Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker, kişisel internet sitesinde, Kur’an'da adı geçen peygamberlerin hayatına ilişkin bir yazı yazdı. Ülker, "Kur'an dine davet kitabıdır kıssalar daveti pekiştirir" başlıklı yazısını, Ebu'l Hasan En-Nedvi’nin gençlere yönelik kitabından alıntılar yaparak kaleme aldı.
İşadamı Murat Ülker, kişisel internet sitesinde "Kur'an dine davet kitabıdır kıssalar daveti pekiştirir" başlığıyla yayınladığı yazısının tamamında şu ifadelere yer verdi:
Bugün konumuz Kur’an’da adı geçen Peygamberlerin hayatı. Hem konumuz bu hem de yazımıza konu olan kitabımızın adı aynı. Ebu’l Hasan En-Nedvi’nin yazmış olduğu gençlere yönelik bir kitaptan söz ediyorum. Yazarımız;
Ebu’l Hasan En-Nedvi 1914 yılında Hindistan Lucknow’da doğdu (*) . Soyu Hz.Hasan’a dayanır. Lucknow ve Lahor’da dini ilimlerde öğrenim gördü. Deyubende Üniversitesi ile Daru’l Ulum Üniversitelerinde ders verdi. Çeşitli müesseselerin kurucusu oldu. 1961’de, 1894’te Hindistan’da kurulmuş bir ulema cemiyeti olan Nedvetu’l Ulema başkanlığına seçildi. 1999 yılında vefat edene kadar bu görevde kaldı. Türkiye’de dahil birçok ülkeyi ziyaret ederek konferanslar verdi. Çok sayıdaki eseri ile günümüzdeki İslami düşünüşünün oluşumunda büyük pay sahibidir. Bugün size “kıssadan hisse” yapacağım eseri gençlere Kur’an adı geçen peygamberleri öğretmeye çalıştığı bir eserdir (**) . Hz.Adem (A.S), Habil ve Kabil (A.S), Hz. İsmail (A.S)’ye yazar kitabında yer vermemiş, bu peygamberlerin öyküsünü yayınevi eklemiştir. Şimdi hep birlikte ünlü İslam düşünürü gençlere peygamberlerimizi nasıl anlatıyor bir bakalım:
Eski, çok eski zamanlarda yeryüzünde insan yoktu. İnsan suresinin ilk ayetinde insan anılacak bir hale gelmeden üzerinden (tarih öncesi) çok uzun zaman geçti, diyor.
Dağlar, topraklar, sular, çeşit çeşit hayvanlar vardı ama hiç insan yoktu, insansı yaratıklar vardı, diyeceğim ben. Yüce Allah meleklere, “…Ben yeryüzünde bir halife (yetişmiş bir vekil) var edeceğim…” ve “…Âdem’e secde edin…” (el-Bakara, 2/30, 34) buyurdu.
Melekler insan denilen şeyin varlığını merak ediyorlardı. Bunun için sorup öğrenmek istemişlerdi. Yüce Allah bunun üzerine; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” (el-Bakara, 2/30) buyurdu.
Nihayet Yüce Allah Ademi (as) topraktan yarattı. Ona ruhundan üfledi, “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (el-Bakara, 2/31). Daha sonra onun bütün yaratılmışlardan üstün olduğunu, yeryüzünde halife olmaya layık olduğunu meleklere göstermek ve onların merakını gidermek için bir sınav yaptı. Meleklere, “Eğer [sözünüzde] sadıksanız bunların isimlerini bana bildirin.” (el-Bakara, 2/31) buyurdu. Sanki burada Rabbimiz insanların dünya yaşamları süresince tüm elde edecekleri bilgi ve teknolojiye işaret ediyor. Meleklerin bu konuda bilgileri yoktu. Melekler: “Sen Sübhânsın (kusursuz mükemmellik), Senin bize öğrettiğinden başka ilim ne mümkün bizim için”, Şeytan ise: “Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (el-A‘râf, 7/12), yani ben hiç çamurdan yaratılmış birine secde eder miyim!? dedi. Halbuki;
Üstünlük sadece Allah’a yakın olmaktır. “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanı[yıp sahip çık]manız için milletlere, sülalelere ayırdık. [Şunu unutmayın ki] Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi bilendir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” el-Hucurât, 49/13).
“[İblis] dedi ki: “Beni azdırdığın için, and olsun ki Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, artlarından, sağlarından ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (el-A‘râf, 7/16-17).
Yüce Allah bunun üzerine şeytana şöyle buyurdu: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Kim uyarsa sana onlardan, and olsun cehennemi dolduracağım sizinle toptan.” (el-A‘râf, 7/18). Ancak “Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapkınlar bunun dışındadır.” (el-Hicr, 15/42).
