Yeni Şafak

Mavi önlüklü tek yürek kadınlardık

Haber Merkezi
01:002/02/2020, Pazar
G: 2/02/2020, Pazar
Yeni Şafak
Halise Çiftçi DGM salonunda
Halise Çiftçi DGM salonunda

12 Eylül Darbesi sonrası başörtüsü yasağı yüzünden üniversite eğitimini yarım bırakan 28 Şubat Darbesi’nde mahkemede yargılanan yazar Halise Çifçti Kadın Aile dergisinden Milli Gazetesi’ne oradan Turuncu dergisine uzanan tecrübelerini anlatırken “Hepimiz mavi önlüklerimizi giyer öyle çalışırdık. 2000’lerde ise çok sesli olduk” diyor.

BETÜL ŞATIR

Arzuhalci bir babanın kızı olarak 1961 yılında doğan, 12 Eylül darbesi sonrasında başörtüsü yasağı yüzünden hukuk fakültesini yarım bırakıp yazarlık, editörlük ve yöneticilik yapan Halise Çiftçi başörtülü bir kadın olarak son 40 yılda kadın dergiciliği tecrübelerini anlattı. 80 ve 90 yılları arasında 500 sayı çıkan Kadın ve Aile dergisinin mutfağında çalışmaya başlayan aynı zamanda yazılar da yazan Çiftçi, 1991 yılında Milli Gazete›nin Ankara bürosuna işe giren ilk başörtülü yazar ve editör oluyor. Refah Partisi’nin kapatıldığı dönem ise mahkemede yargılanıyor. Çiftçi 2003 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte yeniden Turuncu adlı kadın dergisini çıkarıyor ancak daha sonraki yıllar bu derginin kadrosundan ayrılıyor. Çiftçi’yle çıkardığı kadın dergilerini, gazetecilik serüvenini konuştuk.


12 Eylül Darbesi döneminde üniversite öğrencisiydiniz değil mi? Neler hatırlıyorsunuz o günlerden? Sizin dışınızda başörtülü öğrenci var mıydı okulda?

Dava vekilliği yapan ancak küçük kasabamızda üç avukat olduğu için arzuhalcilik yapmaya başlayan babamın duası kabul olmuş Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştım. İki başörtülü arkadaşım daha vardı. Sağ sol çatışması ve kamplaşmaya rağmen biz başörtülü derse giriyorduk bir sorun olmuyordu. Fakat son sınıfta olaylar şiddetlenince okula gidememeye başladım. Darbe sonrası da başörtü ya okula girmemiz yasaklandı. Böylece eğitimim yarım kaldı. O dönemde Ankara’da Esat Coşan hocanın önderliğinde çıkarılan Kadın ve Aile dergisinde çalışmaya başladım.

ESAT COŞAN’DAN TAKDİR ALDIM
Kadın ve Aile Dergisi ile nasıl yollarınız kesişti?

Kızılay’da başörtülü birini gördüğümüzde sırf selam verebilmek, yalnız değilmişim duygusunu tadabilmek için arkasından koştuğumuz günlerdi o zamanlar; İşte o günlere denk düşer Kadın ve Aile Dergisi. Hiç unutmam o sıra annemin evi badana olurken, badanacının ‘Şampanya rengine boyayalım sizin evi’ demesine çok içerlemiştim. Elimize bir kere almadığımız kadehin evimizin duvarlarından üzerimize geleceğini fark etmek çok garip bir his olmuştu benim için. Boyacının bu teklifi üzerine yazdığım “‘Renk lügatimiz de’ işgal altında” başlıklı yazıyla dergiye kabul edildim. Rahmetli Esad Coşan Hoca yazımı okuyunca “harika bir üslup yerli bir kimlik kazandık. Bir yazar keşfettik hemen çağıralım çalışmaya başlasın” demiş. Nasıl mutlu olduğumu herhalde anlatamam.

Dergi Ankara’da çıkıyor değil mi? Ofis olarak nasıl bir ortamdı?

