Etnomüzikolog ve akademisyen Melih Duygulu, Cumhuriyet’in ilanından günümüze Türkiye’nin müzik serüvenini yeni çalışması Cumhuriyet ve Müzik ile mercek altına alıyor. Yüzyıllık müzik serüvenini demokrasi, çoğulculuk, çok kültürlülük gibi temel kavramlar üzerinden ele alan Duygulu; siyaset, eğitim, toplumsal değişim, ekonomi, popüler kültür başlıklarıyla dönemin gelişim ve dönüşümünü sorguluyor.
Öncelikle şunu belirtmek isterim: Türkiye’deki müzik araştırmacılığının akademik ve profesyonelleşme süreci hayli yenidir. Araştırmaların çoğunun da akademik ilerleme için yapılmasından dolayı böyle hayati meselelere temas eden çalışma maalesef çok az. Bu bir ihtiyaçtı elbette. Bir ülkenin rejiminin müzik serüvenine dikkat çekmek, bu çalışmaların önünü arkasını irdeleyip bazı çıkarsamalar yapmak benim önemsediğim meseleler; o sebeple bu konuyu ele almak istedim. Uzunca bir süre üzerinde çalıştım ve özel bir metodoloji kullanarak yazmaya çaba gösterdim. Kitabın içeriğindeki kavramlar günlük söylemlerin dışına çıkıp sistematik bir zemine oturtmak için gerekliydi, ben de öyle yaptım.
Cumhuriyet sadece bir rejim değişikliğinin sonucunda ortaya çıkan bir model değil, aynı zamanda bir modernleşme projesi. Bu sebeple kendini tanımlarken, uygulamalarını yaparken daima bu yönünü öne çıkartmıştır. Dönemin yükselen değeri olan aydınlanmacı modernist yaklaşımların kültür ve sanata özel bir önem verdiğini biliyoruz. Yapılan devrimlerle birlikte reform niteliğindeki kültürel hamlelerin de en kıymetlilerinden birisi olarak müziği görmeleri doğaldır. Atatürk çağdaşlaşmanın en temel unsurları arasında müzikte yaşanacak değişimleri görüyordu. Bunun için çaba sarf edilmesi de doğaldır. Buradan hareketle ilk on yılda gidişat ana hatlarıyla ortaya çıktı zaten.
Türk müziğinde en önemli konulardan birisi üslup meselesidir. Bu müzikal kimliğin de karakteristik göstergeleri arasında yer alır. Osmanlı-Türk müziğinin ne olup olmadığı konusunda en ciddi çalışmalar Cumhuriyet döneminde yoğunlaşır. Cumhuriyet’ten kısa bir süre önce başlayan çalışmaların asıl yoğunluğu bu dönemde oldu. Bunu şunun için söylüyorum: Osmanlı dönemi müziğinin daha sonrasındaki değişimini iyi okuyabilmemiz için Cumhuriyet dönemindeki çalışmalara dikkatle bakmamız gerekir. Nedense eski tarz müziğin tüm özellikleriyle ilgili çalışmalara bu müziğin mensupları ilgi göstermemişler, sürekli devletten bir yardım talep etmişlerdir. Değişen üslubun, müzikteki teknik özelliklerin, siyaset-müzik ilişkilerinin ve daha pek çok konunun irdelenmesine fırsat vermeksizin icraya ağırlık verip gerçeklerle yüzleşilmesine imkân tanınmadı, tanınamadı. İcraya ağırlık verdiğinizde doğal olarak çağın getirdiği değişimi de kaçınılmaz olarak benimsiyorsunuz. Eskiyle bağlar böylece kopmuş görünüyor. Daha sonra ortaya çıkan üslubu, eskiyle bağları hayli kopmuş yeni üslup arayışları yahut yeniden inşa edilmiş bir gelenek olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Müzik her dönemde sosyal hayatın ve insan zihninin dışavurumu olmuştur. Sürekli değişir, çeşitlenir. Müziğin bu dinamik yapısı karakterini hayattan alır. Bu yapıyı çözümleyebilmenin yegâne sırrı nitelikli kadroların açık zihinlerle ses üretmesinde saklıdır. Bunu yaparken kitlesel müziklere ağırlık verip tribünlere oynamak yerine, ses denilen gizemli varlığın peşine düşecek ve bunu ön koşulsuz yapacak açık zihinlere ihtiyaç duyuyor memleket. Ödenekli sanat yapan kurumların, müzik ve sanat bürokrasisinin, sivil toplum kuruluşlarının, belediyelerin, akademinin ve müzik piyasasının artık durup düşünmesi gereken zaman geldi bana göre. İnsanlar müzik yapmak istiyorlarsa bırakın yapsınlar. Müzik yapmak isteyene günümüzde o kadar çok alan, kendini rahatlıkla gösterebileceği mecra var ki!
Türkiye’deki müzik hareketlerinin muhafazakârların katkısıyla sonuç aldığı bir dönem ve proje bulunmuyor. Muhafazakârlar maalesef muhafaza edememekle kalmayıp müziği popülizmin girdabına sürüklediler. Müzikte muhafazakarlık, eskiyi fanusun içine kapatmak değildir; müziğin ne olduğunu anlamaya çalışmaktır her şeyden önce. Türkiye’de muhafazakârlar yeniden inşa ettikleri ama eskinin korunmuş hali olarak gösterdikleri bir müzik kültürünü görünür kılmak için çaba sarf ettiler. Bunun yerine eski üslubu devam ettirebilselerdi, en azından birkaç niteliği ile sürebilseydi bu gelenek, ciddi bir kazanım olurdu. Müzik kendi iç dinamikleriyle zaten sürekli değişiyor. Eskinin korunması, bir nitelikli veri olarak muhafaza edilmesi, modernistlerden değil muhafazakârlardan beklenirdi. Halbuki bugün Mevlevi ayinine viyolonseli, ilahilere orgu yerleştiren muhafazakâr icracılar düşünsel arka planı olmayan bir uygulama içindeler. Doku sorunu yaşanıyor müzikte. Bu da kimliği doğrudan etkiliyor.