İstanbul’un tarihi mekanlarına yapılan başarılı restorasyon çalışmalarına ve Türkiye’de modern mimari anlamında simge yapılara dönüşmüş projelere imza atan mimar Dr. Sinan Genim, “Mimarlık yapı yapmak değil, yaşam oluşturmaktır. Yaşamı şenlendirmektir” diyor.
İstanbul’un nev-i şahsına münhasır semti olarak bilinir Kuzguncuk. Ahşap evleri, renkli sokakları, bostanı ile sanki yıllara meydan okuyan bir atmosfer sunuyor. “Sanki” diyorum çünkü Kuzguncuk’ta doğup büyüyen, semtin o geçmişteki kozmopolit havasını teneffüs eden Mimar M. Sinan Genim, bu düşüncenin yalnızca bir yanılgıdan ibaret olduğunu söylüyor ve “Sadece binalar aynı duruyor, kültürü durmuyor ki. Şimdi lokanta, kafe olan tüm yapılar geçmişte semt sakinlerinin, komşularımızın evleriydi. Bir iki tane dükkân, manav, bakkal, fırın ve eczane vardı o kadar. Bizim oradaki hatıralarımız çok farklı. Bu yüzden artık çok az gidiyorum” diyor. Genim için ne mimarlığın tanımı yalnızca yapı yapmak ne de restorasyonun tanımı eskiyen yapıyı onarıp öylece bırakmak. Mimar kelimesinin Arapça “ümran” kökünden geldiğini anlatan Genim mesleğini şöyle tanımlıyor: “Eğer mimarı öz Türkçe söylemek istiyorsan ‘şenlendirici’ demen lazım. Hayatını, yaşadığın evi, gittiğin şehri şenlendiriyor, seni mutlu ediyor. Heyecan duymanı merak etmeni sağlıyor. Mimarlık yapı yapmak değil, yaşam oluşturmaktır. Yaşamı şenlendirmektir.”
BİR İMPARATORLUK AİLESİ
M. Sinan Genim, 1945 yılında Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde dünyaya geliyor. O devre göre hastanede, kaldı ki askeri bir hastanede doğmak çok da yaygın bir şey değil. Genim, bu ayrıcalığın Deniz Kuvvetleri’nde bir süre görev yapmış olan babasının bağlantıları sebebiyle olduğunu anlatıyor. Ailesini, “Bizimkisi bir imparatorluk ailesiydi” diyerek tanıtıyor. Ailenin bir kısmı saraydan bir kısmı Anadolu’dan, Rumeli’den. Babaanne tarafı ise Sivas’ta “Tuzcuoğulları” olarak tanınıyor. Ailenin reisi Bekir Ağa, tuz tekellerinin sahibi. Devletten belirli bir ücret karşılığı tuz madenini kiralıyor ve işletiyor. Ailenin miras bıraktığı hatıralar arasında şimdilerde kayıp olsa da tuz hesaplarının tutulduğu defterler dahi varmış. Büyükbabasının tarafı ise aynı bölgede “Mavişoğulları” olarak tanınıyor. Muhtemelen kıyı kesimlerinde yaşayan aile daha sonra İstanbul’a gelmiş. Kasımpaşa’nın üzerinde Piri Paşa’da büyük bir konağa yerleşmişler. Genim, “Herhalde gemilere mal tedarik etme gibi ticari işlerle uğraşmışlar. Onlar hakkında çok fazla araştırma yapamadım. Anne tarafım daha belirgin. İçerisinde askerler, valiler olduğu için onlar kayıt tutmuşlar” diyor. Babasının sekiz kardeşi varmış. Büyükbabası erken ölünce babaannesi sekiz evladına bakabilmek için Cibali Tütün Fabrikası’nda işe girmiş. Anne tarafına gelirsek, her eski İstanbul ailesi gibi aile önceleri şehirde otururmuş. Kışları Aksaray’daki evde geçirir, yaz gelince de Kuzguncuk’taki yazlıklarına giderlermiş. Aksaray’daki ahşap ev yanınca aile temelli Kuzguncuk’a yerleşmiş. Genim’in babası evlendikten sonra kayınpederinin evine yerleşmiş.
