FETÖ'nün mağaza zincirlerinden bir dönem başında olan ve sonrasında soruşturmalar kapsamında kayyum atanan NT'deki örgüt yapılanmasını, yayınlardaki inceleme sistemini ve diğer tüm yanlarını İsmail Demirci, kalem kalem yorumladı. NT'nin 'Sıfırbeş Cemil'i ise hiç şüphesiz yazının en dikkati çeken öznesi...
Yayıncılığı 1991 yılında adım attım. 90'lı yıllarda yayınevleri bu kadar fazla kitap neşretmiyorladı ama dağıtım sorunu o yıllardan beri yayıncılık sektörünün birincil sorunuydu. Büyük dağıtımcılar dini içerikli kitap neşreden yayınevlerine mesafeliydiler, ki o yıllarda idelojik kamplaşma daha belirgindi. Sadece dağıtımcılar değil, büyük şehirlerdeki belli başlı kitapçılar da İslamcı/muhafazakar yayınevlerinin kitaplarını raflarına pek koymazlardı. Şimdilerde ticari rekabete pek fazla dayanamadıkları için çok azaldı ama o yıllarda İstiklal Caddesinde kitabevleri doluydu ve bu kitabevlerinin ideolojik yaklaşımları nedeniyle raflarında hep belli başlı yayınevlerinin kitapları yer alırdı. Hakeza Nezih Kitabevleri de aynıydı, “dinci" dedikleri yayınevlerinin kitaplarını raflarına koymaktan uzak dururlardı. 90'ların ikinci yarısından itibaren iyice yükselen İslamcı söylem, siyasette de başarılı olmasıyla birlikte muhafazakar yayınevlerinin kitaplarının da satışı arttı ve yavaş yavaş kitabevlerinin de ideolojik karşıtlığı azalmaya başladı.
Bu arada, Doğan Grubu'nun zincir mağazaları D&R'ler çoğalmaya başladı, İnkılap, Remzi gibi ekonomik olarak güçlü yayınevleri de AVM'lerde kitabevileri zinciri kurmaya başladılar. 2000'li yılların başına kadar muhafazakar yayınevleri kitaplarını bu zincir mağazalara kabul ettirme gayretiyle sürekli eşiklerini aşındırdılar. Tabi 2000'li yıllara gelindiğinde İslamcı yayınevlerinin yayın tarzında değişiklikler belirginleşmeye başladı. Büyümeye başlayan bazı yayınevleri 80 ve 90'lı yılların ilk yarısındaki Arapça ve Farsçadan çeviri kitapların yerini yerli yazarlar almaya başladı. O devirleri yaşayanların malumudur ki, bu dönüşüm Türkiye'deki siyasal ve sosyal içerikli tartışmalarla birlikte yürüyordu. Artık Müslüman Kardeşler veya İranlı mollaların kitapları yerine “Anadolu İslamı" tartışmaları çerçevesinde yerli yazarların öne çıkmaya başladığı dönemlerdi.
Her ne kadar muhafazakar yayınevleri kitap içeriği bakımından yeni türlere girse de, dağıtımcılar ve kitabevleri nezdinde kitaplarını raflara koymak için büyük sıkıntılar yaşıyorlardı. Bununla mücadele etmek için muhafazakar yayıncılar da kendi aralarında dağıtım şirketleri kurmaya başladılar fakat kitabevleri nezdinde yine aynı sıkıntı yaşanıyordu. Büyük şehirlerdeki kitabevi zincirlerine girmek yine sıkıntılıydı.
Büyük şehirlerin nezih semtlerinde ve AVM'lerde çoğalmaya başlayan büyük ve lüks kitabevleri zincirine karşı, muhafazakar yayınevleri daha çok Anadolu'nun işhanı koridorlarında yer alan küçük ve görünüşüyle müşteriyi cezbetmeyen kitabevlerinde kitaplarını satmaya çalışıyorlardı. Bu dönemlerde, muhafazakarların da şehirlerin kalabalık semtlerinde temiz ve büyük kitabevleri açma özlemi belirmeye başladı. Bunu da ilk olarak, o dönemde Cemaat dediğimiz bugünkü FETÖ'cüler yapmaya başladılar. Bir yandan Nil, diğer yanda Tuna mağazaları açılmaya başlanmıştı. Bir süre sonra ikisini bir araya getirerek NT adı altında zincir kitap ve kırtasiye mağazalarını başarıyla gerçekleştirdiler. NT mağazaları zaman içinde ülkenin her iline yayılmaya başladı. Artık muhafazakarların da şehirlerin en nezih semtlerinde büyük ve şık kitabevleri vardı. Bunun muhafazakar yayınevlerine rahat bir nefes aldıracağına inanıyorduk ki, yeni ve farklı bir sorun baş gösterdi. Cemaat'in elinde özgün bir anlayışı vardı ve bunu mağazalarındaki raflara koyacakları kitaplara çeşitli kriterler koyarak uygulamaya başladılar.
