Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı’nda baba mesleği kitapçılığa başlayan Yusuf Z. Subaşı devrin din adamlarından babası İbrahim Subaşı'nın arkadaşlarının buluşma adreslerinin dükkanları olduğunu söylüyor. Subaşı "Babam hocaefendilerin hocasıydı. Dükkanda haftada dört gün ders olurdu" ifadelerini kullanıyor.
Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı’nın en eski kitapçılarından birisi de Dersaadet Kitabevi’ydi. Çarşıda pek çok dini yayıncılık yapan kitabevinden farklı olarak Arapça kaynak kitapları okurlarıyla buluşturan Dersaadet’i uzun yıllar İstanbul’un önemli din hocalarından İbrahim Subaşı ve oğlu Yusuf Ziyaeddin Subaşı işletti. Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı’nda bulunan esnaf 28 Şubat döneminde yaşadığı siyasi baskılar yüzünden buradan çıkarıldı ve Subaşı ailesi de diğer dini yayıncılık yapan esnafla birlikte Vezneciler’deki Yumni İş Merkezi’ne taşındı. Yusuf Ziyaeddin Subaşı babasının sağlığında Fatih Çarşamba’da açtıkları şubeyi de bu süreçte yönetti. Babasının vefatından sonra ise iki dükkanı da kapatıp Üsküdar’da Tepsifırın Sokak’ta Asitane adında yeni bir kitapçı dükkanı açtı ve mesleğini burada sürdürdü. Babasının İstanbul’daki hocalarla ilmi ders halkaları kurduğunu ve uzun yıllar kitapçılığın yanında camilerde imamlık ve vaizlik yaptığını dile getiren Yusuf Ziyaeddin Subaşı babasının aynı zamanda Fatih Çarşamba’daki İsmail Ağa Camii’nin de ilk resmi imamı olduğunu sözlerine ekliyor. Babasının yanında yayıncılık dünyasına adım atan ve daha sonra kendi kitabevini ve yayınevini kuran Yusuf Ziyaeddin Subaşı’yla Beyazıt’tan Üsküdar’a uzanan yayıncılık ve kitapçılık hikayesini dinledik.
n Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı ile ilgili ilk hatıranız nedir?
İstanbul Fatih doğumluyum. İlkokulu Fatih’te okudum. İlkokuldayken yani 1960’ların başında Beyazsaray Çarşısı’nda mesleğe adım attım. Çarşı, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın ailesinin ve ortağınındı. Bu çarşıda o yıllarda manifaturacılar, terziler, ayakkabıcılar ağırlıklı olarak bulunuyordu. Kitapçı dükkanları yeni yeni çarşıda açılıyordu.
n İlk kitapçılar sizler miydiniz?
Mehmet Necati Sepetçioğlu’nun İrfan Yayınevi, Kadir Mısıroğlu’nun Sebil Yayınevi, İsmail Hakkı Şengüler’in kurduğu Hikmet Yayınevi gibi bir takım yayınevleri ilk olarak Beyazsaray Çarşısı’nda faaliyete geçti. Ancak bu yayınevlerinin bir kısmı daha sonra Cağaloğlu’na taşındı.
n Babanız ne zaman yayıncılığa başladı?
Babamın asıl mesleği imamlıktı, daha sonra vaizlik ve müftülük de yapıp emekli oldu. Babamın her zaman kitaplara özel bir düşkünlüğü vardı. Babamın kitaplara olan sevgisi yüzünden de pek çok kitapçı arkadaşı olduğunu hatırlıyorum.
n Kimler vardı mesela?
Beyazıt’taki tarihi Sahaflar Çarşısı’nda arkadaşları vardı ve oraya sık sık giderdi. Sahaf Necati (Alpas) Bey’e, İbrahim Manav’a ve Muzaffer Ozak’a mutlaka uğrardı. Mesela Muzaffer Ozak hem sahaftı hem de hocaefendiydi. İki mesleğini de birlikte sürdürürdü. Babamın da arkadaşıydı o yıllarda. Zaten Muzaffer Ozak’ın Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkanı sadece bir ticarethane değil aynı zamanda ihvanıyla da bir buluşma adresiydi.
Evimizin her odası babamın kitaplarıyla doluydu
n Peki babanızın kitap sevgisi nereden geliyor?