Yüce Allah Adem ve Havva’ya cennette şöyle buyurdu: “Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin, ikiniz oradakilerden dilediğiniz gibi bol bol yiyin.” (el-Bakara, 2/35). Sonra Adem ve Havva yasak meyveyi yiyince Yüce Allah onlara şöyle seslendi: “Yalnız bu ağaca yaklaşmayın; yoksa olursunuz zalimlerden.” (el-A‘râf, 7/19), “Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?” (el-A‘râf, 7/21). “Şeytana ayak uydurmayın, zira o sizin için apaçık bir düşman.” (el-Bakara, 2/168) demiştim, neden emrimi dinlemediniz!? Başlarını öne eğip ağlamaya başladılar ve : “Her ikisi, “Rabbimiz! Kendimize zulmettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen perişanlık çekenlerden oluruz.” dediler.” (el-A‘râf, 7/23). Evet, terbiye ediyor Rabbimiz, kaçınılmaz hatalarımızdan nasıl af ve tövbe dileyerek O’na sığınacağımızı öğretiyor bize…
Yüce Allah onları cennetten çıkarırken şeytanla birlikte hepsine şöyle buyurdu: “Birbirinize düşman olarak [yeryüzüne] inin.” (el-Bakara, 2/36).
Habil ile Kabil iki zıt karakter tanımı, kardeş bile olsa dünya menfaati, karşı cinse duygular ve kıskançlık insanı kardeşine bile düşman ediyor…
İlk katl ve kaçış gerçekleşiyor iki kardeş arasında…
İnsanlar şirke düşüyor. Tek, bir Allah yerine O’na ortak, benzer tanrılar ediniyorlar. Zaten çok tanrıcılık böyle çıkmıştır. Zira Allah Adem’i dünyaya gönderdiğinde, o Allah’ı biliyordu hakkel yakin, bir peygamberdi. Zaten bir tek Allah’a inanmadan çok tanrıya inanmak ve ona eş koşmak mantıken kabil değildir.
Toplumda iftira, dedikodu, koğuculuk baş gösteriyor… Yani peygamberlere ihtiyaç var!
Allah Nuh’u peygamberlikle görevlendirdi. Nuh kavmine “Doğrusu ben güvenilir bir elçiyim sizin için.” (eş-Şuarâ, 26/106) deyince halk ona şöyle cevap verdi: Bu peygamber ne zaman çıktı? Düne kadar bizden birisiydi. Bugün ise ben sizlere Allah’ın elçisiyim, diyor.
Nuh’un arkadaşları da şöyle dediler: O küçükken bizimle oynar ve her gün yanımızda otururdu. Ona ne zaman peygamberlik geldi? Gece mi yoksa gündüz mü? Allah, ondan başkasını bulamamış mı? Halkın hepsi öldü mü? Kavmin içinde o fakir kimseden başkası yok mu? Bu da sizin gibi bir insandır. Eğer Allah dileseydi gökten melek indirirdi. Biz bunu babalarımızdan ve öncekilerden işitmedik, biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz. Sana ancak aşağılık ve fakir kimseler uymuşlardır.
Nuh “Ey Milletim! Elbette ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.” dedi. (Nûh, 71/2). Nuh peygamber içimizden biriydi, onun kendini farklı kılacak bir özelliği yoktu, zengin, asil veya yöneticilerden değildi. Bilakis Allah bize doğru yolu göstermek için içimizden birini seçmişti. Bu ona inanmayı kolaylaştıracak herkesin dini anlayıp uygulamasını mümkün kılacaktı. Ama, sapıklıktır bu yeni din (yol) ve oğlu bile ona inanmadı dediler, inanmadılar ve iklim değişti, tufan oldu, sadece inananlar kurtuldu. Neticede daima Allah’ın dediği olur.
Allah Nuh’un soyunu bereketli kıldı. Onlardan biri Ad kavmi idi. Onlar çok güçlü insanlardı, kimseden korkmazlardı, fakat herkes onlardan korkardı. Yüce Allah Ad için her şeyi bereketli kılmıştı. Ad’ın arazisi de güzel ve yemyeşil bir araziydi. Orada çok sayıda bahçe ve pınar vardı. Ama onlar bunca nimete karşı şükretmediler. Nuh ümmetinin putlara taptığı gibi Allah’a ortak koştular, putlara tapıyorlardı. Artık zalim oldular diğer insanlara…
Allah Ad kavmine bir peygamber göndermeyi diledi. İşte Hud, bu peygamberdi. Ad kavminde soylu bir evde doğmuş, akıllı ve dosdoğru biri olarak büyümüştü. Hud, kavminde davete başladı. Şöyle diyordu: Ey Kavmim, Allah Teala’ya ibadet ediniz. Sizin için O’ndan başka ilah yoktur. Ey Kavmim! Siz Yaratan’a (Allah) tapmıyorsunuz da neden taşlara tapıyorsunuz? Ey Kavmim! Bu taşları daha dün kendiniz yaptınız! Nasıl bugün onlara taparsınız? Kuşkusuz Yüce Allah, sizi yaratmış ve size rızık vermiştir. Mallarınızı, ürünlerinizi ve evlatlarınızı bereketli kılmıştır. Sizi, Nuh kavminden sonra yeryüzünde hakim kılmış ve size güç vermiştir. Bu nimetlerin karşılığı, sizin başkalarına tapmanız değil, Yaratan’a (Allah) ibadet etmenizdir.