Özelif Sitesi’nde bir bodrum katında; bekârların, yolcuların zaman zaman kalmak için kullandığı elbiselerini kurutmak için kapılara astığı, imkânsızlıklar içerisinde derme çatma bir dairede çıkıyordu. Öylesine mütevekkil, içten ve gayretliydik ki. Her birimize bir masa bile düşmezdi, uzun bir masanın bir köşesine oturup yazardık yazılarımızı. Başlıkları belirler yazarlara yazıları sipariş ederdik. Resimleri seçer kapağa karar verirdik. İlk sayılarda az basıldığı için dergiyi poşetleme işlerini de biz yapardık. Ne kadar satılacağından kaç ay çıkacağından emin olmadığımız bir dergi çıkarıyorduk. Sınırlı şartlar zorlanan imkânlar, maddi yetersizlikler de cabası.

Evndiğinizde de Özelif sitesi’nde oturmaya başlıyorsunuz. Ankara için hatta ülkemiz için ilginç bir sosyolojiye sahip olan bu o sitede hem dergi çıkaran hem yaşamış biri olarak ne anlatırsınız?

Özelif Sitesi inanca dair bir yaşam modellemesiydi zannımca. Bir gurup aydın dindar, hesabı kitabı haktan hakikatten yana yapan güzel insanın teşviki ile oluşturulmuştur. O kişiler muhit oluşturmaya birbirine cesaret ve ilham veren komşuluklara çok önem verir daima teşvik ederdi. Onların ön görüsü birlikte yaşamak ve dayanışmak… Güzele ve iyiliğe dair ne varsa el yordamıyla bulmaya çalıştığımız, tecrübe ettiğimiz, birbirimizin yüzlerine bakarak güç aldığımız, yıkıldığımızda birbirimize omuz verdiğimiz, çocuklarımıza İslam’ca ve insanca bir hayat sunabilme gayretiyle yeşerttiğimiz, evlerimizin kapılarını açık tuttuğumuz, sitenin her bloğu içinde ezan sesi yankılanan, komşuluğun, kardeşliğin, edebin, ahlakın yüceltildiği, sohbetlerle zengin bir manevi iklime sahip, camisi, Kur’an kursuyla bir bütün olarak tasarlanmış bir yaşam alanıydı. Orada ilk adımlar atıldı, orası ilk mektebimiz oldu, orada hayata dair ilk yeminlerimizi ettik. Bazılarının başlarını çevirince yok olacağını düşündükleri, önemsiz insanlardık aslında. Hayat oyununa hiç almaya tenezzül etmedikleri. Ama sonra devlet kadrolarında ve hayatın her alanında söz sahibi insanların yolunun bir şekilde oradan geçtiğine tanıklık fırsatı verdi zaman. Kimler geldi kimler geçti.

Kadın dergisi çıkarıyorsunuz ama yönetici ekip erkeklerden oluşuyor. Şimdi bu şartlarda dergi çıkacağını duyan yazar kadınlar olsa itiraz eder. Siz ne düşünüyordunuz?

Evet, biz kabullenilme birileri tarafından dikkate alınma bahtına o zamanlar o şartlarda kavuşmuştuk. Sorgulamak aklımıza gelmiyordu. Yazacak bir mecra bulmuşuz daha ne isteyelim düşüncesindeydik. Hatta ağabeyimiz hocamız olan yöneticilerimize hep müteşekkir ve daima saygılıydık. Kendi başımıza o gücü bulacağımız bir devirde değildik. Sebat ettik sabır gösterdik ve emek vermeye yoğunlaştık.

MAVİ ÖNLÜK KURALI VARDI

Ofis günlerinizden bahseder misiniz?

