
İngilizce tefsir yazan İmam Muhammed Al Asi, Müslümanlar arasındaki ihtilafa değiniyor. Al Asi, "Mekke özgürleşirse, Müslümanlar da birbiriyle kaynaşır" diyor
İmam Muhammed Al Asi, geçtiğimiz hafta Mısır'ın geleceğini konuşmak üzere MAZLUMDER'in misafiri olarak Türkiye'ye geldi. Al Asi, yazdığı İngilizce tefsirle dikkatleri üzerine çeken bir isim. Amerika'da yaşıyor, Çağdaş İslam Enstitüsü Başkanı. Tefsirinde içinde yaşadığı toplumun sorunlarına Kuran'dan cevaplar vermeye çalışıyor. Burada çocukluk yıllarından bu yana batıda yaşaması, toplumu çok iyi tanıyıp analiz etmesi oldukça önemli. Al Asi ile, yaptığı tefsir çalışmasını, dünya Müslümanlarının sıkıntılarını ve çözümleri konuştuk. Bu uzun söyleşide çeviri için bize yardım eden Kübra Türk'e teşekkür ettikten sonra buyurun okumaya!
Müslüman olan ve olmayanların, orijinal ayetleri anlamasını istiyordum. Bugün İslam dünyasına dair pek çok soru var. Olumsuz bir karalama çalışması da yürütülüyor: Terörizm, barbarlık, cahillik, vs. Bunun böyle olmadığını ancak Allah'ın ayetleriyle açıklayabilirsiniz. Ben de Arapça ve İngilizce dili ve edebiyatı bölümlerinde on beş yılı bulan akademik düzeyde eğitim aldım. 'Neden bu eğitimimi gönderilen Kur'an'ın daha iyi anlaşılması için kullanmayayım' dedim. Ve bütün bu sebepler beni böyle bir çalışma yapmaya teşvik etti. Öncelikle şunu söylemek istiyorum, batıdaki medya organlarının, halkın ve çeşitli kurum ve kuruluşların İslam'a ve Müslümanlara bakış açısı maalesef sürekli bir karalama operasyonu şeklinde. Aynı zamanda bu karalama çalışması 30 yıldan beridir yaşadığımız İslami dirilişe de karşı. Bu nedenle Kuran-ı Kerim'i insanların anlayacağı şekilde tefsir edersem belki bu bağlamda biraz etkili olurum dedim. Bunu sadece Müslümanlar için düşünmedim. Gayrimüslimler de buna dahil. Allah'a şükür bu konuda da başarılı olduğuma inanıyorum. Bu arada bu tefsir çalışması bugüne kadar 3000 tane satıldı.
Şu an Ra'd suresini tefsir ediyorum. Halihazırda 7 cilt yayınlandı, her cilt 500 sayfa. Fatiha, Bakara, Al-i İmran ve Nisa suresi yayınlandı. Benim yazdıklarımın hepsi yayınlanmış olsaydı 20 cilt basılmış olurdu fakat matbaada sıkıntı yaşıyoruz, çeşitli sebeplerden dolayı. Ancak her hâlükârda Elhamdülillah diyoruz. Bu çalışmaların arkasında uzun emekler ve çabalar var. Benim iktisadi, içtimai, kültürel bağlamda biriktirdiklerim, koleksiyonum var.
ABD, Kanada, Güney Afrika ülkeleri, Avusturalya'dan dönüşler oldu. Bu tefsir çalışmasının 3 baskısı Avusturalya'da, 3 baskısı da Güney Afrika'da bulunuyor. Biz buralara hiçbir medya desteği olmadan geldik. Bilirsiniz bir kitabın okunmasını sağlayan şey onu tanıtmak, reklamını yapmaktır fakat bizim için böyle bir durum sözkonusu değildi. Keşke binlerce müfessir olsaydı da Kuran-ı Kerim'deki örnek ahlak anlayışı insanların zihinlerinde ölmeseydi. Kur'an harflerinin üzerine örtülen bir ölü topraği var. Yanlış anlaşılmasın 'Kur'an ölüdür' demiyorum. Günümüz insanı Kuran-ı Kerim'i anlayacak seviyede olmadığı için Kuran'ı bugünün insanının anlayacağı şekilde tercüme ve tefsir etmek gerekiyor. Eğer bu gerçekleşirse dinde de yeni bir olgu ortaya çıkacaktır.