Babam çocukluğundan itibaren nerede kitap görmüşse imkanı ölçüsünde satın almış, okumuş biriydi. En sevdiği şey dünyevi olarak kitaptır dersek abartmış olmayız. Öyle ki çocukluğumda evimizin banyosu, tuvaleti ve mutfağı dışında her yerin hatta yatak odasının bile babamın kitaplarıyla dolu olduğunu hatırlıyorum. Öyle bir sevgisi vardı kitaplara.
n Ne tür kitaplardı?
Arapça ya da Osmanlıca harflerle basılmış kitaplardı evimizdekiler ağırlıklı olarak. Latin harfleriyle basılmış kitaplar çok azdı. Hocaefendi olduğu için daha çok kendi ilmine yönelik kitapları takip ederdi ve onları satın alırdı.
Cami önlerinde seyyar sahaflar olurdu
n Beyazıt’ta Sahaflar Çarşısı dışında başka nerelerde dini kitaplar satılırdı o yıllarda?
Eskiden camilerin köşelerinde seyyar sahaflar olurdu. Camilerin bir köşesinde kitaplarını getirip satarlardı. Mesela hatırlıyorum Fatih Camii avlusunda iki üç noktada tereke kitapları alıp satan sahaflar vardı. Babamın en çok uğradığı adreslerden birisi de Fatih Camii avlularındaki işte bu sahaflardı.
n Babanızın yayıncılığa başladığı yıllarda başka kimler vardı çarşıda?
60’ların sonu 70’lerin başıydı. Arslan Yayınevinin sahibi eski Tekirdağ Müftüsü Ali Arslan vardı. Afyonlu Süleyman Demir’in Demir Kitabevi vardı. Süleyman Ateş Hoca’nın Yeni Ufuklar diye bir yayınevi vardı. Hatta bir ara ben de burada çalıştım. Süleyman Ateş Hoca’nın tefsirinin redaksiyonunda çalıştım ama sonra mazeret beyan edip oradan ayrıldım. Hocanın dükkanında oğlu olurdu daha Bçok. Yine onların dükkanın yanında İmam Hatipliler Mezunları Derneği’nin çıkardığı Tohum Dergisinin bürosu vardı. Burası İmam Hatiplilerin o yıllarda buluşma adresiydi.
Çok iyi kitaplar çıkarırlardı
n Kitapçı sayılar her geçen yıl arttı. Hangi kitaplar basıldı?
Çarşının en eski yayınevlerinden birisi Osman Başpehlivan’ındı. Bahar Yayınevi’nin sahibiydi. Kardeşi Hasan Başpehlivan da Gonca Yayınlarını kurdu hemen sonra. Çile Yayınevi vardı çok güzel kitaplar yayınladılar. Duran Kömürcü’nün kurduğu Şamil Yayınevi, Sinan Yıldız’ın kurduğu Sinan Yayınevi vardı. Sinan Yayınevi Ahmet Cemil Akıncı’nın kitaplarını basardı, çok ilgi görürdü o yıllarda.
n Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı’ndaki yayıncıları diğer yayıncılardan ayıran en önemli özelliği sadece bastıkları kitaplar değildi, yayıncılar arasında dini hassasiyetleriyle de öne çıkıyorlardı diyebilir miyiz?
Tabi buradaki yayıncılar sadece dini yayıncılık yapmıyor aynı zamanda kendileri de mütedeyyin insanlardı. Yani ilk yıllarda özellikle çoğu kitabevinin sahibi hocaefendi ya da dini ilimle ilgilenen kişilerdi.
Bizim kadar Arapça kitap basan başka yayınevi olmamıştır
n Ne tür kitaplar yayınladınız?
Arapça Türkçe yüzlerce kitap yayınladık. Arapça kitap basan bizim dışımızda bir iki yayınevi vardı onlar da kendi cemaatlerinde okunan kitapları basardı sadece. Diğer yayıncılar da genellikle satılacak kitabı basarlardı. Biz ise yıllarca Müslümanlar için hangi kitap faydalıysa onu bastık. Kar amacı gütmedik.
n Hangi kitapları bastınız?
İlk defa Sarf-Nahiv Mecmuasını ikisi bir arada ve kayıtsız olarak bastık, neşrettiğim ilk kitap odur. Yani Emsile, Binâ, Maksud, İzzî, Merâ, Avamil, İzhâr, Kâfiye… hepsini tek kitapta, küçük roman boyda ve Arapça olarak bastık.
n İlmi kitaplara neden yöneldiniz?
