Murat Bardakçı, Enver Paşa’nın karısı Naciye Sultan’a yazdığı mektuplardan hareketle “Enver”i yazdı. 41 yıllık hayatında sürekli mücadele peşinde koşan İttihad ve Terakki'nin bir numaralı ismi Enver Paşa, hep mağlubiyet yaşamış ama her mağlubiyetinin ardından Müslüman dünyasını şaha kaldırıp İngiliz emperyalizmini dize getirme hevesi artmış.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı tarihi açısından en dramatik sayfalarından biri olan Sarıkamış Harekâtı 101 yıl önce, 22 Aralık 1914›te başlamıştı. Felâkate dönüşen harekâtta on binlerce Osmanlı askeri donarak şehid olmuştu. Bozgunun sorumlusu harekât emrini veren Enver Paşa'ydı. Kimine göre memleketi felâkete sürükleyen büyük bir hayalperest, kimine göre de özellikle Türkistan'daki mücadelesi nedeniyle Turan devletini kurmak isteyen bir kahraman olan Enver Paşa hakkında bugüne kadar çok kitap yazıldı. Son kitap Murat Bardakçı'nın. Daha önce yazdığı Şahbaba kitabında olduğu gibi Bardakçı'nın bu çalışması da ezber bozucu niteliğinde. Enver Paşa'nın ailesinden alınan evraklar ve mektuplarla desteklenen kitapta, Paşa'nın macerasını karısı Naciye Sultan'a yazmış olduğu mektuplarından öğreniyoruz. Her şeyi çok sevdiği Naciye Sultan'ın ayakları altına sermek için yaptığını söyleyen Enver Paşa bu mektuplarda; aşkını, hasretini, yalnızlığını, hırslarını, mücadelesini büyük bir samimiyetle yazmış. Murat Bardakçı ile Enver Paşa'nın 41 seneye sığmış ama mağlubiyetle neticelenmiş hüzünlü macerasını konuştuk.
Ezber bozmam, tarihi yeniden yazmam. Elime geçen evraklar doğrultusunda yazdım.
Hiç o niyetle yazmadım ki onu. Sultan Vahdettin kötü tanınıyor onu düzelteyim, iyi tanınıyor kötü yazayım diye yazmadım. Ailesi torunları bana belgeleri verdi, yazdım. Tarih belge üzerinden yapılır, yorum üzerinden yapılmaz.
Benim sadece belge yaptığım kitaplar da var. Mesela Talat Paşa'yı öyle yayımladım. Biyografi belgeye dayanır. Tabii ki bazı şeyler söyleyeceksiniz ama iyiydi kötüydü diye bir şey söyleyemezsiniz. Biyografi bizde maalesef methiye olarak anlaşılır. Halbuki biyografi her şeyi yazmaktır. İyi tarafını da zaaflarını da.
Çelişen bir şey yok fakat karşılıklı rekabet var, geçimsizlikler var. Olaylar ve olaylarla ilgili bilgiler aynı. Ben resmî tarih, gayrıresmî tarih diye bir şeye inanmam. Fark yorumdadır. Gayriresmî tarih dedikleri şey yorumdur.
Gereksiz. Biri mağlup biri galip.
Soğukluk da ilk önceleri yok, sonra başlıyor. Biri en tepedeyken öteki yarbay. Yani başta soğukluk imkânsız. Tavşan dağa küsmüş hikâyesine benzer bu.
Şu var, 1914- 1918 yılları arasında Mustafa Kemal'i Enver'e rakip olarak göstermek büyük cehalettir. Yeni albay olmuş mesela Çanakkale sonrasında. Mukayese edilemez ki o. Enver umursamıyor diye bir şey değil, bir iki rapor var Mustafa Kemal'in yazdığı, onların dışında haberi bile yoktur.
Evet, Mahmut Şevket Paşa'da var onlar. O hepsini yazmış. Mektup filan yazıyor ondan sonra gidip görüşüyorlar.
