Kitap dünyasının anahtarı Paspartu’da

Merve Akbaş
04:0015/04/2024, Pazartesi
G: 15/04/2024, Pazartesi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Katherine Rundell, Neden Çocuk Kitapları Okumalıyız isimli kitabında yetişkinlerin bu alana neden ihtiyaç duyduğunu anlatıyor. Elbette çocuk edebiyatının kimilerince çok da ciddiye alınmadığının altını çizerek... Kitapta beni çok etkileyen bir alıntı var; Rundell’in aktardığı kadarıyla ünlü yazar Alan Garner’ın Where Shall We Run To? ( Nereye Koşacağız?) adlı hatıratıyla ilgili Guardian’da çıkan bir yazıda şöyle deniliyor: “O hiçbir zaman sadece çocuk kitapları yazarı olmadı. Öyle olamayacak kadar zengin, sıra dışı ve derin bir yazar.”

Bu cümleleri okuyunca yüzümüze müstehzi bir gülümseme yerleşmeli, çünkü gerçekten büyük bir yanlışı ve oldukça yaygın bir inancı aktarıyor. Çocuk edebiyatıyla ilgilenmek, çocuk edebiyatı okumak kimilerine göre neden yeterince derin, zengin veya sıra dışı değildir?

İşin tam aksi yönde bir gerçekliği olduğunu düşünenlerdenim. Çocuk edebiyatı, herkesin kalem oynatabileceği bir alan değildir. Çocuklara sadece ahlaki doğruların aktarılacağı bir eğitim alanı da değildir. Elbette bu konu oldukça su götürür bir tartışma taşıyor. Biz belki de çocuk edebiyatın bir yazarı nasıl etkilediği sorusu üzerinde durursak, yeni ama anlamlı bir bakış açısı yakalayabiliriz.

Şüphesiz ki, bugün eli kalem tutan pek çok isim, çocukken kitaplarla muhattaptı. (Aksi herhâlde nadir örneklerde görülebilir.) Yazarların bugünkü yazın hayatından düne, çocukluğuna bakarken de mutlaka rastlayacağı kahramanları bulunur. Bu kahramanlar ve yer aldığı kitaplar öyle sanıyorum ki onları yazarlık yolunda adım attıran nedenlerdendir.

Kendi çocukluğuma baktığımda da bana okuma zevki kazandıran, başka ve başka kitaplar aldıran bir kahraman var: Jules Verne’nin Seksen Günde Devri Alem’i ve Paspartu’su. Herhâlde okumayı söküp, okuma hızımı biraz arttırdığım 8-9 yaşlarımda bu klasik kitabın 150-200 sayfalık bir versiyonu elime geçmişti. O kitabı okumak, ilerlemek, sayfaları arasında gezinmek kendimi daha “büyük” hissettiriyordu. Fogg’un dakikliği, titizliği, bunun yanında Paspartu’nun iş bitiricliği ve her problemi çözme kabiliyeti de kitabın sürükleyiciliğini arttıyordu. Benim zihnimde, her türlü zor durumdan çıkmanın anahtarı gibiydi Paspartu. Yaşam türlü aksilikle dolup taşsa da muhakak bundan kurtulmanın bir yolu olmalıydı... Paspartu da o yolu hep buluyordu.

Verne’nin karakteri bana iki şey kazandırdı. Birincisi yukarda anlattığım gibi çözüm odaklı olmak gerektiği bilgisi. İkincisi ise okuma zevki. Nihayetinde kitap, bir çocuğu başka okumaların kıyısına sürükleyebilecek kadar güçlü bir anlatıma sahip. Zira ben de Seksen Günde Devri Alem’den sonra “kalın kitaplar okuyabileceğime” ikna olmuştum. Bu kapı açıldıkça hayatıma başka kahramanlar ve kitapları da girdi: Define Adası’nın John Silver’ı, Gulliver’in Gezileri yani Gulliver, Alice Harikalar Diyarında’nın Beyaz Tavşan’ı, Oz Büyücüsü’nün Dorothy’si... Kapı ardına kadar açıldığında ise bugün hâlâ bazı cümlelerini net şekilde hatırladığım başka bir kitapla karşılaştım: Anneannemin evinde bulduğum, kapağı koptuğu için yayınevini bile bilmediğim İskandinav Masalları. Belki 250-300 sayfalık bu kitapta 10-12 tane mitolojik kökenli masal yer alıyordu. Kitabın tümünü bir sömestr tatilinin ilk haftasında okuyup bitirmiştim. Eski, hayli yıpranmış bu kitap bana okuma zevki duyabilmek dışında bir şey daha öğretmişti: Kitaplar bir hazine. Bu nedenle bulunması, araştırılması, özenle saklanması gerekiyor. Üstelik bu uzun bir yolda olmayı gerektiyor...

Şimdi dönüp bakın gördüğüm şu: Kapıyı açan Paspartu’ydu, yürüyen bendim. Yolda nice hazineyle daha karşılaştım. En nihayetinde de mesleğimle... Paspartu’nun adının her kapıyı açan “maymuncuk” anlamına gelmesi ise tatlı bir tesadüf sadece.


#hayat
#kitap
#aktüel