Kültür dejenerasyonu mutfaktan başlar. Dilini ve mutfağını kaybeden toplum veya insanlar, öz kültürlerini kaybeder, geçmişle bağlarını koparır, tüm değerlerini yitirir. Mutfak kültürü kaybolunca kıyafetler değişir, düşünceler dönüşür, fikirler altüst olur, sanat ve estetik kaybolur. Bir toplumun kimliğini koruyabilmesi için, mutfak kültürünü yaşatması gerekir.
Geçtiğimiz hafta Paris’te düzenlenen Olimpiyat Oyunları açılışında Milli Takım oyuncularımıza giydirilen kıyafetler sosyal medyada eleştirilere maruz kaldı. Anadolu’ya ait birbirinden değerli kumaş çeşitlerimiz, tarihi desenlerimiz ve motiflerimiz var olmasına rağmen, hiçbir yöresel objemizin kıyafetlere yansıtılmaması ve hikayesinin olmaması toplumumuzu derinden üzdü. Oysa kıyafetlerin üzerine tüm dünyanın hayranlıkla takip ettiği bir tel kırmamız, çarpanamız, çinimiz, çintemanimiz veya Osmanlı ipek dokumamız işlenebilseydi, her şey çok farklı olabilirdi. Buna karşın Malezya, Moğolistan, Sri Lanka gibi ülkelerin sporcularının kıyafetleri, yöresel ayrıntılarıyla herkesin beğenisini kazandı. Moğolistanlı iki kız kardeşin tasarladığı kıyafetler, bayraklarının rengini, geleneksel el sanatlarını ve tarihlerini yansıtarak büyük takdir topladı. Özüne sadık, yenilikçi, şık ve estetik… Bir kıyafetle bir ülkenin kimliği nasıl yansıtılır, tüm dünya görmüş oldu. Çünkü aidiyet ve kendin olmak, özüne bağlı olmak bunu gerektirir. Saygınlık başkalarını örnek alıp asimile olarak değil, öz kültürünü gururla taşıyarak kazanılır. Biz suçu başkasında değil kendimizde arayalım. Çuvaldızı kendimize batıralım. İnsan aslını bilmeli ve ona uygun hareket etmeli. En son üzerimize giydirilen pijamalar, her anlamda dikkatli olmamız ve özellikle kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini yeniden hatırlattı bize.
Bize ait olanı, bizden olanı sahiplenerek büyüyebiliriz
Ne yazık ki bizim hâlâ “batılı gibi olma” gibi bir derdimiz var. İnsanlarımızın yabancı kültürlere olan özentisi, kendi kültürünü sahiplenme konusundaki özensizliği, kültürel öğelerini küçümsemeleri, yazılı ve görsel basın yayın organlarında yer alan programlarla Batı’ya özenmenin teşvik edilmesi, dizilerde ve filmlerde bilinçaltına işlenen mesajlar, sözde sanatçıların topluma dayattığı ideolojiler, sıra dışı yaşantılar ve aykırı düşünceler ne yazık ki gün geçtikçe normalleşmeye başladı. Kültürümüze, tarihimize, mutfağımıza ve köklü medeniyet tasavvurumuza ait birçok değerimiz, sesi çok çıkan bir kısım “sözde entelektüeller” tarafından bilinçli ve planlı bir şekilde dışlanmaya ve yok sayılmaya çalışıldı. Bize ait olanı, bizden olanı sahiplenmek yerine başkalarının değerlerini sahiplenmeye başladığımız an, yitirmeye başladık değerlerimizi.
Yön veren konumundan yönetilen konumuna geçtiğimizi fark edemedik
Aslında her şey mutfağımızın yozlaşmasıyla başladı. Mutfak başlı başına bir güçtür ve Batı bunu idrak etti. 19. yüzyılda başlayan Batılılaşma cereyanıyla Fransız kültürünün yoğun etkisi altına giren yeni hayat biçimi, kültür ve medeniyet değişikliğine giden yolu açtı. Fransızca bilmek, alafranga kıyafet giymek, alafranga yemek yemek, hatta sofra adabı kurallarını bu kültüre uyarlamak, “kadim olanla” bağlarımızın zayıflamasına zemin hazırladı. Modernizm çatısı altında yaşanan hızlı değişim karşısında ayakta durmakta zorlanan insanımız, yön veren konumdan yönetilen konuma geçtiğini fark edemedi bile. Bu süreçte, Batılılaşma hareketiyle birlikte öz kültürümüzden uzaklaşmaya başladık. Kendi mutfak kültürümüz, kıyafetlerimiz, yaşam tarzımız, toplumsal değerlerimiz Batılı normlarla yer değiştirdi.