Biliyor ama umursamıyor. Çünkü o sıralar partisi de güçlü, kendisi de.
Valla yazacağımı yazıyorum. Ama Türkiye'de Cumhuriyet tarihçileri hiçbir şey yapmıyor. Atatürk'ün nüfus kaydını daha yeni yaptık biz. Hâlâ “senin mavi gözlerinin verdiğin hızla inkılâbının yolunda gidiyoruz" gibi laflar. Yeter. Fakat senelerce Türkiye'de Misak-ı Millî tartışıldı. Evvelki sene Meclis'e soru önergesi verildi Misak-ı Millî kayıpmış diye.
Bizim tarihçiliğimizin iki büyük derdi var. Birincisi son dönem tarihçilerinin tembelliği ve okuma yazma bilmemesidir. İkincisi dedikodu üzerine tarihçilik yapılıyor. Lozan'ın gizli maddelerini tartışıyor Türkiye. Böyle saçma sapan bir şey olur mu? İki üç kişi ekran ekran dolaşıyor, Atatürk'ün gizli vasiyeti gibi ortaya bir şeyler atıyor. O da gerçek zannediliyor.
Hayır, askerler de var. Kendisine bağlı olduklarını düşündüğü askerler var. Bir de İttihad Terakki'nin Karadeniz'de tehcirden kalma güçlü bir teşkilatı var. Bu yüzden orayla temas ediyor.
Olur mu öyle şey?
Sevindim diyor ama bu adamı öldürün der mi? Adamın parası varmış almışlar. Bütün mesele bu. Mustafa Suphi onun için önemli biri değil ki niye öldürtsün. Başka mektuplarında da geçiyor gelmiş buraya kominist olmuş çocuk diyor.
İşte üzerinde durduğu adamlardan da büyük kazık yemiştir. Hacı Sami Bey.
Kasıtlı bir şey yok ama. Enver de çaresiz, her yolu deniyor. Yenilgi ve sürgün çok ağır bir şeydir. Ben çok sürgün hatıratı topladım. Hepsi çok şaşkınlar. Sürgünde yazılan hatıralar da hep kendilerini müdafaa içindir, savunmadır. Çok zordur.
Evet öyle bir romantik tarafı var. Karısının fotoğrafına bakıyor ağlıyor ve gözyaşlarıyla mektup yazıyor. Çok sevmiş.
Samimiydi tabi. Her şeyi inanarak yaptı. Doğru karar aldığı zaman da samimiydi, yanlış karar aldığı zaman da samimiydi. İçten pazarlıklı filan değildi. Mektuplar da samimiydi.
O ilk dönem mektuplarında da var. Bir Alman kadına yazdığı mektuplarda her şeyi anlatmış. Babıali baskınını yazmış. Naciye Sultan'a Balkan Harbi sırasında yazdığı, daha doğrusu dışarıya gitmezden önce yazdığı mektuplarda, Sarıkamış mektuplarında her şey var. Gün gün, saat saat anlatıyor. Açık açık söylemiş ben günlük tutmuyorum, mektuplara yazıyorum diye. İkisini bir arada yazmış.
Evet, beni düşünmüş.
Enver'den etkilenme değil. Biz kaç senedir 4 kişi beraber yaşadık bir evin içinde. Eşim, ben, Enver Paşa, Naciye Sultan. Enver ve Naciye'den kurtulduk, baş başa kaldık demeye getirdim.
Mücadeleye devam etmek istiyor. Talat Paşa işlerinin bittiği düşüncesinde. O, mücadele devam edecek diyor.
Onlar Türkiye'deyken de fikir ayrılıkları var ama Talat Paşa iyi politikacı. İkna ediyor. Enver'in bazı ani çıkışlarını filan törpülüyor.
