Her şehrin sembol bir yapısı vardır. Bu bazen cami, türbe, saray, bazen de Heidelberg’de olduğu gibi bir ‘harabe’dir. Kimilerinin kale, kimilerinin saray olarak adlandırdıkları bu harabe aslında 13. yüzyıldan itibaren dönem dönem inşa edilen Heidelberg Kalesi ve Sarayları’nın bakiyesi. Onu ikon yapansa şehre hakim bir tepede göz alabildiğince uzanan ormanın yeşiline meydan okuyan kırmızı cüssesi kadar, yüzyıllar sonra isminin başına eklenen ‘romantik’ sıfatı.
Kaleye iki keyifli yolla; ya Kornmarkt Meydanı’ndan dağ demir yolunu kullanarak ya da yine aynı meydandan sizi yönlendiren tabelayı takiple patika bir güzergahtan ulaşmak mümkün. Bu yolun sonunda yüksek bir kapı kulesinden önce Arnavut kaldırımlı bir avluya giriliyor. Burada birkaç saray var ve içlerinden Friedrichs adlı olanı ilk dikkat çeken. Çünkü 19. yüzyılın sonunda kale ‘restore edelim’ ve ‘kalıntıları olduğu gibi koruyalım’ diyenler arasında büyük bir tartışmanın konusu olmuş. Konu netleştirilene kadar Friedrichs restore edilmiş ama ‘koru, restore etme!’ görüşünün galibiyetiyle diğer binaların harabe olarak korunmasına karar verilmiş.
Avludaki sarayların en eskisi gotik bir yapı olan Ruprechts. Yanyana duran Ottheinrich, Cam Salon ve Friedrichs ise gotik üslubu geride bırakıp rönesansa merhaba diyen saraylar. Kalenin son sarayı İngiliz gelin Elizabeth Stuart için inşa edilmiş. Hatta bahçede onun adına doğum günü hediyesi olarak bir gecede yaptırıldığı söylenen gösterişli bir de kapı var. Avludan Friedrichs binasındaki geçit yoluyla büyük terasa çıkılıyor. Neckar Nehri’nin ikiye böldüğü eski şehir, kırmızı kiremitli evleri ve cömert doğasıyla öylesine seyirlik bir manzara sunuyor ki burada saatlerce kalmak isteyebiliyorsunuz.
Şimdi gelelim romantik harabenin hikâyesine. Başlangıçta (13. yüzyıl) burada sadece bir kale varmış. Ardından Palatine Kontları ve Seçmenleri saraylarını birbiri ardına kalenin avlusuna inşa etmişler. Savaşlarda büyük hasar gören kale, 24 Haziran 1764 akşamı düşen yıldırımla alevler içinde kalmış. Saray halkı ağır hasar alan kaleyi terk edince, ihmal ve yağma nedeniyle çürümeye yüz tutmuş. Taki 1810’da Fransız ressam Charles Von Graimberg gelene kadar. Heidelberg: Prensleri ve Sarayları adlı kitapta:
“19. yüzyılın Heidelberg’e getirdiği üç büyük hediyeden biri Graimberg’dir. Ömrünü onu çürümekten ve yağmalanmaktan kurtarmaya, kayıtlarını araştırmaya, hazinelerini toplamaya adadı” yazar. Graimberg geldiğinde harabeye dönen kale bir taş ocağı gibi kullanılırken güzel dekoratif figürleri de sökülüp satılıyormuş. Kaleye giriş çıkışın kontrollü olması için büyük çaba veren Gramberg, yaptığı çizimlerle buranın Almanya’yı aşan bir üne kavuşmasını sağlamış.
Gramberg’le tanınır hale gelen kalenin bu aşamadan sonra şöhretini arttıran konukları olur. Sanatçılar, yazarlar yıkılan Heidelberg Kalesi’ni Romantizm’in sembolü olarak görür. Hatta Victor Hugo, kaledeki yangını saray halkının buradan taşınmasına vesile olduğu için “Cennetin müdahale ettiği söylenebilir. Çünkü Charles Theodore 30 yılını orada geçirmiş olsaydı, hayran olduğumuz bu harabe kesinlikle korkunç bir pompadour ile süslenmiş olurdu” şeklinde yorumlar.
Kalenin ünlüleri arasında Goethe ve ‘Zülayha’sı da vardır. Goethe 1815’in sonbaharında kalenin bahçesinde yürüyüşler yapar. Kendisine bazen Marianne von Willemer de eşlik eder. Willemer hem Goethe’nin ilham perisi hem de Doğu Batı Divanı’ndaki şiirlerin bazılarının gizli kalemidir. Goethe, ‘Süleika’ (Züleyha) ismiyle Marianna için şiirler yazar. Bunlardan biri de kalenin bahçesindeki ginkgo bilobanın yapraklarından esinlenerek yazdığı ‘Ginkgo Biloba’dır. Eylül ayının sonlarına doğru Marianne’yi son kez Heidelberg Kalesi’nin bahçesinde gören yazar, tamamladığı şiirini bir ginkgo biloba yaprağıyla Marianne’ye gönderir. Bugün kalenin bahçesinde tüm bu yaşanmışlıkların anısına sergilenen bir ‘Goethe bankı’ var.
Bir diğer ünlü konuk Mark Twain da 1878’de Heidelberg’i ziyaret eder ve “Yurtdışında Bir Serseri” adlı kitabında bu seyahatini yazar. Heidelberg Kalesi’ni ‘terk edilmiş, tahttan indirilmiş, fırtınalarla yıpranmış ama yine de asil ve güzel’ olarak anlatan Twain, birkaç günlüğüne uğradığı bu şehri öylesine sever ki Avrupa seyahatinin üç ayını burada geçirir.
Heidelberg Kalesi’nde bizden de bir ayak izi var. Şaziye Berin. Berin, Birinci Dünya Savaşı sürerken Almanya’ya üniversite tahsili için gönderilen gençlerden. Heidelberg’de en fazla vakit geçirdiği yerlerden biri kale ve bahçesi olur. Şıhlos olarak adlandırdığı kaleye günde bazen iki, üç kez çıkar: “Dağ tramvayı ile kaleye çıktık. Şehir çok güzel görünüyordu. Geç vakit eve geldik. Gece yine Şıhlos’a gittik, Mehmet Ali Bey gazel, şarkı ezan okudu...” Kalede özellikle Şeffel’in heykeli altında vakit geçirir ve kalenin resmini çizenlerin arasına o da katılır: “Şeffel heykelinin altında münzevi bir kanepede Hazan Bülbülü’nü okudum. Toprağa bir ay yıldız çizdim… Resim dersi için Şıhlos’da beni bekliyorlarmış. Sarayın harap olan kısımlarının resmini yaptım.” Berin bazen de aradığı huzuru bulmak için çıkar kaleye “Hava almak ve sükünet bulmak için gelmiştim. Nehrin kabaran suları çağlıyordu. Bu bana teselli gibi gelmişti...”
Bir Osmanlı Kızının Almanya Günlüğü Hakan Sazyek
Yurtdışında Bir Serseri (A Tramp Abroad) Mark Twain
Heidelberg: Prensleri ve Sarayları (Heidelberg : Its Prınces and Its Palaces) Elızabeth Godfrey
https://www.schloss-heidelberg