
O, gittiği her yere kimliğini de götürüyor. Bu yüzden farklılaşıyor, saygı görüyor. Doğudan esinlense de ne sadece Doğu ne de Batı için üretiyor. O sadece kendini ortaya koyuyor. 'Modayı takip etmem' derken de bunu söylüyor. Ve o moda Hanif'in peşinden gidiyor.
Dilek Hanif, henüz genç bir kızdır; ailesinin mağazasında satış yaparak başlar moda rüyasına
Yıl: 1990 “Dilek Hanif Line” ile ilk iğne hazır giyime değmiştir. Ama kumaş istediği sesi vermemiştir, ona göre çok şey çıkacaktır daha. Ve devam eder kumaş sihirbazlığına...
Yıl: 1998 kişiye özel tasarım olan “couture”e geçiş yapar. Ünlü isimleri giydiriyordur artık. İsmi yüksek sesle söylenir ve hızlıca yayılır. Birçok defile düzenler hatta bir de ödül almıştır ama “daha” der Dilek Hanif; kumaşın sesi bu kadar değil.
Yıl: 2008 Paris'te Haute Couture Haftası'ndadır.İğne iplikle, türlü para sıkıntısıyla geçen 20 yılın karşılığını almıştır.
Duyulmuştur kumaşın sesi artık.
BÜŞRA
Avrupalılar onu “Doğu kültürünü modernize eden Türk tasarımcı” olarak tanımlıyor. Dilek Hanif de “benim yapmak istediğim kendi kültürümüzü kabul edilir hale getirmek” diyor. Buna o kadar inanıyor ki Paris'e gitmek için dört yıl para biriktiriyor, altı ay gece gündüz çalışıyor. “Neden yapıyorsunuz bu işi” diyorum, üretmeyi çok sevdiğini söylüyor. Onun başarı hikayesi de diğerlerinden çok farklı değil. Zorluklar, maddi sıkıntılar içinde geçmiş onca sene. Ama insanı en çok etkileyen olay, annesinin ona düğününde taktığı, tek değerli eşyası elmas küpelerinden moda uğruna vazgeçmesi. Her başarının altında bir vazgeçme var. Onun ki elmas küpeler.
KÜBRA
Beğeniyle karşıladılar. Kültürümüzden yola çıkmış koleksiyon olduğu için etnik bulunuyor. Benimle yapılan röportajlarda “kendi kültüründen etkilenerek koleksiyon hazırlayan Türk tasarımcı” olarak bahsediliyor.
Bana, Doğu kültürünü modernize eden tasarımcı diyorlar.
Sadece Doğu'da değil, Avrupa standarlarını da içine alarak beğendiler. Benim yapmak istediğim de buydu. Kültürümüzü Avrupa'da da kabul edilir kılmak. Bir dünya markası oluşturmak istiyorsanız, muhakak bunu global bir hale getirmeniz gerekiyor. O zaman herkes tarafından giyilebilir ve benimsenebilir hale geliyor.
Hayır hiç öyle bir ayırımım yok. Modada böyle bir ayrım yapmak çok yalnış.
İlk Paris'e gittiğimde Dilek Hanif olarak gittim. Çünkü o misyonun farkında değildim. Couture haftasındaki ilk Türk olduğumu bilmiyordum. Röportajlarda bana, “Osmanlıyı tanıtan Türk tasarımcı” olarak soru soruldu. Onların yüklediği bu misyon bana ağır geldi. Kendi adıma gittiğimde iyi kötü beni ilgilendirecekti. Ama eleştiriye maruz kalan bir anda Türkiye oldu.
Dice Kayek, Atıl Kutoğlu, Hüseyin Çağlayan çok önemli tasarımcı arkadaşlar. Onlar Avrupa'da tanınıyorlar zaten. Pariste bana söyledikleri “burada okudular, onları biz yetiştirdik, siz ise bize daha enteresan geliyorsunuz, çünkü “Türkiye'desiniz” diyorlar. Hâlâ Türkiye'de yaşayıp yaşamadığımı soruyolar. Sanki ben Türkiye'yi terk etmişim başka bir yerden katılıyormuşum hissi var. Tabiki Türkiye'de yaşıyorum. Koleksiyonlar da Türkiye'de yapıldı.