Tabi ben Amerika'da doğdum ve 11 yaşıma kadar orda kaldım . Daha sonra on bir yıl da Lübnan'da okudum. Lise ve üniversite eğitimini burada aldım. Arap dili ve edebiyatı bölümünü Lübnan'da okudum. Beyrut'ta bazı İslami faaliyetlere katıldım, belirli derslere. Daha sonra Amerika'ya döndüm ve 4 yıl Amerika Silahlı Hava Kuvvetleri'nde çalıştım. Daha sonra Amerika'daki üniversitelerden birinde Siyasi Bilimler okudum, hemen ardından 'öğretmenlik-eğitim' alanında yüksek lisans yaptım. Bu iki ülkede de uzun yıllar bulunduğum için iki toplum arasında mukayese edebilme şansım oldu ve şunu söyleyebilirim ki ikisi arasında taban tabana zıtlık var. Amerika'da insan düşünme yetisini kazanıyor ve maalesef Doğu toplumlarında düşünce eksikliğimiz var...
Mesela bizim fakihlerimiz yaklaşık bin yıl önce bildiğimiz ya da bilmediğimiz sebeplerden dolayı içtihad kapısını kapatmışlar. Bu da bizi İslami düşünce eksikliğine itti. Bizim tarihimize bakılacak olursa insanlar iyi bir eğitim almak için Bağdat'a, Endülüs'e gider, bizim medeniyetimizden nasiplerini de alırlardı. Çünkü o zamanlar düşünüyorduk şimdi ise sanki zihinlerimiz dondu. Doktorlarımız, mühendislerimiz var fakat sosyolojik alanda eksikliğimiz çok fazla. Sosyoloji alanında Marx, Freud, Smith okuyoruz, okutuyoruz. Peki bizim bilim adamlarımız nerede? Batı'da yaşamak bizi, düşünce tembelliği hastalığından kurtardı ve bu konuda aktif olmamızı sağladı.
Belki biraz ağır olacak ama çözüm Mekke'nin özgürleştirilmesidir. Kudüs nasıl işgal altındaysa Mekke de öyle işgal altındadır. Size bir örnek vereyim, Bakara suresinde Hacc'ın birkaç ayda yapıldığı bildirilir. Ulemalar bu konuda ihtilaftadır. Çoğunluk Zilkade, Zilhicce ve Muharrem, azınlık ise Şevval, Zilkade ve Zilhicce olduğunu savunur. Fakat mutabık oldukları şey Hacc'ın 3 aylık bir sürede olması gerektiğidir. Suudi Arabistan hükümeti bu 3 ayı 3 haftaya indirdi. Ne Kuran'da, ne de sünnette böyle bir şey zikredilmemişken bu nasıl mümkün olabilir? Ayrıca Mekke Müslümanlar ve insanlık için güven ve selamet yeridir. Müslümanlar Hz. Peygamber'in gittiği her yere özgürce gidebilmelidir. Orada her ırk her millet birlikte o atmosferi solumalıdır ki farklılıkların ne kadar basit ve önemsiz olduğunu hissedebilsinler.
Suud hükümeti, istediğine vize veriyor istediğine vermiyor. Mesela ben ne umreye, ne de hacca gidebildim. Çeşitli sebeplerden dolayı bana vize vermiyorlar. Bu sebeplerden biri de yaptığım tefsir çalışması. Üstelik ben yalnız değilim bu hususta, birçok mağdur insan tanıyorum. Kabe-i Muazzama bir ailenin mülkü değildir. Oraya gidip gelebilmek onların inisiyatifinde olmamalıdır. Bu hükümet, bu toprakları demir bir kelepçe ile yönetiyor.
Bu ancak sözde olabilecek bir şey. Hakikate gelince ise ben halklar açısından bir problem olacağını düşünmüyorum. Halkların fıtratında kaynaşmak vardır. Çıkara ya da sonuca bakmazlar. Problem hükümetlerde, onlar sadece çıkarları doğrultusunda hareket ederler ve bu sebepten diğer ülkelerle entegre olmak istemezler. Küresel barış konusuna gelince, yıllardır konuşulup tartışılan bir teori vardır. Ülkenin sınırları küçüldükçe vatandaşın özgürlüğü artar. Ülke yönetimi belli başlı alanlar dışında pek müdahale etmez. Ancak sınırlar büyüdükçe devlet yeni alanlarda üretim yapmak ister, silahlanma konusunda vs. Böyle bir yapılanma varken barıştan söz etmek mümkün müdür?