Bugün Kanal 7’nin Yön. Kur. Bşk. Zekeriya Karaman liderliğinde mutad toplantılarımızı yapar, konuları, başlıkları tespit eder, görev dağılımını gerçekleştirir, yazıların üzerinden ciddiyetle geçerdik. Ciddiyet nedense bana o günlerden kalmış kıymetli, gülümsemelerle andığım bir hatıra. Zekeriya Bey ofiste çalışırken mavi önlük giymemizi ısrarla isterdi. Mavi önlüklerimiz de o ciddiyet ve disipline dâhildi. Ayda birse beni ‘Bir yazar keşfettik, işe alın’ diyerek hayatıma yön veren belki de yazma serüvenimi dergicilik merakımı başlatan rahmetli Prof. Dr. Esat Coşan’la toplantı yapardık. Saygıyla edeple… Dikkate alınmak ne güzel bir şey deneyimliyorduk. Gördüğüm göreceğim en verimli, en öğretici, ufkumu uçsuz bucaksız hale getiren toplantılardandı. Ders demeliyim aslında.

REFAH PARTİSİ’NİN KAPATILDIĞINI İŞYERİNDE TELEVİZYONDAN ÖĞRENDİM
28 Şubat döneminde de epey hırpalandınız değil mi?

Evet, bir kez daha darbe üzerimden geçmeye hazırlanıyordu. Partinin kapatıldığı gün Milli Gazete’de tek televizyondan Zeki ağabeyin odasında Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bildirisini dinlemiş, hiç birimiz çıt çıkarmadan odalarımıza dağılmıştık. Tek bir yorum, tek bir cümle kimsenin ağzından çıkmamıştı. Ağzını bıçak açmıyor denilen hallerdi galiba halimiz.

BAŞÖRTÜLÜ MECLİS ÜYELİĞİNDEN YARGILANDIM
Nasıl yani bir tepki vermediniz mi?

Sonra eve geldim. Hiç de hamarat olmayan ben o gün sabaha kadar mutfağı temizledim. Tüm dolapları döktüm, çekmeceleri. Her şeyi yıkadım, ovdum. Sabah ezanı okunduğunda kendime geldiğimi hatırlıyorum. Ellerim paramparça olmuş, kanıyordu. 28 Şubat Darbesiyle partimiz kapatılmış, meclis toplantılarına giremez olmuştum. Hayatımın üzerinden geçen bu üçüncü darbeyse DGM’yle tanışmama vesile oldu.

Neden peki?

Meclis toplantısına başörtülü girdiğim için polisler, nezarete almalar, yargılanmalar dönemi başladı. Yine oyundan çıkarılmış, hayata kırılmış, kuşdiliyle konuşmaya başlamıştık. Dondurmacıların bile fişlendiği günlerdi, Özelif Sitesi de o dönem Ankara’da irticanın merkezi görüldüğünden göz hapsindeydi. Her gün doğumuyla hayatın yeniden kurulduğuna inanan mütevekkil insanlardık. İçimizin en içinde hasbi duygular taşıyan, sabırlı. Başörtüsü eylemleri, açlık grevleri de 28 Şubat’a dâhil başlıklardı. Korkardım beni bulan yasaklar torunlarıma erişecek diye o günlerde. Sonra pek çok postmodern darbeler, bildiriler… Geçmesin ne ülkenin ne insanımızın üzerinden darbeler. Başörtüsü yasakları da kalktı. Bedeli ödenmişti. Ama bizler yasaklar kalksın diye mücadele ederken, beklerken yaşlanan genç kızlardık.

ÇOK SESLİ KADINLAR OLDUK

20 yıl sonra bu sefer kadınların yönettiği ve yazdığı Turuncu dergisini çıkarıyorken gözlemlediğiniz farklar nelerdi? Konular ve meselelere bakış değişmiş miydi?