Bilmiyorum. Buna da alışacaklar. Benim orada olmamın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onlara direk mesaj veriyoruz. Evet ben Türkiye'den geliyorum,Türk tasarımcıyım ve Couture haftasına geldim.
İyi biliyorlar. Çünkü bunu tasarımlarımda görüyorlar. Kaftanlar, cepkenler kültürümüzden çıkmış parçalar. Bu işten çok iyi anlayan insanlar sizi izliyorlar. En iyi dergilerin moda editörleri o haftada yer alıyor. Benim kolesiyonlarımda da bu çok nettir.
Ben sadece esinleniyorum. Birebir kullanmıyorum. Osmanlı döneminde şalvar varsa onun üzerini farklı bir şekilde modernize ediyorum. Sadeleştirerek kullanıyorum.
Bence kadının zarif ve elegan olması gerekli. Onun için kadınsı görüntü gerçekten önemli. Kıyafetin soylu, giyilebilir ve kadına yakışan olmasını önemsiyorum.
Giyinebilirlik önemli. Ama bu tasarımcının tercihi ile ilgili. İkiside olabilir. Örneğin; Valentino'nun bütün koleksiyonlarında son derece giyilebilir kıyafetler vardır. Valentino dünya markasıdır ve çok iyi müşteri porföyü vardır. Ama Dior da dünya markasıdır. Son dönemdeki tasarımlarıyla çok büyük bir devrim geçirmiştir. Son derece teatral ve giyilemez kıyafetler tasarlamıştır. Bu markanın benimsediği tarzla alakalıdır. Kimi Valentino gibi uygulayabilir kimisi de Dior gibi yapabilir.
Dior o şovu yaptıktan sonra çanta, ayakkabı, parfüm ve makyaj ürünü satıyor. Farklı ürün satarak geri dönüşümünü buradan sağlıyor. İkisinin stratejisi farklı. Ben çanta ve ayakkabı ürünlerini satmıyorum. Couture yapıyorum benim için giyilebilir olması önemli.
Evet çini, halı, kilim bunlar benim esin kaynağım. O döneme ait ne varsa onlardan besleniyorum. Bu bir resim de olabilir, duvarda duran bir çini de.
Hayır, beklemek zorunda oluğum için bekledim. Oraya katılmak çok zor birşey. Oradaki markaların hepsi bir destekle orada. Özel sektör ve şirketlerin desteği ile olabilecek işler.. Bundan sonra bir destek alma ihtimalimiz olabilir. Ama olmasa da her sene Paris'e gitmeyi düşünüyorum. Bir defa gitmeyle olabilecek birşey değil. Süreklilik gerekiyor. Bir Türk markasının bunda başarılı olabileceğine çok inanıyorum.
Harika bir duygu. Heyecan ve endişe oluyor. Çok önemli insanlar bu koleksiyonları izliyorlar. İyisini de kötüsünü de anında yazarlar. “Bu kadın buraya niye gelmiş”de diyebilirler, “Başarılı şeyler yapmış” da diyebilirler. Ama tam tersi çok iyi şeyler oluyor.
Moda insanların kendilerini tanıtmasında önemli bir unsur.
Tasarlamayı çok sevdiğim için. Üretmek ve ürettiğim şeylerin karşımda durması önemli.
Para kazanma aşkıyla yapmıyorum. Para kazanmak zorundayım çünkü işi ilerletmem gerekiyor. Yoksa çok kazanayım, iyi yaşayayım fikri ile bakmıyorum. Benim zaten kendime göre iyi bir yaşantım var. İşimi çok seviyorum.
Aslında satmakla başladım. Annemin mesleği mağazacılıktı. Onlar alır ve satardı. Ben de onlarla beraber birşeyler satarak başladım. Sonra kendim atölye kurdum. Orada kendi koleksiyonlarımı yapıyordum ve diktiriyordum.
8 yıl kadar devam ettim. Ondan sonra 'kişiye özel'e geçtim. Hem üretip satıyordum, hem de kişiye özel tasarlıyordum. İkisi birden çok talep görmeye başladı. Birini tercih ettim.