Ad kavmi Hud için: O, ya delidir ya da mecnun! Sen akılsız ve yalancısın dediler…
Hûd kavmine şu öğütleri verdi: Ey Kavmim, düne kadar ben sizin kardeşiniz ve arkadaşınızdım! Beni tanıyorsunuz. Ey Kardeşlerim, niçin benden korkuyor ve kaçıyorsunuz? Ben mallarınızı eksiltmiyorum. Ey Kavmim, ücret olarak mallarınızdan bir şey istemiyorum. Benim ücretimi Allah verecek. Yüce Allah’a ibadet etmekten niçin kaçınıyorsunuz? O’na iman ettiğinizde mallarınızdan bir şey kaybetmeyeceksiniz! Tersine O, rızkınızı bereketlendirecek ve kuvvetinizi artıracaktır. Niçin benim elçiliğime şaşırıyorsunuz? Muhakkak ki Allah herkesle konuşmaz! Gerçekte Allah herhangi birine, “Şunu yap, bunu yap!” demez! Yüce Allah her kavme kendilerinden birini peygamber gönderir ve böylece onlarla konuşup onlara öğüt verir. Size öğüt vermem ve sizinle konuşmam için de beni elçi olarak gönderdi. Sizi Yüce Allah’ın azabından korumak için Rabb’inizden bir davetle size gelen bir insana mı şaşıyorsunuz?
Fakat hiçbiri imana gelmedi: “Ey Hud! Senin ispatın yok, delile de sahip değilsin. Bize yalnız Allah’a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? (el-A‘râf, 7/70). Söylediğin bir söz için babalarımızın taptığı tanrıları mı terk edeceğiz?” dediler. İnatçıydılar, tutucular değişime karşıydı.
Sekiz gün, yedi gece uzun süren bir fırtına değil, tabii afetti. Neticede değişime direnen tutucu sapıklar yok oldular. Müslümanların kutsal kitabı Kuran’ımız Eski ve Yeni Ahidden sonra gelen güncellenmiş bir versiyondur, değil mi?
Yine müreffeh gelişmiş ama yoldan çıkmış bir kavim, yine tutuculuk, yine yeni fikri horlamış ve aşağılamış ve birden dağlardan çıkan deve ve doğurması (el-A‘râf, 7/73), acaba göçebelerin şehre inişi ve yerleşik hayata geçişi mi, yoksa yeni fikirler, toplumsal değişim mi? Sanki göçerlerin kentlilerle çatışması ve sonunda her şey yok oluyor, tabii afet ama Yaradan’ın cezası…
Nuh, Hud, Salih hep değişik coğrafya ve zamanlarda farklı müreffeh, zengin, uygar ve fakat sapıtmış kavimlere gelmiş peygamberlerdir. İnsanlar yeni fikirleri, mesajları yakıştıramamışlar içlerinden gelen peygamberlere, ama peygamberler ısrarla davet ediyor ve uyanlar oluyor ama sapkın ve tutucu insanlar değişikliğe karşılar, iman etmiyorlar ve yok oluyorlar. Devir değişiyor, insanlar kendilerini değiştirmedikçe Allah sosyal değişikliğe müsaade etmiyor. Ama uyarıcı gönderiyor. Tıpkı tabiat gibi sosyal yaşam da devamlı bir yaratılışla değişime uğruyor, yüce Allah’ın kanunu bu.
Önce Hz. İbrahim’in ilk eşinin (Sare) kısırlığı, sonra ikinci eşinden (Hacer) İsmail’in doğuşu ve sürpriz ilk eşinden İshak doğuyor. İki kavim arası evlenmek, insanların birbirini çekememesi, ailenin parçalanması, huzur için mecburi göç, sürgün… Mekke’de yeni kurulan hayat teslimiyet… Tüm bunlar hikmetler dizisi olarak gerçekleşiyor Hz. İbrahim’in yaşamında. İshak İsrailoğullarına peygamber olurken, Hz. İsmail bir cariyenin çocuğu olarak Hz. Muhammed’e kadar ulaşan ırksız, sınıfsız hatta kölelere eşit davranılan bizim dinimizin, Haniflerin başlangıcı değil mi?
Kuran’da Eyüp kıssası diğerlerinden farklı bir üslupla anlatılmıştır. Eyüp’ün arazileri, inekleri, koyunları, itaatkar evlatları vardı. Fakat Yüce Allah onların hepsini bir musibete uğrattı. “Eyüp’ü de hatırla, zira ‘bana, gerçekten bu hastalık geldi. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin!’ diye Rabb’ine dua etmişti. Kabul edip hemen kendisindeki hastalığı giderdik. Tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra olarak ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle beraber bir katını daha verdik” (el-Enbiyâ, 21/83-84).