Vazgeçemezdi, Sonuna kadar götürmeye mecburdu. Başarmadan da dönemezdi. Başka çaresi yoktu. Almanya'ya gitse Ermeni tehlikesi var. İngiliz, savaş suçlusu diye arıyor.
Onu İngilizler istemiş. Bir iki görüşme yapmışlar ama bütün mesele bunlar yenildiklerinin farkında değiller. Talat Paşa Hollanda'ya gidiyor, görüşmeler yapıyor. Bir diğeri Churchill ile görüşüyor.
Şok yaşıyorlar şok. Genellemeyin.
Çare yoktu. Rusya'dan korkuyorlar ve Sazanov hayali dolaşıyor kafalarında. Bu yüzden mutlaka bir yere yanaşma peşindeler. Almanlar'ı gözlerinde büyütmek diye bir şey yok çünkü Almanya ile ittifaktan önce İngiltere ve Fransa'yla yoğun temaslar yapmışlar. Onlar almayınca mecbur Almanlar'ın yanında girmişler.
O bildiri tam politikasını göstermez çünkü savunma maksatlıdır.
O zamanki Bolşeviklik ile bugünkü aynı şey değil. Bir kere ihtilal seviyor Enver Paşa. Bir de Sovyet devrimi nasıl bir vaziyet alacak belli değil. Diğer taraftan İngiltere'ye karşı bir hareket olarak görüyor bunu. Yani arayış içinde oraya gitmesi, şusu busu hepsi arayıştır.
İşte bir şey arıyorlar, yenilgiyi kabul edemiyorlar. Şokun etkisi var. En tepedesiniz bir anda her şey bitmiş. Payitahtınız işgal edilmiş ve savaş suçlusu olmuşsunuz.
Darbecilikten. İhtilal yükseltir. 27 Mayıs'ta yüzbaşılar vardı Milli Birlik Komitesi'nde ve generaller yüzbaşıya selam veriyordu. Talat Paşa Dahiliye Nazırı iken, 5. Murad'ın damadı Refik Bey galiba, yanılıyor da olabilirim, Talat Paşa'dan valilik istiyor. Paşa, “Sınıf arkadaşlarınız neredeler" diye soruyor. Refik Bey, bazılarının kaymakam, bazılarının da mutasarrıf olduğunu söylüyor. “Eee, sen niye vali olmak istiyorsun" diyor. “Ben damadım" karşılığını alıyor. Talat Paşa, “Olabilir ama şimdi seni vali yapmam. Bana bakıp 'sen kapı kapı dolaşıp postacılık yapan adam nasıl Dahiliye Nazırı oldun' diye sorarsan, ben ihtilâl yaptım" diyor.
Yok, yok. Zor bir iştir. Ayrıca Enver Paşa Naciye Sultan'la evlenmeden önce de Enver'dir.
Enver faktörü olabilir.
Halife Abdülmecid'in oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin mektubu vardır. Çanakkale'ye teftişe gittikleri sırada gördüklerini yazmış. “Siperdeyiz, Enver Paşa sigarasını yakmış bir uçtan öbür uca gidiyor. O anda karşıdaki istese vurur" diyor. Deli cesareti varmış.
O da var ama konjonktüre maalesef bakmamışlar. Anadolu işgal altında. Sakarya'da ne olacak ne bitecek belli değil. Libya'da bilmem nerede teşkilat kurmak olacak şey değil.
Üç kişi olunca da kongredir.
İktidardayken değil. Çünkü İsmet Paşa'nın hatıralarında da geçer. Almanlar'la devamlı didişme halindedir. Sonraki dönemi başka. Artık çare yok, güç yok. Bir çıkış yolu aradığı için inanıyor etraftakilere. Yani her teklifi, olmayacak şeyi bile çare olarak görüyor.