O zamanlar Kuzguncuk’taki Müslüman ahali daha çok Kuzguncuk’un vadisini geçtikten sonra Beylerbeyi’ne doğru Nakkaştepe sırtında otururmuş. Ailenin Kuzguncuk’taki evi de Baba Nakkaş Sokağı’ndaymış. Bu ev iki katlı, ortada büyük bir sofa iki yanında odalardan oluşan bahçeli bir evmiş. Orta sofaya bahçeden girilir, alt katında çamaşırlık ve iki büyük mutfak bulunurmuş. Kuzguncuk’taki diğer miraslar ile birlikte annesinin dedesi olan Arapzade Ali Rıza Paşa’dan kalmış. İmparatorluk zamanında valilik gibi görevler üstlenen Ali Rıza Paşa’nın ismi bugün Kuzguncuk ile Paşalimanı arasındaki Arapzade Mahallesi ile anılıyor. Vakıflar mimari olan dedesi Kenan Mermer ise annesi çok küçükken görev yapmak için Tokat’a gönderilmiş. Bu yolculuktan sonra anneannesi verem sebebiyle Tokat’ta hayatını kaybetmiş. Dolayısıyla annesi öksüz büyümüş. Genim, daha sonra bir evlilik daha yapan dedesinin babasının ikinci eşini anneannesi olarak hatırlıyor.
Geniş aile olarak yaşadıkları evde büyükbaba ve anneannesi dışında bir kaçta siyahi yardımcıları varmış. “Perver Hala” ve “Rayetkeşan Kalfa” isimlerindeki bu yardımcılar adeta ailenin bir üyesi gibi hem onlarla birlikte yaşar hem de gittikleri yerlere onlarla beraber giderlermiş. Erkeklere, erkek oldukları için itibar gösterilirmiş ancak evin bütün idaresi evin hanımında olurmuş. Dolayısıyla Rayetkeşan Kalfa da evin hanımı olan büyük dedesinin ikinci eşine muhatapmış. Evin tüm anahtarları onun belinde dururmuş. Anneannenin vefatından sonra da evin idaresi annesine geçmiş. Dede yadigari Perver Hala, henüz Genim ilkokula giderken vefat etmiş. Ardından da Rayetkeşan Kalfa’yı kaybetmişler. Genim, “Ben anneme, babama dua ederken onlara da ederim” diyor. Siyahi yardımcıların vefatından sonra ev işlerinde annesine yardım etmesi için eve Genim’in “Talya Teyze” olarak tanıdığı Ortodoks Arnavut bir kadın alınmış. Talya Teyze’nin iki çocuğu varmış ve ailesiyle İstanbul’da yaşadığından köşkte kalmaz akşamları kendi evine gidermiş. Ancak çocukları köşkün çocuklarından ayrı tutulmaz, bayramlık, ayakkabı gibi şeyler alındığı zaman mutlaka onlara da alınırmış. Genim lise seviyesine geldikten sonra tüm yardımcılar artık evden ayrılmış.
SINIFIN ÇOĞUNLUĞU GAYRİMÜSLİM
Eğitim hayatına Kuzguncuk İlkokulu’nda başlayan Genim, mahallede olduğu gibi okulda da kozmopolit bir ortamdaymış. Öğrencilerin neredeyse yüzde altmışı gayrimüslimlerden oluşuyormuş. Hatta sınıflarında 6-7 tane de Beyaz Rus varmış. Genim, o çocukların Rus ihtilalinden sonra Türkiye’ye yerleşen ve o tarihten itibaren burada yaşayan ailelerin çocukları olduğunu söylüyor. “Bu çocuklar, kışları kısa deri pantolon, uzun çorap, kalın bir gömlek giyer ve öyle gezerlerdi. Biz hayret ederdik. Kar yağardı, okula öyle gelirlerdi. Çok iyi Türkçe konuşurlardı. Onlar da daha sonra Avustralya’ya gittiler” diyor. Genim ilk ve ortaokulun ardından İstanbul’un en başarılı liselerinden Haydarpaşa Lisesi’ne devam etmiş. “Okula giderken Kuzguncuk’tan vapura binerdik. Vapurun alt katında hep büyükler otururdu. Kim, hangi aileden bilinirdi. Onların yanında sessiz oturman lazım. Biz de hemen vapurun üst katına çıkardık. Üsküdar’a gelince inerdik. Oradan tramvaya binerdik. Tramvay, Üsküdar’dan Doğancılar’a çıkar, oradan Kadıköy’e giderdi. Galiba tramvayın numarası da 12 idi. Bir tanesi de Bağlarbaşı’na çıkar, oradan dolaşarak giderdi. Ön taraftaki kırmızı vagon beş kuruş. Arka taraftaki yeşil vagon öğrenciye o üç kuruştu” sözleriyle anlatıyor Genim lise yolunu.
