Kültür siyasetin nesi olur

04:0015/12/2019, Pazar
G: 15/12/2019, Pazar
Yeni Şafak
Siyaset ve Kültür Kesişimi isimli derleme çalışmasında siyaset ve kültür üç eksende kesişmektedir.
Siyaset ve Kültür Kesişimi isimli derleme çalışmasında siyaset ve kültür üç eksende kesişmektedir.

Siyaset ve Kültür Kesişmesi farklı ülkelerin kültür politikalarını inceliyor. Marmara Üniversitesi Fransızca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nün 30. kuruluş yıldönümü anısına hazırlanan çalışmada siyaset ve kültür kümelerinin kesişim alanına dikkat çekiliyor.

SABRİ AKGÖNÜL

Marmara Üniversitesi Fransızca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nün 30. kuruluş yıldönümü anısına hazırlanan Siyaset ve Kültür Kesişmesi adlı kitap kültür ve siyaset üzerine düşünen okurun ilgisini çekecek nitelikte. 3 dilden (Türkçe, Fransızca, İngilizce) makaleler içeren bu kitap Türkiye’den Fransa’ya, Polonya’dan Yunanistan’a değin geniş bir alanda cari kültür politikalarını ve kültür ile siyaset etkileşiminin ortaya çıkardığı olguları analiz ediyor. 19 makaleden oluşan kitabın en önemli özelliği siyaset ve kültür kümelerinin kesişim alanına dikkat çekmesi. Bu kesişim alanına odaklanan makaleler, iki olguyu yalıtık bir şekilde ele alma tuzağına daha baştan bir set çekiyorlar.

“NEDİR” SORUSUNUN İÇERİMLERİ


“Kültür” üzerine yazan herkes, okuyucusunu geniş kapsamlı bir alanda at koşturmaya hazırlamak için tanımlanması meşakkatli ve asla tek bir tanımı olmayan bir olgudan bahsetmeyi adet edinmiştir. “Siyaset” hakkında konuşan kalem erbabının benzer çok-tanımlılığa ve çok-boyutluluğa vurgu yapması da aynı adettendir. Okurunun üzerine tanımlar boca eden ve onu uçsuz bucaksız bir havzaya çeken bu yaklaşımın birkaç sebebi var elbet. Kanaatimce bu cafcaflı ve kasvetli adet, Türkiye sosyal bilimler alanında kudretli olan metodolojik bir yatkınlıktan ileri gelmektedir: “Nedir?” sorusunda tecessüm eden bir inceleme ve soruşturma alışkanlığı. Başka bir ifadeyle, tanıma dayalı bir başlangıç yapma ve tanımları birbirine katarak düz bir yolda ilerleme konforu.

Bu soruşturma tarzının kısa bir arkeolojisini yapmama izin verin: “... Nedir?” sorusunu kerteriz alan araştırma pratiği, Fransız akademisinin sorunsalıdır. Daha doğru bir deyişle, bu yatkınlık 1970 öncesinin “Fransız” iş tutma biçimidir. Fransız entelektüelinin bir olgu veya olayı inceleme pratiği, bir şeyin mahiyetini soruşturan “...nedir?” [qu’est-ce que...?] sorusunda açığa vurulur. Öyle ki, kanonik diyebileceğimiz kitapların isimlerinden bile bunun takibini yapabiliriz: Mülkiyet Nedir? (Proudhon), Millet Nedir? (Ernest Renan), Sosyoloji Nedir? (Célestin Bouglé), Edebiyat Nedir? (Sartre), Felsefe Nedir? (Deleuze), Bu Bir Pipo Değildir (Foucault, ki bu “...nedir?” sorusunun [Pipo Nedir?] takla attırılmış halidir) vs. Hatta Alman Kant’ın yazdığı meşhur “Aydınlanma Nedir?” Sorusuna Yanıt makalesinde bile, dikkat edilirse, nedir sorusunu soran Kant değildir. Soru Fransız Aydınlanmacıları tarafından sorulmuş ve Almanların gündemine oturmuştur. Kant, burada, bu soruyu devralan ve bu soruya bir cevap verme telaşına giren kişidir.