Sarıkamış harekât planı olarak çok başka bir plandır. Çünkü Alman general ve çok güçlü isimler vardır. Enver Paşa tek başına değildir. Hem Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi hem Alman Erkân-ı Harbiyesi vardır. Fakat orada iki şey olmuştur. Biri kışın bastırması, ikincisi Hafız Hakkı Paşa'nın vakti uzatmasıdır. Sarıkamış bozgununun en önemli sebebi Hafız Hakkı Paşadır.
Mecburen, ne yapacak? Çünkü o günleri yazamamış. 10 gün mü kaç gün unuttum o günler kayıp. Bu kadar gün aradan sonra yeniden başlıyorum diyor. O arayı yazmamış. Yazsaydı ne yazacaktı? Verilen emre niye uymadığını mı? Hafız Hakkı olmadığı halde bizimkiler girmiştir Sarıkamış'a. Çatışmalar olmuş Ruslar'a zayiat verdirilmiş ama geri çekilmek zorunda kalınmıştır. Hafız Hakkı Paşa'nın birlikleri gitseydi sonuç başka olurdu.
Felaket olurdu. Bu yüzden Ankara çok sıkı takip etmiştir.
Hepsi değil. Mektuplar tek tek gitmiyor. Her gün yazıyor, partiler halinde gönderiyor. Bazen 10- 12 tane oluyor, bazen 2- 3 tane. Ele geçirebildikleri partiyi alıp okuyorlar. Naciye Sultan'a gitmeyenler var. Karabekir Paşa'nın aldıkları ama onlar yazdıklarının çok az bir kısmı, Ankara'da Askeri arşivde olanlar. Moskova'dan ve Orta Asya'dan yazdığı mektuplar Afgan sefareti ve Almanlar vasıtasıyla, ya da gidip gelenler tarafından ulaştırılıyor.
Türkiye'de belge kaybolmaz. Bir gün çıkar ama ne çıkacağını da ben tahmin ediyorum. O son mektuplarının halet-i rûhiyesindeki mektuplar çıkar. Çok özel bir şey çıkmaz.
Bunun dindarlıkla alâkası yok ki karısına yazıyor.
O zamanın mektuplarında neler neler yazılıyor bir bilseniz.
Mektupta da yazıyor zaten artık yapacak işimiz kalmadı diye. Ankara'daki yönetimin artık vaziyete hakim olduğunu görüyor. Bir de Ruslar Sakarya Savaşı sırasında böyle bir hareket yapmasını istemiyor.
Sakarya Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal hakimdir artık her şeye. Bunu gördüler.
Niye öküz altında buzağı arıyorsunuz?
Tahminle tarih olmaz. Gizli anlaşma olsa bile belgesi yok. İngilizlerle gizli görüşme yaptı, hilafet bu yüzden kalktı filan… Hilafet kaldırıldığı vakit en fazla telaşlanan ülke İngiltere'dir. Avam Kamarası'ndaki konuşmaları okusunlar yeter. Hilafet kaldırıldı, Hindistan'da biz ne halt edeceğiz diyorlar. En büyük zararı onlar gördü. Çünkü en geniş Müslüman nüfus İngiliz İmparatorluğu'ndadır. Hilafet kaldırılınca sadece Fransa biraz memnun olmuştur. Biz Cumhuriyet tarihini bu yüzden yazamıyoruz. Sonra İstiklal Harbi'nde biz İngilizler'le niye savaşmadık diyorlar. Savaştık. Baktıkları yok ki. İki küçük muharebe vardır İngilizler'le. Televizyonda bir kere söyledim. Almanlar'la savaştık biz.
Petrol bölgesi. Çünkü Kafkasya harekatı Türkistan'ı kurtaralım, Hazar'dan oraya gidelim filan değil. Musul gitmiş artık. Petrol alamıyorsun. Almanlar Romanya petrolünü kullanamıyor. Sebep odur.
Tek bir satırını gösterin bana Turan İmparatoluğu diye?