Hayatın dışına itildiğimiz, kenar süsü olduğumuz günlerdeki tutunma çabalarımızdan sonra tümüyle, her kademede kadınların olduğu bir dergi çıkartacak cesarete ulaşmak… Anlaşılan düşe kalka da olsa epey bir yol almışız. Bana kalsa benim köşelerim dini konularda daha keskin daha net. Direnmeye hakikat olanda ısrar etmeye devam ediyordum ama bu sefer daha kalabalık daha çok sesli bir dergiydik; yıl 2003 olmuştu bazı içime sinmeyen ama çok da ciddiyetsizlikten saymayacağımız tutumları olmuştur yeni derginin. Gün geldi bütünüyle sorumluluk aldığım zamanlar oldu. O zamanda her şey 20 yıl öncesi kadar hakikat olan itirazlarla ya da güzellemelerle doluydu. Kadın ve Aile’nin o geleceğe not düşme merakı, kadınları hayatın her alanında düşünmeye ve uğraş vermeye çağıran geniş bakış açısı hep kulağımda küpe olarak kaldı galiba.

MİLLİ GAZETE’DE ÇALIŞAN İLK KADINDIM
Milli Gazete ile devam ettiniz ardından sonra yine dergicilik işine soyundunuz değil mi?

Milli Gazete’ye bir kadın yazar, muhabir alınacağını duyduğumda kanatlandığımı hatırlıyorum. Sene 1991. ‘Neden Milli Gazete’ başlıklı bir yazı istenmiş, teslim ve görüşme için bir tarih verilmişti. O gün Ankara’nın en soğuk ve karlı günüydü galiba. Dizlerime kadar gelen kara bata çıka gittiğimi hatırlıyorum. O günkü kar, benden başka görüşmeye çağırılanların gözünü korkutmuş olmalıydı ki gelmediler. Onların gözünü korkutan kar benim bahtım olmuştu. Dizlerime kadar gelen karda o kadar zor yürümüştüm ki. O soğukta Ankara kışında kimsecikler yoktu dışarda. On yıl çalıştım ofiste sadece bir bilgisayar sıra ile başına oturur öyle yazardık. Daktilo deseniz çok kıymetli. Bende arzuhalci olan kayınpederimden (babam gibi o da arzuhalci idi) yadigâr bir daktilo vardı. Gazetedeki birçok yazı o daktilodan çıkmıştır.