NT kitabevlerinin merkezinde oluşturulan birimde önce tüm kitaplar inceleniyor, sonra alınıp dağıtılmasına kararı veriliyordu. Hatta kimi yayınevleri NT satışlarını o kadar önemsiyorlardı ki, kitaplarını baskıya vermeden önce kağıt çıktılarını alarak NT kitap inceleme servisine sunuyorlar, verilen rapora göre kitaplarını yeniden düzenleyip baskıya giriyorlardı.
Aslında başlangıçta bu tutum hoşumuza gitmişti. İnancımıza, ahlakımıza ve geleneklerimize aykırı kitapların satılmayacağı bir kitap mağaza zinciri kurulmuştu. Fakat bu uygulamanın zamanla daha çok İslamcı yayınevlerini hizaya getirmek için bir uygulamaya dönüşmesine şahit olduk. Kitaplarımızın yüzde 70'i NT'nin inceleme komisyonundan onay almıyordu. Onların bir din anlayışı, tarih anlayışı, psikoloji anlayışı, felsefe ve bilim anlayışı vardı. Yayınlayacağınız her kitabın onların kriterlerine uygun olması gerekiyordu ki, ülke içinde sayıları gittikçe artan ve sayısı 180'e yaklaşan mağazasına dağıtım yapılabilsin. Hatta zamanla kitap içeriğinden çıkıp kitabın kapağına kadar müdahale ettikleri bir yöntem halini aldı. İşte o dönemde efsane bir isim haline geldi “Sıfırbeş Cemil". Onun başkanlığındaki inceleme komisyonu, her kitabı, daha doğrusu her fikri satır satır doğramaya başladı. İncelenen her kitaba verilen notlar vardı. Sıfır nokta beş, o kitabin NT mağazalarında dağıtımının yasak olduğunu gösterirdi.
2002-2011 yılları arasında kendi yayınevimin sahibi olarak Sıfırbeş Cemil ile birçok maceralarımız oldu. Kendi yağında kavrulan butik bir yayıneviydik ve dağıtım kanallarına çok ihtiyacımız vardı. O dönemlerde kendi ayarımızdaki orta çaplı İslamcı yayınevleri sahipleriyle görüşüyor, zincir mağaza işini önemsememizi, NT ile bu işin yürümeyeceğini anlatıyordum. Hatta devrin siyasilerinden tanıdıklarıma da dilim döndüğünce Kültür Bakanlığının buna öncülük etmesini istiyordum. Fakat siyasilerden kimsenin kitap ve kültür işleri umurlarında değildi ve Cemaat'le birlikte kazandıkları güçten pek hoşnut görünüyorlardı. Her neyse... Burayı kısa geçelim çünkü böyle söyleyince kimse hoşlanmıyor. NT artık D&R zincir mağazalarından çok daha büyük devasa bir dağıtım ağı haline gelmişti ve muhafazakar yayıncılardan sadece bir elin parmakları kadar bile olmayan birkaç tanesi bu mağaza zincirinden istifade ediyordu.
NT ile çalışmak istiyorsanız önünüzdeki engel sadece Sıfırbeş Cemil değildi. Cemaatin finansı için de kendisiyle çalışan yayınevlerine yönelik yaptırımları vardı. Mesela NT'den sürekli arayan birilerinin “Abi sana 5 Zaman aboneliği, 10 tane Sızıntı dergisi aboneliği yazıyorum" zorlamalarıyla da mücadele etmeniz gerekiyordu. Bunları her ay savuşturmak için uğraşırken, yaklaşan bayramlar tam bir kabus olarak çöküyordu üzerinize. Ramazan ayı boyunca “abi sana 2 burs yazdım", Ramazan'dan sonra Kurban Bayramına kadar da “abi sana şu kadar kurban hissesi yazdım" telefonlarından gına geliyordu. NT ile yıllarca böyle zorlu bir münasebeti yürütmek zorunda kaldım. “Benim yardım verdiğim yerler var", “ben vacip kurbandan başka bir tane de şuraya vereceğim" demeniz asla yeterli olmuyor, yıl sonunda NT ile hesap mutabakatı yaptığınızda mutlaka bir kurban iki burs kesilmiş olarak hesap görüyordunuz. Bu en insaflısıydı.
