Seyid Çolak’ın ilk filmi Kapan, Türkiye’de ve dünyaya büyük ses getirdi. Yönetmenin ilk uzun metrajı olan Kapan, dünya prömiyerini yaptığı 41. Uluslararası Moskova Film Festivali’nde büyük övgü almış ve adını dünya sinemasına duyurmuştu. Ardından Nepal’den Fas’a uzanan festival yolculuğunda çok sayıda prestijli ödülün sahibi oldu. Türkiye’de de Kayseri, Malatya, Antakya ve Boğaziçi Film Festivaller’de ipi göğüsledi. Gerek konusu gerek rejisiyle dikkat kesilmesi gereken bir film Kapan. TRT ortak yapımı olan ve başrollerinde Onur Dilber, Sami Aksu, Münibe Millet ile Serkan Altıntaş’ın yer aldığı film, bir adada balıkçılıkla hayatlarını idame ettiren beş arkadaşın, aralarından birinin kaybolması ve vahşi bir kurdun ortaya çıkmasıyla yaşadıklarını anlatıyor. Tek bir adada, karakterlerin hikayesi etrafında gerilimi yüksek bir filme tanık oluyorsunuz. Gerçekçi anlatımıyla ve karakterleri ince dokuyan, sembolik atıflarıyla izleyiciyi filme dahil eden bir meselesi var. Film geçtiğimiz hafta vizyona girmişti. Fakat koronavirüs salgını kapsamında sinemaların yıl sonuna kadar kapatılması nedeniyle yolculuğa kısa bir mola verdi. Ancak önümüzdeki günlerde filmi seyirciyle yeniden buluşturmak için yeni yollar aradıklarını söyleyen Seyid Çolak sorularımızı cevaplandırdı.
Keşifle başladı diyebilirim. Atlas Dergisi’nin bir sayısında Mada Adası’nın varlığından haberdar oldum. Daha sonra ada üzerine yapılmış bir belgesel seyrettim. Orijinal bir hikayeyi filme aktarmalıyım düsturuyla hareket ediyordum. Ada mekan anlamında özgün geldi. Hikayeyi yazmaya başladığımda konsept iyice içime sinemaya başladı. Adada yaşayan insanlar ve çıkmak isteyip de bir türlü çıkmayan karakterler. Aynı zamanda dışarıdan gelen bir ‘canavar’ figürü, o da karakterler gibi çıkmaza giriyordu ve ada tüm karakterler için kapana dönüşüyordu. Daha sonra da Güven Adıgüzel’le birlikte senaryo yazım kısmına geçtik. Yaklaşık bir sene senaryo üzerine çalıştık.
Karl Gustav Jung’un şöyle bir çıkarımını hatırlıyorum. Bir ormanı tanımak istiyorsanız kıyısında bir ileri bir geri giderek bunu elde edemezsiniz. Ormana yaklaşmalı ve içine girmelisiniz. Bu ne kadar tuhaf ve ürkütücü görünse de size daha fazla tanıma fırsatı sunacaktır. Aslında bu dünyada karşılaştığımız her şey için bir model olabilir. Bizim adamız da biraz böyle dışarıdan seyretmek ve onu anlamak yerine içine giriyoruz ve karakterlerin aslında nelerle mücadele ettiğine odaklanmaya çalışıyoruz. Kimi değer yargılarımızı bir kenara itmemiz de gerekiyor. İyinin kötü, kötünün de iyi olabileceğini söylemeye çalışıyoruz. Hayatın hiçbir döneminde mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şey yoktur. Doğayı insanı ehlileştiren bir unsur olarak görüyorum. Ancak onunla savaşmaya başladığımızda karşılığını “hak ettiğimiz” şekilde alıyoruz. Bir bütün içinde yaşamak yerine doğadaki bizden güçsüz olan her unsurun efendisiymiş gibi hareket etmeye başladık. Özellikle de sanayileşme, makineleşme ve teknolojik gelişmeyle birlikte insanlar mekanikleşmeye başladı. Kendimi ayrı tutmuyorum. Neden sonuç ilişkisi üzerinden bir dönüşümü anlatmaya çalışıyorum aslında. Kapan’da da insanoğlunun güncel korkuları, yarattığı canavarları, dışarıdan gelen unsura güncel bakışını yansıtan karakterler görüyoruz.
