Felsefenin kendinden ibaret kalmışlığı söz konusu. Bu kritik eşik, felsefenin sıkışması, buna karşın üstten bakışı; başta Din olmak üzere Sanat, Edebiyat-Şiir; hatta Tarihin mecrasıyla bir alışverişi olmamak dirseğine kadar büzülmüş değil mi?
Eski Yunan’da Felsefenin beliriş önceliğine bakılınca, M.Ö. VI. yüzyıla kadar birikmiş olan ve ironik bir biçimde “Sokrat-öncesi” ayırmasıyla anılan doğa filozofları sayesinde o toplumda “düşünme etkinliği” çok hareketli bir alandı, toplumu karakterize etmişti. Oylumlu felsefe sözlükleri bir hususta aynı düşünür: Nedir bu? Doğa filozofları, Tanrı’yı aramaktan çok doğaya takılmışlardı. Çoğunda Tanrı’yı inkâr bir amaç olmasa da: “Doğanın her durumda yine doğanın kendisi aracılığıyla” doğada asal anlamda bulunan ‘kendilik’lerden yardım alınarak araştırılmasıyla başlamış olan bu sürecin rotasından çıkışını felsefe tarihçileri saydam bir gösterme ile karşımıza getirirler. Düşünme etkinliğinin söylenler (mitos) ile dinsel açıklamaların egemenliğine dayalı “usdışı” ögelerden ayıklanmasıyla, doğa üstü birtakım kaynaklara başvurmanın bir yerde önü kesilmiş oldu. Sokrates davetsiz misafir gibi ev sahiplerinin tadını kaçıran sorular soruyordu Atina gençlerine. Onun sözel yöntemi bir yandan da -kader ironisi çalımlı- küçümsenir. Oysa Sokrates’in açtığı çığırda ilk yetişen Platon olduğu, ondan da Aristoteles’in oluşması gerçeği ortadadır. Akım, okullaşmıştır.
Sokrates, ruhçuluğu ve tek Tanrı inanışıyla Atina’yı sarsmıştır. Üstünde durulmaz; apaçıktır: Sokrates Zeus tapısının mutlak gerçeklikle bir ilgisi olmadığını biliyordu. Zeus Batı Afrika’da Atlas sıradağlarının bulunduğu diyarda bir devlet kurmuş olan Kronos’un oğluydu. Halkına çok iyi olan ve çok sevilen baba ölünce, baş gösteren taht kavgasında Zeus kendisini Tanrı ilân etti. O devlet çöktükten sonra öyküsü Yunanistan’da dinleşti.
Günümüz Batı aydınları bu öykünün içeriğini sorgulama çekingenliğinden sıyrılamıyor denebilir.
Modern Felsefenin Karanlık Tarihi, yazarı Bernard Freydberg 1947 doğumlu bir Amerikan felsefecisi. Slippery Rock Üniversitesi ve Duquense Üniversitesi Felsefe bölümünde emeritus profesör olarak görev yapmaktadır. Kitabı Öznur Karakaş Türkçe’ye kazandırdı.
Freydberg “şimdiye kadar yazdığım en iddialı kitabım” demekte: Modern felsefe tarihi dersleri genelde önemli şahıslar üzerinden bir ilerleme şeklinde anlatılır; bu bir anlamda doğrudur da. Descartes’la başlanır; “rasyonalistler” ve “ampristler” kronolojik olarak devam eder ve bu araştırmayı her iki kesimi birleştirmeye çalıştığı düşünülen Kant’la sona erdirilir. Aklın rolünün belirlenmesinin modern felsefenin esas konusu olduğunu teslim eder.
Buraya kadar iyi. Fakat Prof. Freydberg içindeki bir huzursuzluktan bahsetmekte. Aklın rolü konusundaki netlik, onu rahatsız etmeye de devam etmekteymiş. Çünkü diyor: “Bu huzursuzluk, tabiatı gereği modern felsefe çağının çıkış noktasının başka bir büyük çağ olan Yunan düşüncesi oluşu.” Profesör keskin bir virajı hızla alıyor: “Gelgelelim böyle yaparak modern felsefe, sadece akıl dışı yollarla erişilebilen Delphi Tapınağı’ndan çıkma o karanlık sahayı bastırmayı başardı.”
Freydberg demiştir ki: “Bu kitapta, öğretileri bir tarafa bırakarak modern araçlarla girilemeyen sahalara yüzümü döneceğim. Diğer bir deyişle; düşüncenin dağıldığı kavşakta, idrak edilmeyi bekleyen en ilginç alanlarda dolanacağım. Bu kavşaklara çatlaklar (fissures) diyorum.
Freydberg’in ÖNYARGI’ya tavır aldığı ve yöntem geliştirdiği besbelli. Eserinin Giriş bölümüne aldığı uzun pasaj, bir meydan savaşını tepeden izliyoruz hissi yaşatabilir. Harfleri büyütüyorum: ANTİK YUNAN ŞİİRİNDEN ve BELLİ BİR YORUM ÜZERİNDEN ELE ALINAN ANTİK YUNAN FELSEFESİNDEN GEÇER. Peki nedir geçen? YUNAN ŞİİRİ ve ONUN YUNAN FELSEFESİNDEKİ ROLÜNÜN ÖNEMİ…
Heidegger bir anlamda Felsefenin sona erdiğini ihsas eserek, Düşünce’ye dönmek gerektiğini açıkça söyler. Türkiyemizde Heidegger’in varoluşçu bir filozof olduğunu Beyoğlu’nda hınca hınç salonlarda teatral pandomime çevirerek sunanlar ne derler bilinmez ama Heidegger, geriye dönüp Platon’dan başlayarak yeni bir düşünce kurmaktan söz etmişti.
Kendine özgü bir sorgulayıcı olan Karl Jaspers, Felsefe Nedir? kitabında: Felsefenin Sonu Geldi mi? Bölümünde; Felsefenin Geleceği üzerine Willy Hochkeppel’in sorularını yanıtlarken yeni açılar açar. Tam da felsefî inatlaşmaları fikri sabit haline gelmiş, Hakikat arayışından uzaklaşışları faş eden dokunuşlar bunlar. Onun nezaketen demediğini biz diyelim, Jaspers, kendini Heidegger gibi bir efsane haline getirmeden, belki de bundan hassasiyetle kaçınarak. Jaspers’a göre: “Felsefe Kutsal Kitap’a dayalı bir din konusunda çalışır: Felsefe, Batı’da, belli bir olgu içinde kapanıp kalamaz; nitekim Nietzsche’ye değin, büyük bilgelerden hiçbiri Kutsal Kitap’ın, temel bilgisi olmadan felsefe ile ilgilenmemiştir. Bu olgu bir rastlantı değildir.” Felsefe, insan toplumu dine dayanmazsa dünyada varlığını güçlükle sürdürür. (Felsefe Nedir? Türkçesi: İsmet Zeki Eyüboğlu)
Prof. Freydberg’in birçok sorguları arasında Sokrates’in ihmal edilemezliği, Homeros’un mihenk taşı şiiri, Spinoza’ya ayırdığı yer, Kant, Bacon, Leibniz, Nietzsche, Öklit, Platon bağlamları taşları yerli yerine oturtan değerde çözümlemeler içerir. Pandemi aylarına denk gelmiş olması (Haziran 2020) bir dezavantaj olamaz.