Öykülerim okurunu buldu diye seviniyorum

04:0015/03/2024, Cuma
G: 15/03/2024, Cuma
Yeni Şafak
Ayşe Sevim.
Ayşe Sevim.

Ayşe Sevim öykü kitabına neden Kintsugi ismini seçtiğini şöyle açıklıyor: "Kintsugi ismini rüyamda gördüm, kitabım basılmıştı ve adı Kintsugi idi." Öykülerine gösterilen yoğun ilgiyi ise Sevim şöyle değerlendiriyor: “Kintsugi okurunu buldu diye düşünüyorum, buna çok seviniyorum. “

FATMA MATUR

Ayşe Sevim Türk edebiyatında daha çok şiirleri ve çocuk kitaplarıyla öne çıkan bir yazar/şair. Aynı zamanda eğitim platformu Netyazı’nın da kurucusu olan Ayşe Sevim’le son çıkan ve bugünlerde üçüncü baskısını yapmak üzere olan öykü kitabı Kintsugi’yi konuşalım deyip, başka başka şeyler de konuştuk.


Yıllar içinde eserlerinizde nasıl bir değişim oldu, dışarıdan bakınca nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir doktor, bir mimar mesleğini yaparken her geçen yıl deneyimini artırarak mesleğini daha iyi yapar duruma gelebiliyor. Yazmada özellikle şiirde böyle bir durum yok. Bir şairin gençlik yıllarındaki eserleri daha iyiyken, ileri yaşlardaki şiirleri daha düşünce ağırlıklı olabiliyor. Geçenlerde bir söyleşime katılan bir hanım, “Ben sizi çok uzun süredir takip ediyorum. Son kitabınızdaki bazı öykülerinizi yirmi yaşlarda yazdığınızı biliyorum. Hep daha iyi yazmak için çok çalışmak gerek diyorsunuz ama yirmili yaşlarda yazdığınız öykülerden ve son yıllarda yazdığınız öykülerden okur olarak benim aldığım tat aynı, bu nasıl çalışmakla ilgili olabilir?” diye sordu. Ben aslında ilhama değil çalışmaya inanan bir yazarım ancak bu durum büyük bir soru olarak önümüzde duruyor. Herhalde aynı seviyede yazmayı sürdürmek için gayret ediyoruz. Gayretsiz olmuyor ancak belli teknikler öğrensek de özümüzü sağlam tutmak için çaba veriyoruz belki de. İlk yıllarda çok “bilerek” yazmıyorsun, şimdi ise ne yaptığının daha farkında olarak yazıyorsun. İlk yıllarda yaşla ilgili duygular daha ön planda iken zamanla gelen olgunlukla birlikte yazının içeriği değişiyor.

Öykü kitabınız Kintsugi’den bahsedelim mi? Kitabın adı neden Kintsugi?

Benim için bir şeye isim vermek çok zor çünkü isim vermek o şeyin sınırlarını çizmek, onu tanımlamak demek. Siğilin etrafını çizip, sınırlamak gibi. Bu avantajlı bir şey çünkü tanımlara ihtiyacımız var. Ancak benim için isim koymak çok zor, hiçbir kitabımın ismini de ben koymadım, koyamıyorum. Çocuklarımın ismini de ben koymadım. Kitaplarımın ismi konusunda hocam Ali Ural hep çok yardımcı olmuştur. Kintsugi ismini ise rüyamda gördüm, kitabım basılmıştı ve adı Kintsugi idi. Türkçe olmadığı için normalde düşüneceğim bir isim olmazdı ancak Ali Hocamın Kintsugi felsefesinin kitaptaki öykülere çok uygun olduğunu söyleyince ismi seçmiş olduk.


Kintsugi adı, kitabın içindeki öyküleri yansıtıyor mu?

Evet, bence öykülerin temelinde anlatılanlara çok uygun. Okurlar da bu başlık içerisinden öykülere bakınca öykülerin daha anlamlı geldiğini söylüyorlar. Çünkü kırılmış bir şeyi yapıştırıp kullanmak değil de, onu altın tozuyla yapıştırıp öncekinden daha değerli olduğunu düşünmek çok kadim bir felsefe. Günümüzde acıya mesafeli olmayı tercih ettiğimiz için anlaşılmıyor ancak ben ilk insandan beri bu felsefeyi bildiğimizi düşünüyorum.


Kitapla ilgili geribildirimler, okur tepkileri nasıl?

