okuduğu kitaplara gelince de “Yeşil bir yer ise o yer; kısa bir felsefi metin alırım. Yahut bir tasavvuf klasiği ve oradan birkaç sayfa” diyor.
Sıradaki sorumuz: “Özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” Merdan’ın cevabı şöyle: “Yaşadığım her bir şehirde saklanmak, kaybolmak için gittiğim mekânlar vardı. Ve o mekânlara giderken yanımda olan bazen bir bazen birkaç dost. Uzlet dostları. “İyi geldi” İhtiyacımız olan huzur şu iki kelimenin ardındaki şeylerde saklı sanki. Ilık bir rüzgâr, güzel bir hava, dostla sohbet, biraz yürüyüş, bir fincan kahve, biraz uzaklaşmak, kendimizle baş başa kalmak... Evet, iyi geldi. Çünkü gürültülü insanlar var. Ruhu, zihni, gönlü, dili, gündemi, hırsı, vesvesesi, varlığı, varoluşuyla gürültülü olan insanlar. Kötü olmasalar bile yoran, teskin edemeyen, huzur vermeyen insanlar. Yaşamın o keşmekeş gürültüsünde, ruhunu dinlendireni arıyor insan hep. Anne rahminde gibi tıpkı, insan huzurla var olmak istediği yeri arıyor hep.”
Muhayyel mekânlar
Yazar pazarlarının favori mekânını sorduğumuzda ise “Pazar benim için zamansızlığın zamanı sanki” diyor önce. Sonra da “Hafta içi yaşadığımız zaman ait, cumartesi yaşadığımız zamanın ertesi ama pazar öyle değil sanki. Woody Allen’in Midnight in Paris filmindeki ‘burada ve şimdi’ olmaklıkla senkronize problemi yaşayan kahramanı gibiyim. Burada ve şimdiye ait değil, ‘orada ve o zaman’a aidim çoğu zaman. Rousseau’nun Yalnız Gezerin Düşleri’ndeki yürüyüş yolu, Werther’ın kırları, Balzac’ın beyaz zambaklı vadisi, Jane Austen’ın kadınlarının yürüyüş yaptığı bahçeler... Pazar günlerinin muhayyel mekânları böyle bir şey tasavvurumda” cümleleriyle tercihlerini açıklıyor.
Köşemizin en zor sorusunda sıra: “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” Merdan bu soru karşısında “Bilmiyorum” diyor ve ekliyor: “Çünkü en güzel ve en kötü diye hiçbir zaman günlerin, ayların adına göre bir tasnif yapamadı zihnim.” Ben günleri hep renklerle, kokularıyla hatırladım. An’ı saklamanın diğer bir yoludur o. Üstelik an’ı ve anıyı bir fotoğraftan dahi iyi saklar. Bir an’ı, bir zaman dilimini sonsuz’a kadar saklar. Fotoğraf yalnızca görüntüsünü verir an’ın. Bir sandık, bir şişe, açılan bir kapak ve koku... Ve o kokuyu ilk kez aldığın zamanda insan.”
Hiçbir şey yapmama günü
Eski mesai düzeninde pazarları çalıştığını ama artık pazarlarının tatil olduğunu belirten Merdan, “Hiçbir şey yapmamayı yapmayı seviyorum pazarları. Telaşsız, alarmsız, plansız bir güne uyanmak... Pazar benim için alarmsızlık demek biraz da. Kimilerinin rutini, olağanı olan bu sade istek yıllarca yoğun tempoda çalışan insanlar için bir düş değerinde. Gündelik hayatın ‘zorundalıklar zorbalığı’nda çok az güzellik var. O kadar az ki baktığımız ve yaşadığımız çoğu şey çirkin. Tıpkı alarmlar gibi ‘hatırlatma ısrarı’ unutturma çabasına dönüşür hep. Kendini ısrarla hatırlattıran çoğu şey, başka bir şeyi unutturmak içindir. Alarm çaldıkça uyku güzelleşir oysa. Unutturulmaya çalışılan her şey gibi” cümleleriyle bize cevap veriyor.
Austen’dan Darcy, Balzac’tan Henriette
Yine geldik son soruya: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” İşte Merdan’ın cevabı: “Jane Austen’dan Lizzy ve Darcy (Aşk ve Gurur) olurdu. Balzac’tan Henriette (Vadideki Zambak) ve Don Henarez (İki Gelinin Hatıraları) Diğerleri biliniyor ama ondan bahsedelim. İki Gelinin Hatıraları’nda Fransız sosyetesinin dilediği her erkeği kendine âşık edebilecek kudretteki hanımefendisi Louise, Fransa’ya sığınmış Arap asıllı bir İspanyol asilzadesi; İspanyol hocası Henarez. Darcy bir kadın ruhunun (Jane Austen) yazabildiği en klas karakterlerden biri. Tezat şekilde Henriette de bir erkek ruhunun (Balzac) yazacağı en derin kadın karakterlerden biri. Ve bu karakterlerin hepsi pazarın o zamansızlığına çok yakışıyor.