Hayatın sanki bir sinüs eğrisi var. Rabbimiz peygamberlerinin yaşadıkları ile bize hayatı nasıl karşılamamız gerektiğini ve Rabbimiz’den nasıl ve ne talep etmemiz gerektiğini öğretiyor: “Ne eli sımsıkı ol ne de eli büsbütün açık; yoksa otura kalırsın pişman ve ezik.” (el-İsrâ, 17/29). HZ. YUNUS (A.S)
“Zünnûn’u (Balık sahibini, Yunus’u) da hatırla! Hani o (dinini kabul etmeyen kavmine) öfkelenerek gitmişti de kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Derken (yutulduğu balığın karnındaki) karanlıklar içinde, ‘Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum.“ diye dua etmişti. Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız” (el-Enbiyâ, 21/87-88).
Yunus Peygamber’deki örnek nedir: Uğraş didin, sonra yeise düş, halkı (görevi) terk edince, zelil oluyor, sonra Allah Yunus Peygamber’e nasıl tövbe, dua edeceğini vahyediyor ve her şey aslına dönüyor. Tüm bunlar hepimizin her an başına gelebilecek durumlar, Rabbimiz bizi bu şekilde eğitiyor, terbiye ediyor.
Allah Teala onun duasını kabul ederek insanların zannettiklerinin aksine, geleneksel adetlerin dışında mucize olarak ona salih bir çocuk verdi. Bu çocuğa daha küçüklüğünde, Yaratan (Allah) tarafından üstünlük, hikmet, yumuşaklık, ilim ve kitap verildi. Merhamet, doğruluk, takva, anne ve babaya iyilik, incelik, ağırbaşlılık ve alçak gönüllülük gibi özellikleri kendinde toplamıştı.
Zekeriya Peygamber’in kendi çocuğu için duası ve çocuğun öyle olması bize bir örnektir. Sonra yaşamının geç evresinde Yahya doğuyor, kendine ait şeriatı yok, öncekileri ihya ediyor, yeni gelen peygambere hizmet ediyor.
Ailesinden İmran Hanım’ın kızı (Hz. Meryem) oluyor, O’nu Allah yoluna adıyor, O rahibe oluyor, sınav şiddetleniyor, İsa doğuyor Meryem’den, babasız, Allah baba değil, İsa oğul değil.
Yusuf’un babası Yakup, bir peygamberdi. Bir gün babası Yusuf Peygamber’e on bir tane Yıldız, Güneş ve Ayın kendisine secde ederlerken gördüğü rüyasını anlattı. “Hani Yusuf babasına: “Babacığım! On bir yıldız, güneş ve ayı gördüm [rüyamda]; onları secde ederler (yani boyun eğerler) gördüm bana.” demişti. [Babası] şunları söyledi: “Oğulcuğum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa tuzak kurarlar sana; zira şeytan açıkça düşmandır insana.” (Yûsuf, 12/4-5).
Kardeşlerin kıskançlığı, hele ana-baba bir değilse ne kadar yaygındır. Kardeşleri babası tarafından çok sevilen Yusuf’u kıskandı ve yolda bir kuyuya attılar. Yüce Allah Yusuf’a müjde verdi: “Bir gün onların hiç hatırına gelmediği bir sırada bu işlerini kendilerine hatırlatacaksın.” (Yûsuf, 12/15).
Aile, kardeşlik ilişkileri, terbiyesi anlatılıyor burada. Sonra erkek olarak üstün mevkideki bir kadına karşı kendi namusunu korumak fakat iftiraya uğrayarak haksız yere yedi yıl hapis yatmak. Ancak Allah’a yalvararak, başka vesilelere başvurmadan hapisten kurtulmak, yani ancak kesin tevekkül… Peygamber olan Hz. Yusuf aynı zamanda bir vezir! Gayet ilginç bir sosyal yapı, bir çözüm. Mısır kralı ve idaresi o sırada müşrik miydi acaba?
İsrailoğulları Mısır’da yaşarken, o zamanki anlayış “Mısır, Mısırlılarındır.” (milli devlet), firavun zulüm, ırkçılık ve ayrımcılık yapıyor. Yine devrimler, o tutucu zalim toplumlar doğuruyor, yani aslında hep aynı bozulan toplumda yeşeriyor tüm kalkışmalar…
İmran Oğlu Musa nehirde bir sandıkta bulunup Firavun’un sarayına girdi. Asla önlenemez Allah’ın Sünneti, Allah’ın dediği olur: “Böylece onu annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah’ın vaadinin dosdoğru olduğunu bilsin. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (el-Kasas, 28/13).
Firavun’a içerden muhalefet, ailesinden, evlatlığından ihanet gibi görünen bu konu aslında Allah’ın Firavun’a kurtuluşu için verdiği bir fırsattı, fakat bencillik ve mevcut kazanımlarını kaybetmek istemediği için değerlendiremedi.
Kipti: ““Ey Musa! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Yeryüzünde arabuluculardan değil de zorba mı olmak istiyorsun?” dedi.” (el-Kasas, 28/19).
Böylece Kipti de dünkü katilin Musa olduğunu anlamış. Haber Firavun’a ulaşınca öfkelenerek şöyle dedi: “Sarayda büyütülüp saray mülküyle beslenen genç mi?”