Senaryoya ilk başladığımızda karşı tarafın dünyasına da görüyorduk. İlçeden kimi görüntüler ve karakterler de vardı. Ancak daha sonra bunun hikayenin özüne zarar verdiğini düşündük. Adada başlayıp ve orada bitirme fikri ağır bastı. Bunun üzerine de o baskılanma ve kıstırılma duygusu daha iyi ortaya çıktı diye düşünüyorum. Seyirciyi de psikolojik olarak adadan hiç çıkarmamış oluyoruz. Dikkat ettiyseniz ilçeden gelişlerin hepsini ada tarafından verdik. Ada karakterler için bir çıkmaz evet ancak bu çıkmazı kendileri yaratıyorlar. Dışarının onlara bakışı da sorunlu. Onları ‘adalı’ diye yeni bir forma sokmuşlar. Bizim karakterlerimiz de karşı tarafa geçtiklerinde yeni ‘kapan’lara gireceklerini düşünüyorlar. Aslında tutunabilecekleri tek yer yaşadıkları yer. Ancak dışarı çıkma dürtüsü ağır basıyor. Şehrin sunulan cazibesi de eklenince hepsi (Halit hariç) kendisine nedenler üretip bir çıkış yolu arıyor. Bu da onlardaki psikolojik dönüşüme zemin hazırlıyor.
İnsanoğlu gerçekten karmaşık bir varlık. İnsanın başlangıçtan itibaren bir defteri olduğunu düşünelim. Yaşadıkça da biz o sayfaları dolduruyoruz. Siyah renk kötülüğü simgelesin beyaz da iyiliği. Ne renk yazacağımıza biz karar veriyoruz. Ve defter kalınlaştıkça rengi de ortaya çıkmaya başlıyor. Biz de o renge dönüşüyoruz. Aslında canavar mı olacağız yoksa insan mı kalacağız yine bizim elimizde. Filmdeki canavar metaforu da insanın içinde beklettiği kimi duyguları ortaya çıkartan bir figür. Dostluk ortamı var. Bu dostluk ortamı canavarın sesiyle bölünüyor. Daha sonra da canavarın iyice kendini hissettirmesiyle birlikte kılıçlar çekiliyor. Taraflar belirleniyor. Biz canavarı bütün olarak hiç görmüyoruz. Ayakları, gözleri, gölgesi ve sesi bizi canavar olduğuna ikna ediyor. Karakterlerimiz de oluşturdukları korkuyla birlikte ona rol biçiyor ve sonunu yazmak istiyor. Bu sefer de kaos oluşuyor.
Aslında sadece Casper David Friedrich değil birçok ressamın resimleri ilham vericidir. Friedrich’in puslu ve tekinsiz atmosferi o anlamda yardımcı oldu. Kimi ressamların resimlerine hikayeler yazmak hoşuma gidiyor ve bunun zihnimi de geliştirdiğini düşünüyorum. Neşet Günal’ın Anadolu’daki insan figürleri beni çok etkiliyor. El ve ayak formlarını bozması da ayrıca kıymetli. Karıncaların Yakup’un ayağına çıktığı sahnede onun resimlerinden ilham aldım. Mehmet karakterinin bahsettiği “geçen bir resim aldım, duvara da çıktım” ifadesindeki resim Neşet Günal’ın Duvar Dibi resmiydi. Hatta o sahneyi çektik ancak filme koymadım. Bahis olarak geçmesi iyi ancak onu göstererek anlattığımızda ayrıksı duruyordu.