Konuşuyorum. Ne tarz şeylerden hoşlanacağını soruyorum. Konuşurken kişiyi anlıyorsunuz zaten. Bir de kişi giyimiyle fikir veriyor zaten…
Evet beyazı seviyorum. Çok frapan şeylerden hoşlanmadım hiçbir zaman. Mesela; hayatımda hiç leopar giymedim. İster istemez kendi karakterinizi yansıtıyorsunuz. Kadın aynı zamanda bir annedir. Kadının zarif ve soylu bir kimliği olması gerektiğini düşünüyorum.
Ben genelde sade giyinirim.
Çok nadir gece kıyafeti tasarlarım. Kendimle pek uğraşmayı sevmem. Bir de bu işin içinde olduğumdan dolayı çok fazla kıyafet görüyorum ve tasarlıyorum. Tatmin oluyorum. Kendim için bir şey yapma isteği kalmıyor. Müşterilerimin çok iyi ve güzel olmasını önemserim.
Birşeyler iyi değilse ve ben beğenmemişsem dikmem. Bazen olur giysi hayalimdeki gibi ortaya çıkmamış olabilir ya da istenilen olmamıştır. Bir şekil ikna eder, değiştiririm ve en şık olanı neyse müşteriye onu veririm. Müşteri benim imtihanım. Onun şık ve iyi olması benim iyi olduğumu gösterir.
Lafloren'i çok severim. Temiz ve net çizgisi var. Çok modayı takip eden birisi değilim. Kendime yakışanı giyiyorum. Josef'den pantaloon, gömlek alırım. Donna Karan da çok beğendiğim bir tasarımcıdır. Ama marka meraklısı değilimdir.
Hayır. Tam tersine baz almaması gerekir. Çünkü bir tasarımcının kendine ait bir tarzı olmalı, herkes sizi takip etmeli. Ben bu kolleksiyonu yaparken acaba kim ne yapmış diye bakmıyorum. Hiçbir şekilde modayla alakanız olmamalı.
Çok zorlandığım zamanlar oldu ama “yapamayacağım” demedim “nasıl bu işin içinden çıkarım” dedim. Bu işe ilk girdiğimde düşük bir krediyle başlamıştım. Kendi ailemde rahat yaşıyordum, hiçbir zaman para sıkıntım olmamıştı. İmalat işine kendim karar verdim ve bu sebeple de kimseden birşey istemedim.
Tabiki çok zorlandım. Mahcup olmamak için de uğraştım. 39 ateşle işe geldiğim zamanlar oldu. Elimdeki malı satmak zorundaydım. Eğer satamazsam çalışanların haftalıklarını ödeyemeyecektim.
Hayır sadece işimi yapma arzusu. Bir şey yapmak istiyorsanız bunun içn özveride bulunmak gerekiyor. Mesela ben çok para sıkıntısı çektiğim bir dönemde kasada nakit para yok, kimseden isteyemiyorum.
Annem bana evlenirken elmas küpeler takmıştı. Kendime ait bir tek o vardı. Onları sattım ve haftalığı o parayla ödedim. Bir de o krizler işe daha çok sarılıp daha dirayetli olmanızı sağlıyor. İyiki yaşamışım, bugünlere de böyle geldik.
Keşke olsa çok isterim. Çalışmak isterler umarım. Hevesleniyorlar ama bu iş zor o yüzden acaba zor işe mi girdik diyorlar. Bu kararı zaman içinde kendileri verecekler.
Kendi çizgilerimde zarif bir şey tasarladım. O şekilde giyinmek istiyor ve yaşıyorsa bu onun seçimidir. Son derece de saygılıyım bu konuda. Kendi rahat edeceği ölçülerde ona en yakışan neyse onu tasarlarım. Ayrıca benim başörtülü çok müşterim var.
“Ne tarz şeylerden hoşlanıyorsunuz” sorusu bence kadının kendini iyi hissetmesi için çok önemlidir. O kıyafetin içinde rahat edebilmesi önemli. Başı açık ya da kapalı olsanız da bu böyle. Kimi daha dekolte sever, kimisi daha kapalı olmasından hoşlanır.
Modaya uygun olsun diye değil. Öncelikle kişinin bedenine yakışması gerekiyor. Nerede giyeceği de önemli. İkinci etapta daha güncel ve aykırı birşey olmaması için uğraşırım…
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.