Fakat Allah Musa’ya bir Arap beldesi olan Medyen’e gitmesini ilham etti. İlk hicreti Medyen’e olmuştu. Orada Hz. Şuayb’ın kızlarından biri ile evlendi. Hz. Musa’nın karısı Arap mı idi? Hz. Musa: “Ey Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralır, dilim açılmaz. Onun için kardeşim Haruna da peygamberlik ver. Bir de onlara göre benim suçum var. Beni öldürmelerinden korkuyorum.” dedi (eş-Şuarâ, 26/12-14). Kardeş dayanışmasına ne güzel bir örnek bu…
Allah firavun için: “Ona yumuşak söz söyleyiniz. Olur ki öğüt dinler veya korkar.” (Tâhâ, 20/44). Bu da ne kadar güzel bir iletişim dersi, güzel bir dil ile seslenin diyor.
“O, doğunun, batının ve ikisi arasındaki her şeyin Rabb’idir.” (eş-Şuarâ, 26/28). Hz. Musa’nın hitabı demek ki evrenseldi. Hz. Musa Firavun ailesinin mümini, seçkinlerin vicdanı idi. “Yaptıklarının karşılığı olarak biz de gücümüzün müstakil belirtileri olarak başlarına tufan, çekirge, bit, kurbağa ve kan gönderdik. Yine de kibirlendiler. Onlar öyle günahkarlar kavmiydi.” (el-A‘râf, 7/133). Buraya kadar tüm toplumda huzursuzluk gelişiyor, her iki kavim de zarar görüyor. Allah’ın sünneti dediğimiz sosyal ve tabii kurallar işlerken inanan, inanmayan ayırt etmiyor. İnananların mükafatları bir sonraki hayatta…
Hz. Musa’nın takipçileri: “Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da işkence gördük.” dediler (el-A‘râf, 7/129). Memnuniyetsizlik gösterdiler ve bölündüler, sapıttılar. “Çok şeyler bırakmışlardı. Bahçeler, pınarlar, çiftlikler, güzel konakları ve içinde yaşadıkları nimetleri… İşte böyle (onların mülklerini) başka bir kavme miras bıraktık. Onlar için ne gök ağladı ne de yer. Ne de azap gününde onlara süre verildi.” (ed-Duhân, 44/25-30).
İsrailoğulları yerlilikten mecburi göçebeliğe geçişi yaşıyorlar, yaşadıkları zorluklar karşılığında inançları sarsılıyor, nankörlük yapıyorlar.
Bir örnek, sarı inek ile sınavları: Basitçe ilk talep edileni yapmamak ve çözümün parçası olmamak: “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor!” dediğinde, “Bizimle alay mı ediyorsun!?” demişlerdi (el-Bakara, 2/67). “Onlar ancak zana uyarlar.” (el-Bakara, 2/78) Zan ise gerçekten hiçbir şey ifade etmez. İşte o zaman da troller varmış.
Bir de Samiri’nin yaptığı buzağı var, bu neyin sembolü ve neye yöneliştir: Ey Samiri, neden böyle yaptın? Bu (dünya menfaati) hoşuma gitti (Tâhâ, 20/95-96): “Onlar orada olduğu sürece asla oraya giremeyeceğiz. Artık sen ve Rabbin gidin savaşın! Mutlaka biz buranın bekleyenleriyiz.” (el-Mâide, 5/24). Bu ne biçim bir sosyal olgu, netice almak istemek ama harekete geçmemek?
Hz. Musa’dan aldığımız ders, ne öğrendik: Büyük resmi gör, riski gör ve bertaraf et, strateji planla: “Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdi!” (Âl-i İmrân, , 3/117).
İşte sosyal hayatta zaman içinde bireysel ve toplumsal davranışlarda yanlışlar birikiyor ve bir an geliyor, her şey mahvoluyor.
“Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve yurtlarında diz üstü çöküverdiler. Şuayb’ı yalanlayanlar, yurtlarında sanki hiç yaşamamışlar gibi oldular, izleri bile kalmadı. Zarara uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.” (el-A‘râf, 7/90-91).
Neticede ticari zorbalık, haksız kazanç, stratejik konumun istismarı, azgın ve sapkın bir toplum ve Şuayb Peygamber geldi!
Hz. Davud, Hz. Süleyman, alim, kral ve peygamberler, devrimler yapmışlar. Kuran’ın tekrarladığı kıssaları insanlar öyle biliyorlardı, Kuran onları reddetmedi, doğrulamadı, ama şirkten arındırdı. Uluhiyet, ubudiyet (ilahlık ve kulluk) gereği budur.
Yahudiler bütün bunlardan uzak olan böyle bir kula, sihri, küfrü, aldatarak şirk koşmayı, hanımları sebebiyle tevhid işinde bozgunculuk yapmayı isnat ettiler. Halbuki Allah Teala onu bunların hepsinden uzak kıldı. Yalan söylüyor tarih, Kuran bunların doğrusunu bildiriyor.