KISIK SESİMİZ ANADOLU’DAN YANKI BULDU
  • Dergi hiç beklenilmeyen bir yankı buldu. İlklerden oldu. Mütedeyyin hanımlar için yola koyucu gönül alıcı bir dost oldu… O sırada sizin cephede; işin mutfağında neler oluyordu?
  • Kısık seslerimiz Anadolu’nun her yerinde duyuldu. Nasıl bir heyecandı kısık seslerimizin alıcısıyla buluşması anlatamam. Zaten hiç yüksek sesle konuşmazdık ki. Cumhuriyet döneminin topuzundan, topuğuna kadar tasarladığı kadın modeline uymayan, laikliğin kalelerinden, okullardan, üniversitelerden kovulan, çalışma hayatının hayalini bile kuramayan bir avuç genç kız ve kadın bildik ezberlerin dışında bir şeyler söylüyorlardı. İtirazımız vardı, söyleyecek sözümüz, iddiamız, umutlarımız kırık kalbimiz vardı. Bir yandan kadını dönüştürmeye metalaştırmaya çalışan yayınlar vardı biz karşılarına kahramanca dikilmiştik. Satış rakamlarımız onları şoke etmişti. İyiyi ve güzeli hedefliyorduk, kavgayı hüner saymıyor, gösterişten uzak duruyor, tevazu ve edebi elden bırakmıyor, sözü emanet biliyor, kelimelerin gücüne inanıyorduk. Varlık derdimiz yoktu, yoklukla sınanıyorduk. Aileyi, kadını ve anneliği yüceltmeye, mahremiyeti bireyin ve toplumun sırrı bilip korumaya dairdi tüm çabamız. İnanca ve insana dair dertlerimizi kalplerimizin derdi biliyorduk. Kendimize dair önceliklerimiz yoktu, hayatlarımızın yalnızca kendimize ait olmadığı bilgisiydi ilk ezberimiz. Benlik, bencillik, yoktu. Tüm hayatımızdaki kavram İslam ve tebliğdi partide çalışırken de dergide yazarken bütün prensipler bu kavramlar etrafında hizalanıyordu. Bizim anlattığımız ve yaşattığımız şey sadece dindi partide koşarken de daktiloda yazarken de… Kadın ve Aile’de daha çok kentli ve mütedeyyin kesime hitap ettiğimiz doğrudur. Yeni bir şeyler söylerken kadın ve genç kızların da bu sese katılmasıydı galiba istenen. Kendine dönüşün anahtarlarını bulma çabası.
  • Başörtüsü yasakları dergi sayfalarına nasıl yansıyordu o yıllarda?
  • Başörtüsü konusu her sayımızda mutlaka işlediğimiz vazgeçilmez bir başlıktı. Bunun yanında Prof. Dr. Esat Coşan’ın baş makalesi, hasbihal, ayın konuları, kadın kadına fıkıh, röportajlar, kısa hikâyeler, basından seçmeler, elişi, adap, nasihatler köşeleri, hayata dair notlar vardı.
  • DOĞUM GÜNÜ KUTLAMASINA İTİRAZ EDİYORDUK
  • Kapak resimlerini belirlerken dosya başlıklarını atarken nasıl bir yol izliyordunuz?
  • İtirazlar üzerinden bir dil geliştiriyorduk; kapaklarımız başlıklarımız dejenere olmamak adına sürekli bir uyanık olma çabasıydı. Doğum günü kutlamaya, masada yemek yemeye, araba lastiği reklamlarında kadının nesneleştirilmesine sürekli din ve medeniyet referanslı itirazlar geliştiriyorduk. Okuyucularımızdan artık yer sofrasında yiyoruz masalarımızın ayaklarını kestik diye dönüşler alıyorduk. Mütedeyyin kadına söyleyecek sözü olan gösterilecek bir tavrı olan güveni kazandırmaya çalışıyorduk bir yandan o kadar dengeli bir yol tutturmuştuk ki çok yankı buldu. Kadının ev içi yaşamına ve çalışmasına dair sözlerimiz ve övgülerimizin yanında kadının eğitiminin önemine, dünyada ve ülkemizde olup bitenlere karşı duyarlı olması gerektiğine, hayata inanç çerçevesinde sözünün ve duruşunun olması mecburiyetine de vurgu yapardık. Yaşanılan her şeyden, ülkemizde ve dünyada olup bitenden sorumlu olduğumuz sözlerimiz arasındaydı. Filistin mücadelesi, Afgan cihadı, Cezayir Müslümanları, gurbetçilerin Avrupa’daki İslami faaliyetleri ilgi alanımızdı. Köylü kadınların kanatları ardına saklanmanın tam tersine kente ve kentlileşme çabasındaki kadına seslenişlerin ağır bastığı bir dergiydi. Çalışan kadınların problemleri, modanın götürdükleri, müstehcen yayınlarla savaş, kürtaj, boşanmaların çocuklar üzerindeki etkileri, başörtüsü Allah’ın emridir gibi başlıklar atardık.
  • Bir kadın dergisi olarak modaya bakışınız nasıldı?
  • Biz tüketmek üzerinden değil üretmek ve kendi üslubumuzu belirlemek açısından giyim kuşam bahsine dâhil olabildik. Kalıbını verdiğimiz giysiler genellikle robalı elbise ya da pardesü, abayelerdi, modaya da mankenliğe de şiddetle karşı dururduk. O nedenle elbise modellerini de çizimle verirdik. Pek çok çizimde baş bile çizilmezdi. Daha o günlerde tesettür modasına, gösterişe, israfa direniyorduk. Mahremiyetin ölümüne, başörtülü mankenlik ve modelliğin sergilendiği dergilere, sosyal medyaya hayli uzaktık. Geçti gitti artık o günler… Şimdi herkes manken.
#Halise Çiftçi
#12 Eylül Darbesi
#Milli Gazete
Yorumlar

Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

Henüz yorum bulunmuyor

İlk yorumu siz yapın.

Kapat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.