Bir kütüphaneye girince, insanlığın belleğine dalmış gibi oluyor insan. Büyük bir düşünce evreninde dolaştığını hissediyor. Kütüphanelerin sessizliği belki de bu yüzden. Evren konuşunca susuyor insan…
Malzemesi ister parşömen, ister kağıt olsun bu kadar geniş bir evrenin ufku olsa gerek, kütüphaneleri cennetle özdeşleştiren şey. Zira hem doğuda hem batıda kütüphane hep cennetle özdeşleştirildi tarih boyunca. Borges, 'cennet, bir kütüphane olmalı' diyordu mesela. Yine önde gelen İslam tarihçilerinden Makdisi, Büveyhi vezirinin Şiraz'daki kütüphanesini cennete atıfla anlatıyordu; 'O zamana dek yazılmış hiçbir şeyin eksik olmadığı kitaplar vardı. Halı döşeli odaların bazıları, duvar halılarının ileri geri hareket ettirilmesi yahut odayı çevreleyen borulardan su geçirilmesi yoluyla ferah, serin hava alabilecek tarzda özel olarak düzenlenmişti. Bu düzenleme mutlaka cennette yapılmıştı.'
Kütüphaneler, sadece kitap raflarından ibaret mekanlar olmadı hiçbir zaman. İlim çevresinde oluşan sosyalleşme ortamlarıydı aynı zamanda. Bilgi alışverişinin kavşakları oldu kütüphaneler. Geçmişte, ticaret kervanları sadece emtia taşımıyor, bu kavşaklara götüreceği kitapları da yükleniyordu. Meşhur İskenderiye kütüphanesi, tarihin en büyük bilgi kavşaklarından biriydi mesela. İskenderiye limanına giren her gemi, taşıdığı kitapları kütüphaneye vermek zorundaydı. Hükümdarın emriyle kitaplar kopya edilir, sonra limandaki sahibine geri verilirdi.
İskenderiye kütüphanesi, kütüphanecilik tarihinde gerek tasnif sistemi, gerekse kataloglama biçimi ile model oldu. Roma, Bizans ve Avrupa'da İskenderiye'den esinlenerek pek çok kütüphane kuruldu.
Kütüphaneler, yazılı kültüre sahip, kültür seviyesi yüksek toplumsal yapıların ve entelektüel ilgilerin de göstergesiydi. Kütüphane aynı zamanda, yerleşik olmayı gerektiriyordu. Öyle ki, Rey valisi, Horasan'daki Samani Hükümdarı'nın vezirlik davetini 100 deve yükü olan kütüphanesini taşıma zorluğu nedeniyle reddetmişti.
İslam medeniyeti, kendi dinamikleriyle kütüphaneler inşa etti. Akli ve nakli ilimler burada buluştu. Bağdat, Kahire, Kurtuba, İslam dünyasının üç büyük kütüphanesini içinde bulunduran özel şehirlerdi. Abbasi, Fatımi ve Endülüs Emevileri iktidarının kültürel merkezlerini temsil ettiler. Abbasiler döneminde başlayan tercüme hareketleri, medeniyet birikimlerini buluşturdu kütüphanelerde. Bağdat kütüphanesi, halifenin himayesiyle zaman içinde genişleyerek ilim adamlarının, alimlerin buluştuğu esaslı bir muhite dönüştü.
Matbaanın olmadığı devirlerde kitap, son derece değerli bir eşyaydı. İlim ve iktidar sahiplerinin yanısıra zenginlerin rüyalarını süslüyordu. Hükümdarlar, büyük ve gösterişli kütüphaneler kurmak için birbiriyle yarışıyordu. Kitap ve kitap kültürü çevresinde genişleyen ilim halkaları, müstensihler, varraklar, ciltçiler ile zenginleşip, geniş bir kültür muhitini aynı çatı altında buluşturuyordu.
Kuşkusuz bu muhitler aynı zamanda mezhebî, fikrî ekollerin de temsilcisiydi. Zira, kütüphaneler farklı mezhep görüşlerini temsil eden kitaplarla siyasi mücadele merkezi olma hüviyeti de taşıyordu. Kütüphanelerin yağmalanıp, yakılması bu güç mücadelelerinin yansımasıydı. Goethe'nin dediği gibi 'cansız bir nesnenin cezalandırıldığını görmek başlı başına korkunç bir şey' olsa da, kitap siyaseten suç unsuru olabiliyordu.
Ortaçağ Avrupası'nda manastırların içinde bulunan kütüphaneler, bilgi üzerindeki iktidarın adresini de gösteriyordu. 15. yy.'da Gutenberg matbaasının kurulmasıyla birlikte, bilgi-iktidar ilişkisi değişti ve reform düşüncesinin yayılması için okullarda, kiliselerde, şehirlerde kurulan kütüphanelerin sayısı hızla arttı. 15-16.yy'da Avrupa'da saray kütüphanesi kurmak, adeta bir gelenek halini aldı. Kralların güç gösterisi yaptığı alanlardan birisi haline geldi. Laikliğin Avrupa'da yaygınlaşması ile kitap mülkiyetinde esaslı bir el değiştirme hareketi yaşandı. Kilise ve manastırların kütüphaneleri, büyük ölçüde saray ya da üniversitelere devredildi. 19. yy'dan itibaren ise, şehir ve halk kütüphaneleri hem Avrupa'da, hem de Amerika'da yaygınlaşmaya başladı.
Selçuklu ve Osmanlılar'da ise, kütüphanelerin cami ve medrese komplekslerinin bir parçası olduğu biliniyor. Osmanlılar kurulduğu günden beri, İslam dünyasının çeşitli bölgelerinden gelen bilim adamlarını cazip tekliflerle ülkelerine çekip, zengin kütüphaneler kurdular. Osmanlı coğrafyasını ilmi ve kültürel açıdan cazibe merkezi haline getirdiler. İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul bu yönleriyle ilim şehirleri oldu. Sadece padişahlar değil, vezirler, şehzade ve şeyhülislam gibi nüfuz sahibi kimseler de kurdukları kütüphanelerle bu ilim halkalarını çeşitlendirdiler. Evlerde ve konaklarda özel kütüphaneler, cami, medrese, tekke-zaviye ve dergahlarda umumi kütüphaneler oluşturdular.
Hem doğuda, hem batıda mezhep ve tarikat mensuplarının fikir aynası olan kütüphaneler, hem siyasi, hem ilmi, hem kültürel açıdan ait oldukları medeniyetlerin ufkunu, ilmi ve bilimsel hayatını da yansıtıyor. Bu nedenle çok yönlü okumalar yapmayı gerekli kılıyor.
Söz kitaptan, kütüphaneden açılınca gündeme getirecek çok mevzu var. El yazmaları, müstensihlerin dünyası, hatta kütüphaneciler… Kütüphane ve onun çevresinde gelişen konulara dair bir pencere açtık burada. Bundan böyle her ay, bazan tarihi kütüphanelere, bazan dünyanın farklı yerlerindeki modern kütüphanelere misafir olup, zenginliklerini buraya taşıyacağız. Bazan bir şahıs kütüphanesinden, bazan bir seyyar kütüphanecinin dünyasından, bazan da dijital dalgalardan kuracağız cümlelerimizi. Yeter ki mevzu kütüphane olsun!