Lise öğrencisiyken aynı zamanda kurdukları Kuzguncuk Kültür Derneği’ne de gitmeye başlamış. Burada kendisinden yaşça büyük Kuzguncuk ağabeyleri onlara yabancı dil öğretir, matematik kursu verirmiş. Aynı zamanda çokça kitap okur ve felsefe konuşurlarmış. Genim; Farabi, İbn Sina ve Molla Câmî gibi önemli isimlerin eserlerini ilk kez orada okumuş. Bu kitapları bazen Kuzguncuk’tan bazen de Cağaloğlu’ndan alırmış. Yabancı kitaplar için ise Beyoğlu’na giderlermiş. “1960 Anayasası’nın getirisi olarak yayınlar daha özgür olmaya başlamıştı” diyen Genim, henüz 17 yaşındayken burada Erasmus’un Deliliğe Övgü’sünü okumuş. Genim, “İlk okuduğumuzda hiçbir şey anlamıyorduk ama kazancımız, anlamadığımızı anlamış olmaktı. Bazı şeyleri anlamak için daha derinlemesine okumamız, felsefe ve sosyoloji bilmemiz gerektiğini öğrendik” diyor. Kuzguncuk Kültür Derneği’ne yalnızca Müslümanlar değil, Ermeni, Rum ve Musevi çocuklar da gelirmiş.
SENİN TERCİHİN MİMARLIK OLMALI
O yıllarda her öğretmen yalnızca ders anlatmaz aynı zamanda kendi alanında da üretirmiş. “Edebiyat öğretmenlerimiz yazardı, şiir-roman yazarlardı. Lise son sınıftaki hocam Mehmet Pesen tanınan bir ressamdı” diyor Genim. Tercih zamanı geldiğinde Pesen, tüm öğrencilerine nereyi tercih edeceklerini sormuş. Genim’e gelince, “Senin tercihin belli, sen mimar olacaksın” deyip geçmiş. Doğumundan itibaren başta mimar olan dedesi Kenan Mermer olmak üzere herkesin arzusu Genim’in mimar olmasıymış. İsmi de bu sebeple “Sinan” konmuş. Lisedeyken teyzesinin eşi, eski bir albay olan Nazmi Sevgen eniştesinin “Anadolu Kaleleri” isimli kitabı için Albert Gabriel’in haritalarını çizmiş. Ardından dedesi kendisine ait bir grafos takımı hediye etmiş. Tercih zamanı geldiğinde hem akademiye başvurmuş hem de lisede edebiyat kolundaki arkadaşlarıyla birlikte gittikleri Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne. Siyasal’da okumaya niyeti olmasa da her ikisini de kazanmış. Yıl sonunda mezuniyet esnasında lise müdürü kendisini yanına çağırarak, “Her sene bu okuldan Mülkiye’ye mutlaka öğrenci gönderirdik. Bu sene kazanan tek sen oldun, sen gideceksin” demiş. Böylece Genim, Ankara Siyasal’ı tercih etmek durumunda kalmış. Ancak Ankara’nın kültürel anlamdaki homojen yapısına alışamamış. “Kuzguncuk’tan gelmiştim. Oradaki entelektüel hayatı, aramızdaki konuşmaları, sohbetleri çok arıyordum” diyor. Ertesi sene Ankara’dan ayrılarak İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Yüksek Okulu’na başlamış. Mimarlık yaşamına henüz öğrenci iken 1967 yılında Millî Saraylar Dairesi’nde başlamış. “Bizim ailemiz devlet dışında hiçbir yerde çalışmamış. Kimisi imparatorluğun paşası kimisi valisi kimisi ise şeyhülislam...Hepsi devlet sayesinde hayatlarını düzenleyen insanlar. Anneannem uyarırdı, ‘Oğlum aman dikkat et bizim ailemiz ticareti bilmez. Babanla dayının ticaret merakı olmasaydı bugünkü mal varlığımızın yüz misline sahiptik’ diye. Ben de onun öğüdünü dinledim” diyor Genim. 1971-1974 yılları arasında mezun olduğu okulda Mimarlık Tarihi ve Rölöve asistanlığı yaparken İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Mimarlık Bölümü Rölöve ve Restorasyon Ana Bilim Dalı’nda yüksek mimarlık eğitimini tamamlamış. 1974-1981 yılları arasında Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un teşvikiyle Turgut Cansever’den sonra İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Estetik ve Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistan olmuş. “Neden Estetik ve Sanat Tarihi Kürsüsü’nü seçtiniz?” sorusuna “Sanat tarihi, arkeoloji ve estetik bilmeden iyi bir mimar da iyi bir entelektüel de olamazsınız. Bunları öğrendikten sonra kendinize ait bir bakış, bir felsefe geliştireceksiniz. Kendinize ait bir yorumunuz olacak” diyerek cevap veriyor.