Kim derdi ki yemeğini sağ elle yiyenler görgüsüz olacak!
Sağ el ile yemek yiyen atalarımız modernleşme etkisiyle çatalı masasında sola koyarak bir anda sol el ile yemeğe itildi mesela. Kültürümüzde tavsiye edilmeyen ve toplumun alışkanlıklarına ters olan bu durum, zamanla yerleşik hale geldi. Yemeklerin sol elle yenmesinde bir bahis görülmemeye başlandı. Bize ait olmayan bu sözde adap kuralı bir de adabı muaşeret kurallarımız içine dahil edildi. Çatalı solda tutanlar medeni, yemeği sağ eliyle yiyenler görgüsüz, medeniyetimizin sembolü tahta kaşık kullananlar köylü, cahil sıfatlarıyla ayrıştırıldı, hakir görüldü.
Sofrada muhabbetin kalkmasıyla tadımız kaçtı
Sofrada konuşulmaz dediler sonra. Onu da sofra adabı kurallarımız içine dahil ettiler adap kurallarımızdan bihaberler. Bir de “dini emir” gibi işlediler zihinlerimize. Sofra başındayken ağızdan çıkan her kelime yemeğe saygısızlık olarak atfedildi. Ailenin, dost akrabanın bir sofra etrafında toplanıp muhabbet ettiği, sevinçlerin, hüzünlerin paylaşıldığı o güzelim sofralar yerini suskunluğa bıraktı. Tadımız kaçtı, uzaklaştık birbirimizden. Evlerde sofra kurulmaz oldu. Modern yaşam koşullarında karnı acıkan, kimi zaman ekmek arası sandviçle, kimi zaman hazır köfte makarnayla doyurdu karnını. Yalnızlaştık, bencilleştik, birbirimize yabancılaştık. Aslında her şey sofradan muhabbetin kalkmasıyla başladı. Çatalı sağ tarafa aldığımızda bir şeyler yerinden oynadı, düzenimiz bozuldu.
Kültürünü unutan başkalarının kültürüyle yaşamaya mecburdur
Yıllardır sesimi duyurabildiğim her mecrada bunu anlatmaya çalışıyorum. Kendi kültürünü unutan bir millet, başka milletlerin kültürüyle yaşamaya mahkûm olur ve zamanla yozlaşır. Egemen kültürler öncelikle buna açık toplumları yozlaştırır ve ardından onları yönetir. Bu anlamda mutfak kültürü, bir milletin kimliğini oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Kültür dejenerasyonu mutfaktan başlar. Dilini ve mutfağını kaybeden toplumlar, kendi öz kültürlerini kaybeder, geçmişle bağlarını koparır. Mutfak kültürü kaybolduğunda kıyafetler değişir, düşünceler dönüşür, fikirler alt üst olur, sanat ve estetik kaybolur. Yani mutfak kültürünü kaybeden toplumlar aslında her şeyini kaybeder.
Bizi ayakta tutan kültürel kodlarımızın dejenere edilmesine müsaade etmeyelim
Yüzyıllardır tarih sahnesinde yer alan biz Türkler, gücümüzü kendimize has kültürel kodlarımızdan, değer verdiğimiz ve üstünlük atfettiğimiz maddi manevi değerlerden alıyoruz. Bu değerler, tarih boyunca millet olarak bir arada bulunmamızı sağlamış, aynı zamanda manevi bir role bürünerek bizlere her zaman yol gösterici olmuştur. Bu noktada kendi öz değerlerimize göre şekillenen kültürel kodlarımız, bizi var eden en önemli temel taşlarımızdandır. Modernleşme adı altında değiştirilmeye çalışılan değerlerimiz üzerine daha fazla düşünmeli ve bizi ayakta tutan kodlarımızın dejenere edilmesine müsaade etmemeliyiz. Bizler kökleri sağlam, güçlü ve büyük bir medeniyetin evlatlarıyız. Başkalarının bizden örnek alacağı çok şey var. Artık Batı’ya öykünen bu ezik psikolojiyi aşmalı ve büyük bir gururla özümüze dönmeliyiz. Sağlık, afiyetle…