Aslında benim beklediğim bazı tepkiler vardı kitapla ilgili, o tepkileri almadım ya da bana iletilmedi. Sosyal medyadan beni tanıyan okurlarımdan, oradaki yazılarımla kitap arasındaki farklılıklara ilişkin eleştiriler gelmesini bekliyordum, çünkü sosyal medyada toplumsal ve bazen dini meselelerle ilgili yazdığım oluyor, kitapta ise İtalyan mafyasından cinayete kadar farklı konulardan öyküler var. Ancak bu farklılığa ilişkin bir eleştiri almadım, bu beni şaşırttı ve sevindirdi. Genelde okurlar ikinci kez okuduklarını söylüyorlar. Öyküdeki cümlelerin sürekli zihinlerinden dolandığını söyleyen ve kendileri de yazar olan okurlarım oldu. Bu da beni çok mutlu etti. Ve herkesin en sevdiği öykülerin birbirinden farklı olması beni şaşırttı. Her okur kendi penceresinden bakarak seçiyor sevdiği öyküyü. Kintsugi okurunu buldu diye düşünüyorum, buna çok seviniyorum.


Yazmanın sizin için terapötik/tedavi edici bir yanı var mı?

Kendimi tedavi etmek için seçtiğim bir uğraş değil yazmak. Yazarken sanatsal ve kurgusal kaygılarım oluyor, bu kaygılar yazının terapötik yönünün önüne geçiyor. Yazayım ve rahatlayayım gibi bir düşüncem olmuyor, sanatsal olarak nasıl görünüyor, okura işliyor mu sorusu zihnimde arka planda hep olduğu için, tedavi edici etkisine yer kalmıyor. Ancak bu şekilde yazıyor olmayı isterdim.


Kitaptaki öykülerde hayatınızdan parçalar var mı? Yazar sızması olmasından endişe ediyor musunuz?

Elbette, hem de çok parça var kendi hayatımdan ancak ben kendi hikayemdeki birikmişlikleri doğrudan aktarmak yerine onları dönüştürüyorum. Örneğin Sinosi’nin kemikleri öyküsü Sinop’ta yaşarken bulunan bir lahitten yola çıkarak yazdığım bir öykü. Ada hikayesinde de yine Sinop’ta gerçekleşen ve basında yer alan bir olaydan esinlendim. Bunlar dış gözlemlerimle yazdıklarım ancak bazı öykülerde de kendi hikayemden parçalar var. Örneğin Kırık Boyun öyküsünde çocuğun sabit bir kabus görme durumu var. Ben de çocukken aynı şekilde aynı kabusu sürekli görürdüm, çıkış noktası bu oldu öykünün ancak tabi devamında bambaşka bir konuyu anlatıyor. Bunun olmaması imkansız zaten. Sürekli tren yollarından bahseden bir yazarın hayatında trenlerin, rüyalarından bahseden bir yazarın hayatında rüyaların yeri mutlaka vardır.


Yazmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

Yeni dönem yazarlarında, eskilerde, 90’larda hiç olmayan bir okur kaygısı, okur bunu sever mi, okur nasıl mutlu olur endişesi görüyorum. Yazmanın önüne geçen bu kaygının olmaması lazım. Mevlana Hazretlerinin bir sözü var, İnsan aslında o cevheri içinde taşır, kuyudur o, suyu vardır içinde fakat içine taş dolmuştur, kuyucu dışarıdan suyu kuyuya koymaz diyor. Ben buna çok inanıyorum. Herkesin bir potansiyeli var, bir kuyusu var, biz o kuyudaki taşları temizliyoruz. Son dönemin taşları okur kaygısı. Okur fazla belirleyici oldu ve bu tüm sanat dallarını çok sınırlandıran bir durum. Üstelik bir müddet sonra okurun ya da izleyicinin ilgisini çektiği için sanat olarak adlandırılan performanslar olabiliyor ya da seyircinin ilgisini çekmek adına performans öne geçebiliyor. Bunun dışında yazmak isteyen birinin yazar gibi okumalar yapması gerekli, bir mimarın bir evin detaylarına hakim olması gibi yazıdaki teknikleri bilmeli. Metinler arası veya bir metinle bir olay ya da resim arasında ilişki kurulabilmeli. Kıyastan uzaklaşmamak gerek, kıyas yapmanın üreticiliği artırdığını düşünüyorum. Yazıda gevelememek, metni gereksiz yere uzatmamak gerek. Ne anlattığından ziyade nasıl anlattığın önemli. Romeo ve Juliet çok eski, çok bildik bir hikaye, zaten dünyada anlatılmamış hiçbir şey yok ancak anlatım tekniği ile öne çıkıyor. Bir de kendimizi fazla önemsememek lazım, hiçbirimiz kalıcı değiliz, verdiğimiz eserler de büyük ihtimalle kalıcı olmayacak. Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel kitabında söylediği gibi Trenler gelip gider. Hayat geçiyor, bize düşen elimizdeki işi en iyi şekilde yapmak.



#Aktüel
#Edebiyat
#Hayat