Cemil Meriç için sözle ve yazıyla kazanılmayacak savaş yoktur. Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamaktır. Bir kılıcın kazandığı zaferleri başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler ise tarihe mal olur. Tarihe, yani ebediyete!
Tarih boyunca hakikat peşinde koşan entelektüellerin anlaşılamama gibi bir derdi daima olmuştur. İdraklerin hep bir takım kalıplar üzerinden şekillendiği ve deli gömleklerinin sürekli zihinlere giydirildiği bir atmosferde bunun aksini beklemek çok da makul görünmüyor zaten. Hal böyle olunca fildişi kulesine çekilmek ister hakkaniyetli bir münevver. Ülkesinin sloganlar üzerinden yürüyen gündemi sıkar onu. Çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan. Şuurun sesi çığlık değildir; konuşmaktır, konuşabilmektir. Evet, bağırmaya değil de konuşabilmeye çalışan, bu toprakların yetiştirdiği nadir entelektüellerden biridir Cemil Meriç.
YALNIZ VE YABANCI
1916 yılında Hatay'da doğar. Muhacir çocuğudur. Ailesi Balkan Savaşları sırasında Yunanistan'dan Anadolu’ya göçer. Çocukluğu pek de iç açıcı geçmez. Sürekli itilir kakılır:
Şikâyet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor, ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var, kendimden utanıyorum.
Hayatının ilk 38 yılında durmadan okur. Sonraki yıllarda tezahür eden düşünceleri, bu yıllarda doldurduğu fikir ambarı sayesindedir. Lakin okumaya sevdalı Meriç, bu dönemden itibaren vücudunun ona göre en vazgeçilmez uzvunu, gözlerini yavaş yavaş kaybedecektir.
IŞIK İLE KARANLIĞIN SAVAŞI
Küçük yaşlardan itibaren gözleriyle sürekli bir savaş halindedir. Genetik bir hastalık daha ilkokul sıralarında, okumayla tanıştığı ilk anlardan itibaren bir lanet gibi takip eder kendisini. Dünyanın renklerine kitapların satırlarının karıştığı bu ilk anlar, Meriç'in gelecekteki entelektüel karakterinin de habercisidir sanki.
FİLDİŞİ KULESİNDE MÜNZEVİ BİR HAYAT
KALEMLE YAPILAN FETİHLER TARİHE MAL OLUR
Meriç'in bulunduğu yerde bütün ideolojiler onun ayakları altındadır sanki. Fakat ona yüksekliğini kazandıran da bu ideolojilerin cesametidir. Sözle ve yazıyla kazanılmayacak savaş yoktur Meriç’e göre. Kalem sahiplerine düşen ilk vazife; telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamaktır: “Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferleri başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur. Tarihe, yani ebediyete...”
1984 yılında önce beyin kanaması, ardından da felç geçirir Meriç. Üç yıl boyunca yatağa mahkûm olur ve bu mahkûmiyetin sonunda 13 Haziran 1987'de hayata gözlerini yumar. Geriye dönüp bakıldığında herkesin bir Cemil Meriç'i olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Geçtiğimiz yirmi yılda sol Meriç'i yeniden keşfederken sağ ise ona sahip çıkmakla övünüyor. Bununla birlikte ‘Hangi Cemil Meriç?’ sorusu da varlığını en yakıcı şekilde hakikat taliplileri için duyurmaya devam ediyor. Vefatının 35. yıl dönümünde kendisini en kalbi duygularla saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.