Sinemalar açılınca vizyon maceramız kaldığı yerden devam edecek. Teknolojiyi imkanlar dahilinde kullanmak istiyoruz. Henüz karar vermek için. Dijital platformdan önce TRT’de yayınlanacak. Belki televizyon gösterim tarihini erkene çekebiliriz. Bunlar hep afaki şeyler. Nasıl hareket edeceğimiz ilerleyen günlerde belli olur. Henüz karar vermek için erken.
Film bittikten sonra da seyircide devam etsin, kimi soruların cevaplarını da seyirci kendisi versin istiyordum. Boşlukları olan ve seyirciye alan açan filmleri seviyorum. Aynı zamanda İtalyan Yeni Gerçekçi akımını ve Türkiye’de de Toplumsal Gerçekçi filmlerin dünyasını kendime yakın buluyorum. Bunların harmanlaması bir iş çıkarmaya çalıştım diyebilirim. Dili ve atmosferi güncel tutmaya çalıştım. Mada Adası görsel olarak gerçekten çok cazip mekan. Bu cazibeye çok kapılmamaya çalıştım. Anlamsız güzel manzaralar kullanmamak için çabaladım ve çekimleri de o şekilde yaptık. Gereksiz filmi uzatacak kamera hareketlerinden de uzak durduk. Kimi yerlerde stabil, kimi yerlerde de hareketli omuz kamera kullandık. Sahne içerik anlamında kendisini nasıl ifade edecekse kamerayı o şekilde konumlandırdım. Önceki sinemacılardan etkilenmemek ve benzeri planlar kullanmamak için ayrıca çabaladım diyebilirim. Günümüz sinemacılarının en büyük handikabı da bu diye düşünüyorum. Neyi nasıl çekerseniz çekin, iyi işler yaparak ön plana çıkmış kimi yönetmenlere benzetiliyor işiniz. Bunu önlemek için de kendi özgünlüğümde bir film yapmaya çalıştım.
Yola çıkarken hiçbir zaman başyapıt yapacağım diye hareket etmedim. Ortalama ve ortalamanın üstü bir iş çıkarsa mutlu olacaktım. Bunun için de prestijli bir festivalde açılış yapmak filmi daha görünür kılacaktı. Bu vesileyle de dünyanın birçok ülkesinde filmimiz seyirci karşısına çıkacaktı. İstediğimiz gibi de oldu. 41. Moskova Film Festivali’nde yarıştıktan sonra filmimiz 20’den fala ülkede seyirci karşısına çıktı. Kimi ülkelerde söyleşilere katıldık. Buralarda filmimizin insanlarda nasıl izler bıraktığına şahit olduk. Olumlu ve olumsuz eleştirileri heybemize katarak ülkemize döndük. Güzel bir süreçti ve Kapan bu anlamda beni, ekibi çok mutlu etti. Hala da festival sürecimiz devam ediyor. Kapan vizyona girdi ve bunun keyfini yaşarken maalesef salgın süreci gereği sinema salonları kapandı. Tam da il il gezerek ekip katılımlı gösterimler ayarlamaya çalışıyorduk. En son Edirne’de yaptık ve bu şekilde sonlandırmış olduk. İnşallah süreç yeniden başlar ve biz de çeşitli illerde filmimizi seyircilerle birlikte seyrederiz. Şimdilik beklemedeyiz.
Obruk beni çok heyecanlandırıyor. İkinci işler kimi sanat dalları için epey sancılı oluyor diye duydum. Şimdilik senaryo aşamasında bir proje. Bu sefer odağında bir kadın karakter var. Onun İç Anadolu bölgesinde açılan devasa çukurlarla mücadelesi ve çevre sakinlerinin dönüşümünü anlatacağız. İçerik hakkında konuşmak istesem de bu kadar söyleyeyim. İnşallah 2021’de çekimlerini tamamlarız.