Babası Azer’in yanında muvahhit (Allah’ın birliğini tasdikleyen) oldu. Nemrut’un zulmunden hicret etti Urfa’dan. Yine bir genç elçi, devrimci, yılmaz, vazgeçmez! Sonra İsrailoğullarından Sare hanımla evlendi. Çocuğu olmayınca Hacer Hanımdan oğlu İsmail doğdu. Sonra da Sare hanımdan oğlu İshak doğdu. Aile içi huzursuzluk nedeniyle İsmail ve annesi Hacer ile Mekke’ye hicret ettiler. Kabe inşa edildi. Artık sadece bir ırka ait olmayan, bize ulaşan din meydana geldi. Bizden önceki peygamber ve dinler mahalli idi. Belki de ilk defa yerleşik, kıtalararası bir medeniyet ve imparatorluk Roma meydana geldiğinde Hz. İsa bir mucize olarak babasız doğmuştu. Yani bir ırka mensubiyeti olamayacaktı. Hz. Muhammed ise Hz. İbrahim’in soyundan geliyor ve Ona dedem diyordu.
Babil halkı yıldızlara ve putlara tapıyordu.
Hz. Lut (a.s.), Hz. İbrahim’in (a.s.) kardeşi Harran’ın oğlu idi. Hz. Ibrahim’e (a.s.) ilk inananlardan biri, Hz. Lut (a.s.) idi. Hz. İbrahim (a.s.), ailesi, kendisine inananlar ve Hz. Lut (a.s.) ile birlikte Babil şehrinden çıktı, birlikte Harran’a geldiler. Hz. İbrahim (a.s.) orada kaldı. Hz. Lut (a.s.) ise Sodom havalisine gitti, oraya yerleşti.
Sodom şehri çok bayındır bir ülkenin en güzel yeriydi. Etrafı verimli topraklarla kaplıydı.
Ancak Sodom’un içinde ahlaksızlık alıp yürümüştü.
Hz. Lut (a.s.), kendisine Yüce Allah tarafından peygamberlik verilince Sodom halkını bu kötü huydan vazgeçmeye çağırdı.
Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: “Takvalı davranmaz mısınız!? Doğrusu ben güvenilir bir elçiyim sizin için. Artık Allah’a takvalı (saygılı) davranın ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum; benim ecrim ancak Rabbime aittir bütün âlemlerin.” (eş-Şuarâ, 26/161-164).
Karısı Hz. Lut’a (a.s.) inanmamıştı. Görünüşe göre iman etmiş gibi davranıyordu ama etmemişti.
““Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz, onlar ilişemeyecekler sana; geceleyin bir ara, ailenle beraber çık yola, kimseniz kalmasın arkada; karın dışında, çünkü onların başına gelen onun da gelmiştir başına. Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakındır, değil mi?” dediler.” (Hud 11/81)
Yüce Allah’ın elçisi Efendimiz Muhammed’den (s.a.) önce, Efendimiz İsa (a.s.) devri gelir ki o Peygamberimizden (s.a.) önceki peygamberdir. Bu kıssada, Yüce Allah’ın güçlü iradesi, mutlak kudreti ve ince hikmeti görülür. İsa’nın her işi ve doğumu harikulade idi. Akıllar onun doğumunda şaşkınlığa düştü. Doğa kanunları alt üst oldu. Doğa kanunlarına, değişmeyen, yok olmayan bir ilah gibi inananlara, deney ve gözlemi, tıp ve tabiatı, mutlak doğru ve değiştirilmeyen bir kanun gibi görenlere Yaratan’ın (Allah) her şeyi kuşatan ve her şeyi mağlup eden kudretini, kendisinden başka hiçbir şeyin değiştiremediği iradesini tanımaktan aciz olanlara İsa’nın doğumuna inanmak ve onu doğrulamak güç geldi.
Ama iman sahibi olanlara Adem’i (a.s.) anne ve babasız, su ve topraktan yarattığına inanmak zor gelmedi: “Allah katında İsa’nın durumu kendisini toprakken yaratıp sonra ‘Ol’ demesiyle olmuş olan Adem’in durumu gibidir.” (Âl-i İmrân, 3/59)
İsrailoğulları, tevhid akidesine sahip olmakla kendi zamanlarında seçkin bir ümmettiler. Ama artık zayıfa yumuşak davranmıyorlar, fakire yardım etmiyorlardı.
Zamanında onların diğer milletlerden üstün olmalarının sırrı imanları idi. Allah Teala şöyle buyuruyor: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” (el-Bakara, 2/122).
Ama sonra toplumda kibirlenme ve şımarma oldu: Mısır’da buzağıya tapmışlardı, sonra Hz. Üzeyr’e (a.s.) saygıda ve onu ululamada, ona insanüstü bir nitelik vermişler ve Yaratan’ın (Allah) oğlu demişlerdi… Bütün bunlara rağmen soylarıyla övünmeleri, hayal ve emellerine çok fazla güvenmeleri sebebiyle, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz. Sayılı birkaç günden başka cehennem ateşi asla bize dokunmaz.” diyorlardı (el-Mâide, 5/18).