Hem babamın yanında dini ilim yapıp Arapça okuduğum hem de imam hatip ve Yüksel İslam Enstitüsü’nde okuduğum için ilmi kitapların kıymetini erken yaşta kavradım. Yayıncılık yaparken de nerede iyi bir kitap görsem, bu kitap Müslümanlara bir fayda sağlar düşüncesine kapılsam o kitabı bastım. Arapça Osmanlıca olarak Türkiye yayıncılık tarihinde benim kadar kitap basan olmamıştır.
Hocaefendilerin buluşma adresi bizim kitabevimiz
n Babanızın yanında hangi dönemlerde çalışmaya başladınız?
Çocuk yaştan itibaren babamın dükkanındaydım. 1969 yılında imam hatip okuluna başladım ve 1976 yılında mezun oluncaya kadar da okuldan kalan vaktimde babamın dükkanına gidip geldim. Dükkanımıza Diyanet İşleri Başkanı’ndan tutun milletvekillerine, dönemin önemli dini ilim alaınnda öne çıkan hangi hocaefendi varsa herkes gelirdi. Babam ise kitapçılığın yanında vaizliğe de devam ederdi.Hangi camide görevliyse orada vaazını verip sonra dükkana gelirdi. Bu yüzden geniş bir çevresi vardı. Aynı zamanda hocaefendilerin boş vakitlerde İstanbul’daki buluşma yeri babamın kitapçı dükkanıydı. Tam bir ticarethane diyemeyiz bu kitabevine. Size şöyle söyleyeyim babamın dükkanda haftada dört gün okuma günleri olurdu. Bu okuma günlerine hocaefendiler katılırdı. Babamın ders verdiği hocaların en genci düşünün 40-45 yaşlarında. Yani o dönemin hocaefendilerinin katıldığı ders halkalarıydı. Hatırlıyorum da bu dersler dükkanda yapılırken içeri bir müşteri girip bir kitap soracak olsa babam “Evladım şimdi ders var öğleden sonra gel” der gönderirdi, yani babam dükkanında her zaman ilmi, ticaretten önce tutmuş biridir.
Sahafların Şeyhi Muzaffer Ozak gönlüyle konuşan biriydi
n Sahafların Şeyhi olarak tanınan ve hürmet edilen Muzaffer Ozak babanızın tanıdığı demiştiniz. Siz de tanıştınız mı? Neler hatırlıyorsunuz?
Hocaefendiyi ben çok severdim. Mutlaka derslerine giderdim. Kapalıçarşı’da dervişanının icabet ettiği bir camide hutbeye çıkardı. Öyle ki o hutbede konuşurken gözümden yaş akardı. Daha 18 yaşımda bir çocuktum ve anlattıkları beni ağlatırdı. Çünkü diliyle değil gönlüyle konuşan biriydi. Bir de çok etkili bir sesi vardı ve onunla konuşurken sesinin kimyası insanı etkilerdi. ABD’ye giderdi ve orada bir konuşmasında 10-15 kişi birden İslam’ı seçerdi. Varlıklıydı ama aynı zamanda çok da cömertti. Mesela bir öğrenci kitap alacak kitap 100 lira ama öğrencinin 50 lirası var parası yetmiyor cebinden 50 lira çıkarıp öğrenciye uzatır ve sonra şimdi 100 lirayı ver al derdi. Karşılıksız verir, çok infak ederdi. Fukarayı ve talebeyi çok gözetirdi.
n Tasavvuf üzerine bir okuma yapmak isteyen nasıl bir okuma yapmalı sizce?
Bugün tasavvuf üzerine bir okuma yapacaksanız önce Mevlana’nın Mesnevisi’nden başlarsınız en sonra İbn Arabi okursunuz. Ama en başta İbn Arabi verirseniz o kişiye yüksek dosta elektrik verirsiniz, beynini yakarsınız olmaz.
Enderun ilmi panayır gibiydi
n Enderun Yayınevi ile ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Çarşıda merdivenlerden aşağı indiğinizde tam karşıdaki 46 numaralı dükkan vardı. Sahibi İsmail Özdoğandı. Enderun Kitabevi adlı bu dükkan o yıllarda ilmi bir yuvaydı. Özellikle cumartesi günleri burası buluşma yeriydi, çok kalabalık olurdu. İftarlar verilir, yemekler verilirdi. Çok güzel sohbetlerin yapıldığı bir kitabeviydi. Buraya daha çok üniversite çevresinden hocalar, öğrenciler gelirdi. İlmi panayıra dönüşürdü hafta sonları. Bugün o kitabevine benzer bir kitabevi bulamazsınız.
n Babanız İbrahim Subaşı’nın kitabevine kimler gelirdi?