Üniversitedeki akademik çalışmaları sonrasından önce Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ardından Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyeliği yapmış. Öğretim üyeliği ile birlikte aktif mimarlığı da sürdürmüş. Genim, yakın çevresinden tanıdığı ressam Nurullah Berk ve çevirmen Münevver Andaç’ın kızı Renan Berk ile evli. Eşi ile Kuzguncuk’tan komşu olduğunu söyleyen Genim, Renan Hanım’ı neredeyse 2-3 yaşından beri tanıyor. Çiftin Gülter Esra ve ardından Münevver Azra isimlerini verdikleri iki kızı var.
TOPKAPI SARAYI’NDA HER SEFER YENİ BİR ŞEY GÖRÜRÜM
İlk kez yedi yaşında dedesi ile birlikte Topkapı Sarayı’na adım atmış Genim. O günden sonra sayısız kez bu yapıya girip çıkmış. Ortaokul ve lise öğrenciliği sırasındaki gezileri üniversite sonrası profesyonel ziyaretlere dönüşmüş. 1974-1981 yılları arasında Mimar İlban Öz’ün yanında yardımcı mimar olarak çalışmış. Mutfakların karşısındaki Sami Özgiritli ile gümüş eşya seksiyonu yıkılmışken yeniden inşa etmişler. Böylece II. Mahmud’dan beri Topkapı Sarayı’nın içerisinde bina yapan tek mimar olmuş. “Avucumun içi gibi bilirim” diyor Genim, Topkapı Sarayı için ancak ekliyor: “Hala girerim, o güne kadar farkına varmadığım yeni bir şey görürüm. Hâlbuki o şey 200-300 senedir orada. Fakat ben yeni görüyorum. Ve hep şunu düşünürüm, ‘5-10 sene sonra bir kez daha gireceğim ve yeni bir şey daha göreceğim.’ Çünkü ancak o zaman bilgi seviyem onu görmeye müsait olacak.”
O BİZDEN YANİ KUZGUNCUKLU
Kuzguncuk’un o çok renkli günlerinden bugüne yalnızca bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar Ermeni, bir-iki de Musevi aile kalmış. Rumlar ise tamamen ayrılmışlar bölgeden. Bu çözülmenin en üzücü örneklerinden birini de annesinin cenazesinde görmüş Genim. 1965 yılında vefat eden anneannesinin cenazesinde cami avlusunun yarısından fazlası gayrimüslim konu komşu ile dolu iken 1989’daki annesinin cenazesinde zaten biraz boşalan avludaki gayrimüslimler, “Namaza durmayan cemaat caminin avlusunu boşaltsın” diyerek uzaklaştırılmış. Sinan Genim, özellikle Musevilerin ayrılmasını kurulan İsrail Devleti’ne bağlıyor. Osmanlı halkları içerisinde azınlık kategorisinde yer almayan, Lozan’da azınlık olmayı reddeden “Biz bu ülkenin vatandaşıyız” diyen Museviler, daha sonra birer birer İsrail’e yerleşmişler. İstanbul’dan gidenler arasında Genim’in daha sonra İsrail Devleti’nde bakanlık konumuna gelen ilkokul arkadaşları da varmış. 6-7 sene önce yeniden Kuzguncuk’taki sinagogda dua sonrası toplanan arkadaşları Genim’i de cumartesi kahvaltısına çağırmışlar. Genim, sinagogun kapısından öyle rahatça girince kapıdaki polis kulübesinden çıkan 3-4 polis Genim’i durdurmuş. İçeriden arkadaşları da “O bizden gelsin” diyerek koşturunca kendisini tanıyan polisler şaşırmış, “Siz Müslüman değil misiniz? E bizden diyorlar?” diye sormuşlar. Genim, “Müslümanım evet. Onlar ‘Kuzguncuklu’ olarak bizden diyorlar” diyerek yanıtlamış.
NİÇİN GENÇLERE İTİMAT ETMİYORUZ?