Hz. İsa (a.s.) normal olmayan bir şekilde doğuruldu. Beşikte iken insanlarla konuştu. Fani şeyleri bırakıp Yaratan’a (Allah) yönelen yoksul annesinin yanındaydı. Yoksullarla oturur, yoksullarla beraber yerdi. Onlara şefkat gösterir, zayıfları ve garipleri korurdu. Fakir, zengin, yönetici, yönetilen, asil ve köle ayırımı yapmazdı.
İsa Mesih’in Mucizeleri: Allah, İsa’ya (a.s.) peygamberlik ve vahyi ikram etti. Ona İncil’i verdi. Ruhul Kudüs (melek:Cebrail) ve apaçık mucizelerle teyit etti. Onunla doktorların tedavi edip şifaya kavuşturmada aciz kaldıkları hastalara şifa verir, anadan doğma körleri ve cüzzamlı hastaları iyileştirirdi. Allah’ın izniyle ölüleri diriltir, insanlara mucize olarak çamurdan kuş biçiminde bir şey yapar, sonra onu üfler, o da Allah’ın izniyle canlı bir kuş olurdu. İnsanların evlerinde yedikleri ve biriktirip sakladıkları şeyleri haber verirdi. İlahi kudretin ve peygamberlerin mucizelerine dair Tevrat’ta gelen haberleri doğruluyordu.
Kur’an-ı Kerim’de İsa’nın (a.s.) Kıssası: “Melekler demişti ki: “Ey Meryem, Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı, Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da ahirette de şanı yücedir, hem de Allah’a yakın olanlardandır.” Meryem, ‘Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir.’ demişti. Melekler şöyle dediler: ‘Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona “Ol’ der ve oluverir. Ona (yazı yazmayı) hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek, İsrailoğulları’na şöyle diyen bir peygamber kılacak: ‘Ben size Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim. Allah’ın izniyle hemen kuş olacaktır. Anadan doğma körleri, alacalıları iyi edeceğim. Allah’ın izniyle ölüleri dirilteceğim, yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. Eğer inanırsanız bunda sizin için bir ibret vardır. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak, size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere gönderildim. Size Rabb’inizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabb’inizdir. O’na kulluk edin, doğru yol budur.’ İsa onların inkarını sezince, ‘Allah yolunda bana kimler yardımcı olacak?’ dedi. Havariler (İsa’ya bağlılar), ‘Biz Allah yolunun yardımcılarıyız. Allaha inandık, O’na teslim olduğumuza şahid ol! Rabb’imiz, senin indirdiğine inandık, peygambere uyduk. Artık bizi, birliğini ve beraberliğini tasdik eden şahidlerle beraber yaz.’ dediler. Fakat hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Çünkü Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.” (Âl-i İmrân, 3/45-54).
Kur’an-ı Kerim’de Onun Yolu ve Daveti:
Allah’ın bir mucizesi olarak çocuk İsa “Dedi ki: ‘Ben şüphesiz Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekat vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Doğduğum gün de öleceğim gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de bana esenlik verilmiştir.’” (Meryem, 19/30-33).
“Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse mutlaka oranın varlıklı şımarmış kimseleri, ‘Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz.’ diyegelmişlerdir. ‘Malları ve çocukları en çok olan bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz.’ derlerdi.” (es-Sebe’, 34/34-35)
Kur’an-ı Kerim Kıssayı Anlatıyor:
Gelin, şimdi bu kıssayı anlatan Kuran’ı dinleyelim:
“Havariler, ‘Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?’ demişlerdi de İsa, ‘İnanıyorsanız Allah’tan korkunuz.’ demişti. (Havariler) ‘İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve bunu bizzat görenlerden olalım.’ dediler.
Meryem oğlu İsa, ‘Allah’ım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Senden bir delil olarak gökten bir sofra indir. Bizi rızıklarıdır. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın.’ dedi. Allah, ‘Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkar ederse, Ben ona dünyalarda hiç kimseye azap etmeyeceğim şekilde azap edeceğim’ dedi.” (el-Mâide, 5/112-115).
Hz. İsa da genç, devrimci bir adamdı. Tutuculara, gelenekçilere karşıydı. Üst düzey devlet yetkilileri ve ileri gelenler onu yadırgayarak hemen şöyle demişlerdi: “O devlete karşı bir tehlikedir. Düzene başkaldıran, kanunları tanımayan, büyüklere eğilmeyen, geçmişe saygı duymayan isyankar bir adamdır. Kötülüğü önlenmezse tehlikesi günden güne artar. Kıvılcım ne kadar küçük olsa da küçümsenemez.”
Roma hakimi Hz. İsa hakkında karar vermede biraz zorlandı. Onun ve milletinin bu işte bir çıkarı yoktu. Yahudiler ise verilecek kararı dinlemek için toplanmışlardı. Onlar bağırıp çağırıyor, küçümseyip alay ediyorlardı. Vakit daralmış, güneş batmaya yüz tutmuştu. Zor durumda olan baskı altında kalan hakim, İsa’nın (a.s.) çarmıha gerilerek öldürülmesine hükmetti.