Dini ilimler ile temeyyüz etmiş hocalar babamın kitabevinde buluşurdu. Babam siyasete mesafeliydi. Herhangi bir cemaate de girmedi ama hepsiyle güzel ilişkiler kurdu. Bu yüzden de her kesimden manevi büyükler dükkanımıza uğrardı.
n Çarşıdaki diğer dükkanların müdavimleri kimlerdi?
Ali Arslan’ın, Süleyman Demir’in, Arif Pamuk’un dükkanına daha çok kendi çevrelerinden isimler gelirdi. Yine Tohum dergisinin irtibat bürosuna daha çok kendi çevreleri gelirdi. O yıllarda sadece yayıncılık yapılmaz, kitap satılmazdı bu dükkanlarda. Aynı zamanda Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı okur ve yazarın buluşma adresleriydi. Maalesef 28 Şubat döneminde Beyazsaray Eminönü Belediye Başkanı Ahmet Çetinsaya ve dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın baskıları yüzünden dağıldı. Bir daha da çarşıdaki aynı ortam oluşturulamadı.
n Daha sonra Yumni İş Merkezi’ne taşınıyorsunuz. Burada nasıl ortam vardı?
Sahaflar Çarşısı’na baktığınızda bir geleneğin kolay oluşmadığını görürsünüz. Çünkü bir kimliğin oluşması için yılların geçmesi lazım. Beyazsaray’ın bir noktaya gelmesi de uzun yılları aldı. Oranın boşaltılması istenince kitapçılar neye uğradıklarına şaşırdılar. Sonra çözüm olarak rahmetli Sefer Dal hocaefendinin ve ortağının-kabirleri nur olsun- Yumni ve Zümrüt Düğün salonları vardı orayı yayıncılara göstermesiyle Beyazsaray Çarşısı’ndan taşındık. Fen- Edebiyat Fakültesi’nin bittiği Büyük Reşit Paşa Caddesindeki Yumni İş Merkezi’ne geldik. İki düğün salonunu yayıncılar küçük dükkanlara böldüler, her yayınevine bir dükkan verildi ve böylece Beyazsaray Çarşısı esnafı 1999 yılı diye hatırlıyorum artık burada ticari faaliyetlerini yürütmeye başladı.
n Siz ne yaptınız?
Biz de en başta Yumni İş Merkezi’ne taşındık. Babamla birlikte 12 yıl Beyazsaray’da kitapçılık yaptım. Bir o kadar da Fatih’te toptan satışımızın yaptığımız şubede çalıştım. Benim Avrupa Yakası’ndaki kitapçılığım toplam 24 yıl sürdü. Fakat 28 Şubat döneminde biz Arapça kitap bastığımız için çok büyük ekonomik yara aldık. Hem maddi olarak hem de psikolojik olarak çok yıprandık, çok zor günler yaşadık. Evim Üsküdar’da olduğu için ben daha sonra Aziz Mahmut Hüdayi Mahallesi’ndeki bu dükkanıma taşındım.
İlk Güllü Yasin kitabını Arif Pamuk çıkardı
n Arif Pamuk Hoca’nın çıkardığı kitaplar var halkta karşılık bulan. Cami önlerinde satılan o tarz yayınevlerinin çıkardığı kitaplar sizinkiler daha farklı değil mi?
Besmelenin Fazileti ve Ayetelkürsinin Esrarı ve Arif Hoca’nın ilk kitaplarıdır. Beykoz Ortaçeşme’de müezzindi o yıllarda. Arif Hoca Osmanlı döneminde basılmış dua ve şifa kitaplarını yeniden harmanlayarak basarak yayıncılık dünyasına girmiştir. Medineli Osman Efendi (Akfırat) hocanın derslerine katılmış ve ondan feyz almış birisi. Osman Efendi’nin şifalı bitkiler ve hastalıklar üzerine notları varmış Arif Hoca da hocasının bu notlarını neşrediyor. Bu kitaplar çok büyük ilgi görüyor. Ardından başka yayınevleri de bu tür kitaplar çıkarmaya başladı. İlk güllü Yasin kitabını Arif Pamuk çıkardı ve bu kitap o kadar ilgi gördü ki ondan sonra her Yasin kitabını basan kapağına bir gül daha ekledi.
n Siz ise ilmi kitapları çıkardınız o zaman?