Sinan Genim, 1980 yılında Büyükada Anadolu Kulübü’nün mimarlığını üstlenmiş. Dönemin Sağlık Bakanı Ali Münif İslamoğlu ise binanın kontrolü için gelmiş. İslamoğlu, başhekimlik yapmış bir doktor aynı zamanda daha önce 1957’de de milletvekilliği yapmış, sert ve biraz da ters bir adammış. Genim’in yaşının genç olduğu için önce itimat edememiş. Daha sonra çalışmalarını görünce ısınmış ve gelip, “Seni çok sevdim” demiş ve nedenini şöyle anlatmış: “Önce çok şüphelendim senden. Sonra aklıma geldi: 1958’de Adnan Menderes ile Adana’da bir geziye gitmiştik. Adnan Bey çok erken kalkar, gezerdi. Biz geç kalkıp, kahvaltıya indiğimizde yanında genç bir adam gördük. Adnan Bey dedi ki, ‘Devlet Su İşleri’ne bundan sonra bu genç adam bakacak.’ Sabahleyin 6.30’da gitmiş şantiyeye bakmış genç bir adam. ‘Ne yapıyorsun, bu saatte ne işin var?’ diye sormuş. ‘Organize ediyorum, çok adam var’ diye cevap veren o şantiye şefi, genç adam Süleyman Demirel’di. Beyefendi senden de gençti. Bu anı geldi aklıma ve kendime sordum ‘Niçin genç adamlara itimat etmiyoruz?’ diye.”
YENİ ŞEHİRLER İNŞA ETMEK LAZIM
Genim, Çengelköy’deki ofisini ahşap bir bina görünümünde sıfırdan betonarme olarak inşa etmiş. Geçtiğimiz sene ofisin yanındaki yapıda çıkan yangın bu betonarme duvarlar sayesinde ofise sıçramadan kontrol altına alınabilmiş. Bu nedenle malzemenin değil, yapının önemli olduğunu düşünüyor. “Sen eğer kötü yazı yazıyorsan veya yazı yazmayı bilmiyorsan dolma kalemle de yazsan sonuç kötüdür, kurşun kalemle de. Kalem bir araç, esas olan sensin. Betonarme bir malzeme, tıpkı taş gibi, tuğla gibi, kerpiç gibi. Sen bunu kullanmayı beceremiyorsan malzemenin kötülüğünden değil senin kabiliyetsizliğinden. Kötü yazı yazmandandır.” diyor. İnsanın en büyük handikapının kendisine yalan söylemesi olduğunu söylüyor Genim. “Kendi kendine yalan söylemekten nefret ederim. Son depremle ilgili olarak bana ‘Kim suçlu?’ diye soruldu. ‘Hepimiz suçluyuz’ dedim. Amelesinden belediye başkanına, planları yapıp da onaylayan imar iskân bürokrasisine kadar. Yalnız şimdi mi? Hayır 50-60 sene öncesine kadar… Şimdi bir sürü insan arıyor, çünkü korkuyorlar. Söyleyemiyorlar ama endişe duyuyorlar. Oturdukları binalar nasıl yapıldı biliyorlar… Yıllardır söylüyorum yeniden söyleyeyim, yeni şehirler inşa etmek lazım.”
BİLMEYENİN YAPTIĞI RESTORASYON DEĞİL ONARIM OLUR
Beyoğlu’nda şimdiye dek altı yapıyı yeniden ayağa kaldıran Sinan Genim, son olarak semtin önemli tarihi yapılarından Narmanlı Han’ın restorasyonuna imza atmış. Narmanlı Han, 1831 yılında Rus büyükelçilerin konsolosluğu olarak inşa edilmiş bir bina. 1930’larda Narmanlı ailesinin mülkü olmuş. Aile 8-10 metrekarelik odaları kiralık olarak vermeye başlamış. Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Aliye Berger burada kiracı olarak kalmış. Yapı, 2017 yılında Genim tarafından yenilenmiş. 25 senedir kapalı olan bina, günün şartlarına göre düzenlenmiş. Yaptığı restorasyon işlemlerini şöyle anlatıyor: “Venedik Tüzüğü der ki; konunun uzmanı değil, alelade bir izleyici bile yapılan onarımı fark etmeli. Ben Narmanlı Han’da dışarıdan gözükmese bile duvarların arkasına pencere yerlerini muhafaza ederek betonarme perdeler yaptım. Tüm bunlar proje üzerinde kayıtlı. Binanın yapıldığı dönemde içerisinde ısıtma yok, havalandırma yok. Tüm bunlar eklendi. Ayrıca yeni yönetmelik gereğince ticarete açık tesislerin her katına engellilerin ulaşması gerekir. Bu nedenle beş farklı binadan oluşan Narmanlı Han’ın her binasına asansör ve yangın merdivenleri ilave edildi.” Restorasyonun mimarlıktan daha ileri bir faaliyet olduğunu söyleyen Genim, “Önce mimar olacaksın sonra restorasyon yapacaksın. Mimarlığı bilmeyen insanın yaptığı şey restorasyon değil, onarım olur. Biz mimarız, elbette yapının planlamasına müdahale edeceğiz. Geçmişin yaşam şartları başkaydı bugün başka” diyor.