Göremezsiniz, yok çünkü. Enver Paşa hakkında bugüne kadar çok yayın yapıldı. En mükemmeli Şevket Süreyya Bey'indir. Benim kanaatime göre bundan sonra da aşılamaz. Çünkü dönemin insanıdır ve Enver Paşa'yı tanımıştır. Fakat Enver Paşa'nın bilinen evrakının tamamı tek bendedir. Şevket Süreyya Bey de Turancıydım filan demez. Turancılık vaktiyle hayalimizdi der. “Enver Paşa Turancıydı, Turan imparatorluğunu kuracaktı" bunlar, hiçbir evrakı görmeden söylenen şeylerdir. Yok öyle bir şey. Turan, Enver Paşa için bir hayal yahut bir hedef değil, coğrafi bölgenin ismidir. Bu ismi kullanırken yanında mutlaka İslam dünyasından söz eder. Orta Asya macerasına İslâm'ı yüceltmek ve Müslümanları kurtarmak maksadıyla atıldığını defalarca vurguluyor mektuplarında. Kurduğu teşkilatların hepsi de İslâmî. Enver İslamcıydı. İslam birliğini savunuyordu. Turan Orduları Komutanı derken bölgenin ismini kullanıyordu. Halide Edip'in romanı vardır Turan diye. Turancılığı mı anlatıyor? O bölgenin ismini kullanıyor. Enver Paşa boş bir hayale inanacak kadar, Turancı olacak kadar dünyadan kopuk birisi değildi.
Enver Paşa başta hayalperest değildir. O çaresizliğin getirdiği bir şeydir. Her şeyi kullanmaya çalışmıştır. Yoksa o kadar uçuk birisi değildir. O ciddi bir entellektüeldir. Kaybetmiştir ayrı. Kazandığı bir muharebe maalesef yoktur ama dünya harbi yıllarında öyle büyük hayaller değildir düşündükleri. Sonraları hayalperest tarafı var ama o da çaresizlikten. Bir turan hayalinin peşinden koşacak kadar boş birisi değil Enver. Türkleri birleştirip büyük bir Türk imparatorluğu kuracağım diye bir şey yok.
Bakü'de, Kırım'da Turan devleti kuracağım demiyor ki. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler'den intikam alacak bir İslam devletidir onun hayali. Ama şeriat devleti falan demiyor, İslam birliği diyor. Siyasi ve askeri güç. Bir İslam konfederasyonu.
Kırım günlerinin birkaç ayı bilinmiyor ama gizli esrarlı işler yaptığından değil. İngilizlerin ulaşamaması başka bir şey. Moskova'da veya Orta Asya'da olduğu günlerde hatta Berlin'deki günlerinde bile İngiliz istihbarat raporlarında saçma sapan şeyler yazmışlar. Kitapta bir iki örneğini verdim. Neler yazmışlar. İşte şu anda bilmem nerede cepheye gitti, Anadolu'ya geçmek üzere diyor. Enver o sırada Buhara'da. Yani orada gizli bir şey yaptığından değil. Mektupları var.Kırım'da çekilmiş bir sürü fotoğrafı var. Bol bol resim çektirmiş. Resim çektirmeyi seviyor çünkü.
Mustafa Kemal'in o dönemde azdır. Sonra çok fotoğrafı var. Fotoğrafçıyı çağırıp poz vermiyor Enver Paşa. Başkumandan vekili olduğu için tören oluyor veya başka bir şey oluyor çekiliyor. Kırım'a gidiyor orada eski ittihatçı arkadaşları var, birlikte çekiliyorlar. Bir de ressam tarafı olduğu için fotoğraf makinesi taşıyor yanında.
Bir de başına geçip fotoğraflarını çekiyor. O kitapta yayınladığım kaza fotoğraflarını kendisi çekmiş.
O dönemin insanlarıyla bu dönemin insanlarını karşılaştırmayın, benzemez. İmparatorluk nesli ayrı bir şeydir. İmparatorluğu milli devletle mukayese etmek çok yanlış neticelere götürür. Şahısları da öyledir.