Bunlar olanlar hakkında Allah’ın sözü, Yahudiler‘den bahsediyor:
“Küfürlerinden ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından biz Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük, demelerinden ötürü… Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat öldürdükleri kendilerine (İsa’ya) benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir şüphe içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis, Allah Teala onu kendisine yükseltti. Yüce Allah güçlüdür, hükmünde hikmet sahibidir.” (en-Nisâ, 4/157-158)
“Meryem oğlu Mesih, elçiden başka bir şey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur. İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. (Yaşamak için yemeğe muhtaç olan nasıl tanrı olabilirdi?) Onlara ayetleri nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonra da bak, nasıl doğruluktan dönüyorlar (inanmıyor, inkar ediyorlar)De ki: Allah’ı bırakıp size ne bir zarar ne de fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki Allah hem işitir hem bilir. (O’na kulluk etmeniz gerekmez mi?)” (el-Mâide, 5/75-76).
Hiçbir insana yakışmaz ki Allah ona kitap, hüküm ve peygamberlik versin de sonra (O kalksın) insanlara, ‘Allah’ı bırakıp bana kullar olun!’ desin. Fakat ‘Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabbe halis (saf, temiz) kullar olun!” der. Ve size, ‘Melekleri ve peygamberleri tanrılar edinin!” diye de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra size inkarı emreder mi?” (Âl-i İmrân, 3/79-80).
“Şüphesiz ki ‘Meryem oğlu Mesih, kesinlikle Allah’tır’ diyenler, kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih, “Ey İsrailoğulları, benim ve sizin Rabb’iniz olan tek Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder ve onun varacağı yer ateştir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur.” Demişti.” (el-Mâide, 5/72)
“Ne Mesih Allah’a kul olmaktan çekinir ne de Allah’a yaklaştırılmış melekler! Kim O’na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır. İnanıp iyi işler yapanların ödüllerini eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha fazlasını verecektir. (Kulluktan) çekinip büyüklük taslayanlara da acı bir şekilde azap edecek ve onlar kendilerine Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.” (en-Nisâ, 4/172-173)
“Kıyamet gününde Allah şöyle buyuracak: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara; ‘beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı edinin’ dedin!?” İsa, “Haşa! Hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer söylemiş olsam, Sen bunu bilirsin. Sen benim içimde olanı da bilirsin, fakat ben Senin zatında olanı bilmem. Çünkü gaybleri bilen yalnız Sensin.
Ben onlara, ‘Benim ve sizin Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin’ diye Senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Aralarında bulunduğum sürece üzerlerine gözcü idim. Fakat Sen beni aralarından aldığında onları Sen gözlüyordun zaten. Sen her şeye şahitsin.
Eğer onlara azap edersen onlar Senin kullarındır (dilediğini yaparsın) eğer onları bağışlarsan şüphesiz Sen daima üstünsün (hükmünde) hikmet sahibisin.”
Allah buyurdu: “Bu, sadıklara doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte o büyük kurtuluş budur. Göklerin, yerin ve bunlarda bulunan her şeyin mülkü Allah’ındır. O, her şeye kadirdir!”” (el-Mâide, 5/116-119).
Böylece bundan bir din türedi. Ne yazık ki bu dinde putperestlik ve Hristiyanlık iç içe idi. Böylece yolları aşıp giden Hristiyanlık dini, İsa’nın (as) açtığı ve çağırdığı yoldan başka bir yola girip devam etti.
Son olarak yazımı konuyu anlatan bir alıntıyla kapatayım. Kıssalar, Kuran’daki nihai amaca hizmet eden birer araçtır. Kuran’daki nihai amaç, tevhid inancı ve bu inancı benimsemiş ahlaklı insanlardan müteşekkil faziletli toplum ve pratik hayat oluşturmaktır. Kıssalar işte bu temel amaca hizmet eden birer araç hüviyetindedir. Seyyid Kutub’un şu ifadeleri de aynı noktayı işaretlemektedir: Kuran’da kıssa, gerek konusu gerek ifade ve üslup tarzı gerek olayları aktarımı bakımından salt edebi amacı gerçekleştirmeye yönelik kıssalarda olduğu gibi başlı başına bir edebi işleve sahip değildir. Kıssa, Kuran’daki temel amaca yönelik müteaddit araçlardan biridir. Kuran her şeyden önce dini bir davet kitabıdır; kıssa da bu daveti insanlara ulaştırma ve sağlamlaştırma araçlarından biri olup Kuran’da bahsi geçen kıyamet, mükafat ve azap, ölümden sonra diriliş ve Allah’ın kudreti ile ilgili olarak sevk edilen deliller, şeri hükümleri izah ederler.(***)
(*) https://islamansiklopedisi.org.tr/nedvi-ebul-hasan
(**) En-Nedvi H. E.(2020). Kur’an’da Adı Geçen Peygamberlerin Hayatı, Risale Yayınları, ss. 198.
(***)Öztürk, M.(2015), Kur’an Kıssalarının Mahiyeti, Kuramer, 2’ci Baskı, ss 414.