Sıfırbeş Cemil konusuna tekrar dönecek olursak... Cemaatin anlayışına göre din artık Fethullah Gülen'le kemale ermişti ve her kitapta ondan bir cümle bulundurulsa çok hoşlarına gidiyordu. Evet, Arap ve Fars yazarlı İslamcı kitaplardan hiç hoşlanmıyorlardı. Aslında günümüzdeki temel Anadolu İslamı yaklaşımındaydılar. Sünni-Hanefi-Türk felsefesi hakimdi onlara da. Temel İslami hassasiyetleri biz İslamcılardan daha fazlaydı. Mesela artık kitap kapaklarına da karıştıkları noktada, bir kitabın kapağı Sıfırbeş Cemil'den dönmüştü. Gittim, “niye kapaktan dolayı bu kitabı dağıtmıyorsunuz" diye sordum. Kitabın kapağında, eski ahşap telefon direklerinden birinin üzerinde bir kadın bir erkek eli bulunuyordu. Kadın ve erkek görüntüde yoktu, sadece eller. Eller de birbirine temas etmiyordu fakat birbirini tutacak gibiydiler. Sıfırbeş Cemil, “parmaklarında yüzük olmalıydı" dedi. “Böyle olursa gayrimeşru el ele tutuşmayı cazip göstermiş olursunuz" diye tamamladı. Dağıtımını kabul etmedikleri kimi kitaplara gösterdiği gerekçeler kendinizi kötü hissetmenize sebep bile oluyordu. “Ben galiba bunlar kadar hassas değilim" diye aklınızdan geçebiliyordu.
Gülümseten iki örnek daha anlatıp konuyu tamamlayayım. Üss-i İnkılap adlı iki ciltlik kitabı yüz yıllık sonra ilk defa günümüz Türkçesine çevirip yayınlamıştım. Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerini anlatan çok kıymetli bir eserdi. Kitap hakkında onlarca yazı yazıldı, köşe yazarları bu kitabın yüz yıl sonra yeniden yayınlanmasının öneminden bahsetti. Hiç beklemezdim, Sıfırbeş Cemil'den kitaba yine 0.5 kararı çıktı; yani dağıtılamaz ve satılamaz. Arkadaşlardan bunu duyunca o öfkeyle soluğu Sıfırbeş Cemil'in yanında aldım. Kitap hakkında yazılan bütün yazıları da toplayıp götürmüştüm. “Ne buldun bu kitapta da sıfırbeş verdin" diye sordum. Arka kapak yazısını beğenmemiş! Açtım ağzımı yumdum gözümü: “Cemil abi, bu kitap Sultan II. Abdülhamid'in talimatıyla Ahmet Mithat Efendi'ye yazdırıldı. Birinci cildi Abdülaziz dönemindeki icraatları, ikinci cildi Sultan II. Abdülhamid'in kendi ıslahatlarını anlatır. Abdülhamid şimdi kalksa önce senin kelleni alır" dedim. Güldü, “Öyle mi? Bilmiyordum" dedi ve onay verdi. Arka kapak yazısında padişahlarımız efendilerimiz hakkında daha övgü dolu cümleler kurmamızı tavsiye etti.
Son örneğim de, Bülent Parlak'ın ilk şiir kitabı Sevgili Huzursuzluğum olsun. Kitap çıktığında sevgili Bülent Parlak “abi sen her yere dağıtamıyorsun, kitabım NT'lerde olsun ki her ile ulaşsın" dedi. “Senin kitap Sıfırbeş Cemil'den geçmez dedim." Bülent, “Nasıl geçmez abi, bu bir şiir kitabı. Ben müslüman değil miyim? Sen de uygun görüp basmışsın" dedi. “Al kitabı sen kendin gidip anlat" dedim. Bülent Parlak, kitabını alıp Sıfırbeş Cemil'e gitti. Birkaç saat geçti sanırım. Ben işlerime dalmıştım ki, Sıfırbeş Cemil beni aradı “Abi bu Bülent Parlak kim ya? Benim ve kurumum hakkında vermiş veriştirmiş. Ne olur söyle de yazıyı kaldırsın" dedi. Şaşırdım. Meğer bizim Bülent gidip Sıfırbeş Cemil'le görüşmüş. Sıfırbeş Cemil, Bülent'in şiirlerini mısra mısra okumuş, bazılarını ilginç bir şekilde eleştirmiş ve dağıtıma uygun görmemiş. Bülent de gidip sahibi olduğu İzdiham internet sitesinde buna döşenmiş. Benim haberim sonradan oluyor.