Kimilerinin zafer kimilerininse hezimet olarak gördüğü Lozan Antlaşması’nda 100 yılı geride bıraktık. Bugüne kadar birçok belge ve bilgiyle gündeme gelen Lozan, ilk kez gazetecilerin yazdıkları üzerinden tartışmaya açıldı. Albaraka Yayınları’ndan çıkan Lozan serisinde, Nuri Sağlam’ın hazırladığı ilk üç kitap; “Batı Basınında Lozan”, “Türk Basınında Lozan: Suphi Nuri İleri’nin Lozan Mektup ve Makaleleri”, “Türk Basınında Lozan: Ahmet Cevdet’in Lozan Makaleleri” okuyucuyla buluştu.
Dünya ölçeğinde 200, Türkiye’den de 10 gazete ve 13 gazetecinin takip ettiği müzakerelerle ilgili gazetecilerin ne yazdıkları, bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalarda hiç referans gösterilmedi. Konferans sürecini baştan sona adım adım takip eden yerli ve yabancı gazetecilerin, sıcağı sıcağına kaleme aldığı mektup ve makaleler, o tarihten itibaren tarihin tozlu sayfalarına terk edildi. Bunun tuhaf geldiğini söyleyen Nuri Sağlam, tam da buradan hareketle yola çıkmış.
Basın mensuplarının kaleme aldığı makalelerde, Türk delegasyon ekibinin kendi gazetecilerine sekiz ay boyunca hiçbir beyanat vermemiş olması, dikkat çeken önemli bir bilgi. Batı’daki gazetecilere ara ara beyanat veren Türk ekip, Türk basınını âdeta yok sayıp, konferans boyunca tek bir haber dahi sızdırmamış. Gazetecilerin hepsi istinasız bir şekilde bundan müşteki. Hatta kendi çıkarları açısından İngiliz basınıyla sürekli çatışan ve yine menfaat icabı zaman zaman bizimle yan yana durmak isteyen bazı Fransız gazeteciler bile bu durumdan şikâyet ediyor. Oysa Batılı murahhas heyetler her görüşmede, bazen görüşmenin ortasında birkaç defa dışarı çıkıp, kendi basın mensuplarına ne yazmaları gerektiğini söylüyor.
Diplomatik girişimlerin başarıya ulaşmasında son derece etkili olan basını Batı’nın çok güzel kullandığını söyleyen Sağlam, Türk ekibinin kullanamamasını şu ifadelerle yorumluyor: “Milli Mücadele’den yeni çıkmışız, durumumuz son derece vahim. Gazetelerimiz yanlış bir şeyler yazıp da Batı’yı ürkütmesin, aleyhimize ellerine sufle vermeyelim diye düşünmüş olabilirler. Bir diğer sebep de Ankara hükumetiyle oradaki murahhas heyet arasındaki iletişimin telgraflarla sağlanması. İletişim hem geç gidiyordu hem de İstanbul'da İngiliz kontrolünden geçiyordu. Ne yapacaklarını bilememiş olabilirler.”
Zafer veya hezimet olarak değil de rasyonel olarak görmek için basının notlarıyla eksikleri tamamlamanın mümkün olduğunu belirten Sağlam, geçmişteki tecrübelerden istifade ederek gelecekte yeni stratejiler üretebileceğimizi dile getiriyor. İçimizde hala yara olan Musul meselesiyle ilgili Batı basınında yer alan bir bilgiyi de aktaran Sağlam, “Türk delegasyonunun bütün haklı ve meşru taleplerini reddeden Lord Curzon’un, Musul’un Irak hükûmetine verilmesi için sarf ettiği büyük çabanın da esasen ‘Turkish Oil Company’ adlı İngiliz şirketine servet kazandırmaya yönelik olduğunu yine Fransız gazetesinden öğreniyoruz. Bu şirket 1914 yılında bizzat Curzon tarafından kurulmuş. Başka hiçbir kaynakta böyle bir bilgi yok. Bütün oradaki petrolün kullanımı ve yer altı zengin-liklerinin bu şirkete devredilmesini sağlamak için yaptığı yazıyor gazetede” diye anlatıyor.
Konferansı takip eden Türk basın mensuplarının ortak kanaati, Türk delegasyonunun yeterli diplomatik kabiliyete sahip olmadığı ve bu yüzden de verilmemesi gereken büyük tavizler verildiği yönünde.
Lozan Konferansı’nda özellikle Musul konusunda verilen tavizlere şiddetle itiraz eden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’le aynı konferansta Türk tezini savunan Rus delegesi Vorowsky’nin kısa aralıklarla nasıl ortadan kaldırıldıklarını ve bunların arkasında İngiliz istihbaratının olduğunu yine o günkü gazetelerden okuyabiliyoruz. Bunun gibi daha nice ayrıntıyı ve bunların arasındaki siyasi bağlantıları kavrayabilmek de yine gazetecilerin tozlu raflarda unutulan yazıları sayesinde mümkün olabilecek.
Hüseyin Cahit’in makalesinden: “Ehemmiyet verilmeyen bir nokta Türk kamuoyudur... Kimse Lozan’da neler olduğunu bilmiyor. Sanki Lozan müzakereleri bu memleketin hayatına taalluk etmiyormuş, Türk kamuoyunu alakadar etmezmiş gibi delegasyonumuz, maiyetindeki Basın İdaresi vasıtasıyla memlekete iki satırlık bir haber bile göndermeye lüzum hissetmiyor... Dikkate şayandır ki Türk delegasyonu, Lozan’a kendisiyle beraber bazı gazetecileri de götürdü. Bu gazetecilerin bir kısmı için kendi cebinden değil, milletin umumî hazinesinden tahsisat verdi...”