Evet bizimkiler ilmi kitaplardı. Daha çok hocaların okuduğu ve okuttuğu ders kitapları, Arapça kitapları biz bastık. Mesela biz Beyzavi’nin tefsirini, Haşiyetül Konevi kitaplarını bastık o yıllarda.
n Bu kitaplar çok ilgi gördü mü? Bazı yayınevlerinin bastığı tefsirler çok ilgi görüyor neden?
Mehmet Vehbi Efendi’nin Hülasatü’l Beyan adlı 16 ciltlik tefsiri ilk basılan tefsir kitabıdır. O yıllarda Üçdal Yayınevi’nden çıktı ve çok fazla ilgi gördü bu tefsir. Babam o zaman Şile Vaizi idi ve Üçdal’ın sahibi Mümin Çevik bu tefsiri babama getirdi ve babam günümüz Türkçesine çevirdi. Bu tefsir Osmanlıca’dan Latin alfabesine hatırlıyorum büyük bir emekle çevrildi ve çok ilgi gördü. Çünkü o yıllarda tefsir eser Türkçede yok.
n Bu eser hangi yıllarda hazırlandı hatırlıyor musunuz?
1965-66 yıllarında çalıştı babam. Hatırlıyorum babamın evine akşam eve gelirdi. Ali abi vardı daktilograf. O da her gün daktilosuyla gelirdi evimize. Babam okurdu o da daktiloya geçerdi. Siz şimdi ses kaydına alıyorsunuz onlar söyleneni anında daktiloya yazardı, böyle ses kaydına alma imkanı yoktu.
Arapça tefsir basıyorduk
n O dönemde başka tefsirler, mealler var mı? Basılınca büyük ilgi görmesini siz nasıl yorumluyorsunuz?
Diyanet’in 1935’lerde bastığı Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kuran Dini var o yıllarda. Üç ciltlik Hasan Basri Çantay’ın ve iki ciltlik Ömer Rıza Doğrul’un Kur’an tercümeleri var bir de. Başka da bir eser yok.Bu yüzden de ilk tefsir eserler büyük ilgi görüyor. Biz ise o eserlerin orijinalini basıp hocalara ve dini eğitim gören öğrencilere sunuyorduk o yıllarda. Bizim yayıncılıkta kulvarımız bu yüzden daha farklıydı.
n Babanızın kuşağıyla sizin kuşağın yayıncılıktaki farkı neydi?
Babamın kuşağı daha çok kendi kuşaklarından önce basılmış kitapları okudular. Nadiren de Mısır’da basılmış kitapları okudular. İki ya da üç kişi bunun dışına çıktı. Mesela Halil Eser, Ali Bilici, Muzaffer Ozak bazı medrese kitaplarını basarlardı o yıllarda. Ancak kendilerinden sonra çocukları bu mesleği devam ettiremedi.
Kitapları sadeleştirirseniz dedenizin dilinden anlamazsınız
Tefsir nasıl okunmalı? Her tefsiri herkes okuyabilir mi?
Vatandaşın temel dini bilgiler varsa meal okutabilirsiniz ama yüksek bir tefsir kitabını verirseniz ben bunun altından kalkamıyorum anlayamıyorum der. Ders kitapları ilkokul, orta, lise ve üniversite kitaplarının kapasiteleri gibi düşünün. Nasıl farklı kapasitelere sahipse dini kitaplar da öyledir. Kitapları sadeleştirirseniz dedenizin dilinden anlamayan bir nesil olur sadece. Aşama aşama kitapları okumak lazım. Bugün üç kuşak önce yazılmış bir kitabı torunu okuyup anlayamıyor. Nedeni işte o sadeleştirmelerden kaynaklanıyor.
n Üsküdar’a ne zaman taşındınız?
28 şubat dönemi sonrasında buraya geldim.Küstüm hayata çünkü benim kolumu kanadımı kırdılar. Buraya günde iki üç kişi geliyor o da bana yetiyor. Altı yıldır yayıncılığı da bıraktım elimdeki kitapları bitirmeye çalışıyorum.
n Ciltçilik de yapıyorsunuz. Kimden öğrendiniz?
Kur’an gelirse onları ciltliyorum. Ciltçilik bizim dede mesleğimiz. Dedelerimiz ilim erbabı olduğu için hep kitap ciltlemişler. Ben de biraz babamdan biraz da başkalarından öğrendim. Ciltçiliği seviyorum, kitapla ilgilenmek, tamir etmek, perişan olmuş kitapları hayata döndürüyorsunuz bu da yapan kişiye şifa oluyor. Ruhumuza iyi geliyor.