Bu sorunun handikabı, bana göre, soruşturduğu şeyi sabit, dışarıda, orada bir yerde varolan ve araştırmacı tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir töz olarak görmesidir. Bu durumda olan şey şu: Dış dünyada, hâlihazırda bekleyen bir töz vardır; adına kültür diyebiliriz, siyaset diyebiliriz, göç diyebiliriz, kadın diyebiliriz, sefalet diyebiliriz, zenginlik diyebiliriz, eğitim veya liderlik diyebiliriz, kezâ eşitsizlik veya adaletsizlik diyebiliriz; ve araştırmacı elindeki check-list yahut çizilmiş bir eşkal ile gidip onları arıyor. Ve buluyor. Gerçekte olan-biten veya olmakta-olan şeyi gerçekte olduğu haliyle değil de elindeki listenin kriterlerine en çok uyanı arıyor. Oysa araştırmacı nesnesini keşfetmez; nesnesini kurar, inşa eder. Epistemik bir inşadır araştırmacının nesnesi, ontik değil. Sosyolojik nesne sosyolog tarafından bir takım bilgi üretme prosedürleri ve teknikleri tarafından oluşturulur. Şeyleri sabit ve tanımlanmış halleriyle değil bir ilişki biçimi olarak kavrar sosyolog. Çünkü şeyler bir ilişki biçimi olarak kendilerini gösterirler.

Bu yazdıklarımın konumuz ile ilgisi şudur: Elde hazır bir siyaset veya cepte bir kültür tanımı ile yola çıkamayız, zira kültür de siyaset de bir ilişki biçimidirler. Kültürün (ve aslında her şeyin) tanımını baştan koymak yerine, kültürü, kendi ilişkiselliği içinde, yatay ve dikey uzanımları ile birlikte, burada ve şimdiki haliyle kavrayacak bir dinamik model inşa etmeli. Böylece şeyleri bir sonuç olarak ele almış oluruz, doğal başlangıç noktası alarak değil. Şu anda ve burada olan şey nasıl bir süreç içerisinde şimdiki haline geldi, hangi ilişki ağlarından geçerek mevcut kapanımına ve yapısını erişti gibi soruları sorarak, şeylerin başka türlü değil de “bu” türlü varolduğunu analiz edebiliriz ancak.

KİTABIN MİMARİSİ

Siyaset ve Kültür Kesişimi isimli derleme çalışmasında siyaset ve kültür üç eksende kesişmektedir. İlkin, kültür, siyasal bir projenin söylemi ve ulusal kimliğe taalluk eden bir boyut olarak düşünülmektedir. Bu eksende kültür, toplumsal bir egemenlik bileşeni olarak değerlendirilir. A. Sıla Çehreli, Deniz Vardar, Claire Viser ve Alihan Gök’ün bölümleri devletlerin ideolojik aygıtlarını seferber ederek gerçekleştirdikleri kültürel arındırma politiklarını, liberal burjuva demokrasilerindeki kültürel arındırma projelerinin yükselişini, siyasal bir hüviyet kazanmış kültür ve terör eylemlerini ve kapitalizme yönelik gezgin/aylak figürünün kültürel bir başkaldırı örneği olarak taşıdığı önemi inceler.

İkincileyin, kültür, siyasal iktidarı güçlendirmenin bir aracı olarak değerlendirilir. Siyasal iktidarı ele geçirmenin amacı uğruna, kültür, bir simgesel cephane olarak kullanılır. Bu eksende kültür, toplumsal hareketler bileşeni olarak düşünülür. Kültürel hegemonya kurmak için didişen ama yenişemeyen toplumsal grupların hegemonya stratejilerinde kültürün nasıl bir bekçi köpeği misali konumlandırıldığını araştırır. Ayşegül Yaraman, Ebru Bulut, Jean François Polo, Ufuk Özışık, Ali Ergur ve Ümit Arat’ın bölümleri kültür-siyaset kesişimine hegemon aktörlerin yenişemediği bir savaş alanına, meşruiyet krizi sonucunda patlak veren “simge-yoğun” toplumsal eylemlere, ve son olarak, demokrasi, bilgi edinme özgürlüğü ve çoğulculuk çerçevesinde medya analizlerine odaklanır.

Üçüncüleyin, kültür, kamu politikaları olarak ele alınır. Bu eksende, ulusal politika oluşturma süreci incelenir. Nazan Cömert, Tülin Çağdaş ve Okuz Bakkalbaşı’nın bölümleri sürdürülebilir kalkınma politikalarını, yerel yönetimlerin politika kurma arayışlarını ve demokrasi çerçevesi ile kurumlaşma politikalarına arasındaki gerilimli hikâyeyi anlatır. Jean Marcou ve Isabelle Depret’in bölümleri ise, kültürün, bir ülkenin sınırlarının ötesine yayılmak için elverişli “yumuşak güç” olarak kullanımı stratejilerini ve kültürel miras olgusunu, aşırı siyasallaşan kültür mirası örneklerini merkeze alarak, soruştururlar.

#Yunanistan
#Isabelle Depret
#Jean Marcou