Bu islamafobia denilen terim yeni fakat İslamiyet'in doğuşundan beri var olan bir şey. Günümüzde farklı alanlarda oluştu. İslami terör algısını oluşturan da bu olgudur. Batı bunu kasıtlı olarak yaptı. Ancak bunun sebebi bize bağlıdır. Mesela El-Kaide olmasaydı bu korku olmayacaktı. Dini inancı ne olursa olsun masum insanları öldürmek bir suçtur. Bu sorunun cevabını ilk başladığımız yere bağlamak istiyorum. Bunların hepsinin sebebi İslami düşünce eksikliğindendir. Günümüzde cihad ettiğini düşünen bazı İslamcı gruplar, İslam tarihine dönüp bir bakmalılar. İslam'da cihad denilen şey İslami bir devletin sancağı altında olur. Cihat hareketi devlet oluşturmak için olmaz, devlet oluştuktan sonra cihad edilir ki bunun da şartları vardır. Masum insanlar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar katledilmez.
Arap Baharı dediğimiz şey 2 sebepten dolayı patlak vermiştir. Birisi halk, diğeri hükümet etkeni. Halk, kaderini kendisi tayin etmek isterken yönetim buna müdahale etmiştir. Tunus'da Mısır'da Suriye'de bu durumu gördük yaşadık. Bu ülkelerde yönetimler İslami hareketleri iktidara müdahil etmek istediler. Bence bunu iyi niyetlerle yapmadılar. Ancak ne yazık ki İslami partilerin siyasi yöndeki eksiklikleri sebebiyle bunda başarılı olamadılar. Çünkü Müslüman yöneticiler, buna İhvan-ı Müslim de dahil halkla sağlıklı iletişim kuramadılar. Arap baharı dediğimiz olayda da yönetimin ve yönetime bağlı orduların payı büyüktür. Ordular Arap Baharı'ndan önce de sonra da hiç değişmedi, hep siyonist ve emperyalist güçlere bağlı kaldı. Sisi'nin Hüsnü Mübarek'le ne kadar yakın olduğunu, siyonistlerle de işbirliği yaptığı malumunuzdur.
Arap Baharı ifadesi nerden çıktı anlam veremiyorum, bu olaylar on yıldır Irak'ta cereyan ediyordu ona neden böyle demiyorduk. Arap aynı Arap değil mi? Çok hassas dengeler var. İslamcılar Arap olsun ya da olmasın, siyasal İslam konusunda eksikler. Bu sebeple İslam'dan nefret eden fakat sürekli İslami araştırmalar yapan Amerikan ya da Yahudi geliyor ve Müslüman olduğu halde İslam hakkında bir şey bilmeyen halkları yönetiyor. Bu arada hiçbir Arap ülkesinde yönetim halkı temsil etmiyor.
Öyle zor bir soru sordunuz ki. Bu sorunun cevabı için ciltlerce kitap yazılır. Yine de net bir şekilde özetleyecek olursak, bu yaşanan dramın altında 2 şey yatıyor. Birincisi, İslami düşünce eksikliği, ikincisi birlik olamayışımız. Biz zaten İslami düşünce eksikliğimizi gidersek birlik düşüncesini beynimize kazırız ve birbirimizden ayrılmayız. Bunun için Kur'an-ı Kerim'i ve sünneti iyi anlamak, Peygamber Efendimiz'in bize açtığı yoldan ümmet olarak el ele yürümeliyiz. Farklı yollardan yürümeyi tercih edenler olabilir, olsun! Yeter ki varılan nokta bir olsun, birliğe vurgu yapsın. Şuan Suriye'ye, Mısır'a bakın. Olaylar hiç bitmiyor, insanlar vatansız kaldılar. Hayatını kaybedenler de bir tarafta. Bu trajedinin altında milliyetçilik, mezhepçilik ve ırkçılık gibi sebepler yatıyor. Açıkça konuşalım, mesela burada ülkenizde de Türk- Kürt meselesi var. Her iki taraf da Müslümanken uzlaşmak daha kolay olmalı. Eğer halklar Kuran'da emrolunduğu gibi 'Allah'ın ipine sarılsalar' hiç bir mesele kalmayacak ve İslam onları birleştiren nesne olacak. Her insanın dilinin konuşulduğu topraklara yönelmesi normaldir ancak bu farklılığı ırkçılığa ve milliyetçiliğe dönüştürmemek gerekir. Ne yazık ki bizim bu yönde istidadımız var ve bu yüzden birbirimizden ayrılıyoruz. Birbirimizi anlamak adına uğraşmak yerine bölünüyoruz. Kendimize yeni yeni isimler veriyoruz. Bu iyi bir gidiş değil.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.