Gece ile gündüzü ayıramıyorum. Buna daha çok içinde bulunduğum imkânlar karar veriyor, çok ka-labalıkta da sakinlikte de yazabiliyorum. Ama tepe çakralarımı gündüz de gece de uyutmam. Bana bıraksalar zamandan öte yola çıktığım anlarda yazıverirdim.
Abdullah Yalın Karadağ yazı hayatına Yedi İklim dergisinde başladı, burada devam ediyor. Sensizler Tekkesi de ilk şiir kitabı olarak Yedi İklim’den çıktı. Karadağ, okurun kitabı eline alınca hemen içini açmamasını, onu her yönüyle incelemesini öneriyor ve devam ediyor: “Hemen içini açmasın kitabı çevirip arka kapağına da baksın orada da bir şiir var. Göç yolu bu. Sicilya’ya, Şili’ye ya da her nereye gitmek istiyorsa.”
Yedi İklim dergisi ile yıllara sari bir birlikteliğim var (Allah ayırmasın). Dergiden ayrı olduğum za-manlarda Dünya’nın karnında sıkışıp kalakalsam da okuma ve yazma işiyle, bu yuvada edebiyata gözlerimi açtım diyebilirim. Hamım, belki pişer kimbilir belki de yanarım. Uzun zaman süren yazma işçiliğim gün geldi iki kapak arasına girdi. Bu hissiyatı illa anlatmak gerekirse; küçüklüğümden beri yaşam ve eğitim hayatım süresince sürekli şehirler aştım. Göç edip durdum. Şiirlerim de benim gibi göçebedir. Hatta öyle ki kitap ilk çıktığında İstanbul’da bile değildim. İlk 1 hafta göremedim, ulaşa-madım. Düşünsenize bekliyorsunuz, bekliyorsunuz o heyecanı anlamak istiyorsunuz tüm bu bekleme-leriniz nihayete eriyor derken nasip işte 1 hafta daha beklemek zorunda kalıyorsunuz. Eser ilk yayınlandığında kavuşamamayı hissettim. Öyle her istediğinize her zaman kavuşamıyorsunuz.
An geldi dergimizin Üsküdar’daki yerine gittim, kitabı gördüm yanımda Ahmet Tahir Haksal ağabey vardı dergimizin emekçisi. İlerleyen yaşına rağmen her ay dergileri, bizim gibi toyların kitaplarını gi-diyor kilometrelerce uzaklardan yükleniyor, getiriyor. Allah ondan razı olsun. Bir sessizlik var tabi bende. 1 hafta süresince tebrikler ediliyor, paylaşımlar yapılıyor ama elime alamamışım kitabı. Böyle ağlasan olmaz, sevinsen olmaz, ne yapacağımı bilemedim. Bir de dedim ya yanımda Ahmet ağabey var tam duygularımı da hissedemiyorum, açığa çıkaramıyorum. Ama şükrettim. Acaip bir şey bu his. Kitabı avucumun içine aldım, sayfaları hızlıca dehşetengizce çevirip bırakıyorum. Kitabın içinde ya-şanmışlığın rengi ve kokusu. Şükür.
Ne yazacağımı, kime yazacağımı bilemedim. Başım dönüyordu o sıralar. Ailem, sevdiğim, Ali Haydar hocam, Mete hocam, Seyfettin hocam, Cihan abla… Hatırlamıyorum bazı şeyleri.
Okur kitabı eline alınca kapaktaki resme iyi bir baksın, orada bir şiir var (Resim Nuray Yüksel’e ait). Hemen içini açmasın kitabı çevirip arka kapağına da baksın orada da bir şiir var. Göç yolu bu. Sicilya’ya, Şili’ye ya da her nereye gitmek istiyorsa. Oraya göç etsin. Sonra dilediği yerden başlayabi-lir.
Gece ile gündüzü ayıramıyorum. Buna daha çok içinde bulunduğum imkânlar karar veriyor, çok ka-labalıkta da sakinlikte de yazabiliyorum. Ama tepe çakralarımı gündüz de gece de uyutmam. Bana bıraksalar zamandan öte yola çıktığım anlarda yazıverirdim.
Evvel böyle değildi. Bir kağıdım ve bir uçlu kalemim hep olsa da yanımda artık ben de makinalaşıyo-rum, affola…