Şehir çiftçileri İstanbul’un tarihi bostanlarında ekip biçmeye devam ediyor. Sık sık önünden geçtiğimiz İstanbul Surlarının eteklerindeki küçük tarlalarda şehirli çiftçiler tarafından yetiştirilen sebze ve yeşilliklerin tadı da bir başka güzel Biz de geçtiğimiz hafta İstanbul içindeki sonbostanları Yedikule ve Piyalepaşa Bostanlarını gezip buradaki şehirli çiftçilerin hikâyesini dinledik.
İstanbul’un ortasında özenle büyütülmüş çıtır çıtır salataları, taptaze dere otlarını, marulları yemek mümkün. Sık sık önünden geçtiğimiz İstanbul Surlarının eteklerindeki küçük tarlalarda şehirli çiftçiler tarafından yetiştirilen domates, salatalık, marul, roka, maydanoz gibi çeşit çeşit sebze ve yeşilliklerin tadı bir başka güzel. Üstelik şehirde yetiştiği için şehir dışından getirilen sebzelere göre çok daha uygun fiyata müşteriye ulaşıyor. Biz de geçtiğimiz hafta İstanbul içindeki son bostanları gezip buradaki şehirli çiftçilerin hikâyesini dinledik.
İSTANBUL’UN MEŞHUR BOSTANLARI
- Bir zamanlar İstanbul’da Anadolu Yakası’nda Tuzla’dan Anadolu Feneri’ne kadar, Avrupa Yakası’nda ise Çekmece’den Rumeli Feneri’ne kadar olan alanda 1200’ü aşkın sebze bahçesi vardı. Hatta Osmanlılardan bu yana süregelen bostanların meşhur ürünleri vardı. Arnavutköy çileği, Çengelköy salatalığı, Yedikule marulu gibi. Şimdilerde ise, tarihi kültürüyle ayakta kalan iki bostan var. Yeni Şafak Pazar olarak bu hafta rotamızı İstanbul'un en eski son iki tarihi bostanına çevirdik.
- İlk durağımız; Bizans döneminde inşa edilen ve İstanbul’un surlarının hemen yanı başında bulunan, yüzyıllardır tarım alanı olarak kullanılan Yedikule Bostanları oldu. UNESCO tarafından 1985 yılında Dünya Mirası olarak kabul edilen İstanbul Kara Surları’nın etrafındaki bu tarihi bostanlar, su kuyularıyla, havuzlarıyla, ahırlarıyla, ahşap yapıları ve teraslama sistemiyle bilgi birikiminin yüzyıllardır nesilden nesle aktarıldığı bir kültürel miras. Zeytinburnu Belgradkapıdan Mevlanakapı’ya kadar uzanan yol boyunca surlarda Yedikule Bostanlarını görebilirsiniz. İkinci durağımız ise, İstanbul’un göbeğinde Kasımpaşa’daki beş asırlık Piyalepaşa Bostanı. Piyalepaşa Camii’nin bitişiğinde olan, 16. yüzyılda camiye gelir sağlayan en az 450 yıllık olduğu tahmin edilen bostan geçmişten günümüze ulaşıyor. Yedikule’den Piyalepaşa’ya İstanbul’un kalan son tarihi bostanlarını yıllardır işleyen, güzelleştiren ve 1500 yıllık köklü bir geleneği bugünlere taşıyan bostancılarımızla konuştuk.
En organik ürünleri yetiştiriyoruz
İlk durağımız tarih kokan yerlerden biri. Bizans döneminde inşa edilen ve İstanbul’un surlarının hemen yanı başında bulunan, yüzyıllardır tarım alanı olarak kullanılan ve günümüze kadar ulaşan marulu ile meşhur Yedikule Bostanları. Tarihi, Piyalepaşa Bostanı’ndan çok daha eskilere dayanan Yedikule Bostanları’nda şimdilerde tam yirmi dokuz bahçe bulunuyor. Bu bahçelerden birinin işletmeciliğini yapan ve Yedikule Bostancılar Derneği Başkanı olan Dursun Kaplan ailesiyle birlikte bahçesinde kendi ekip biçtiği ve yetiştirdiği ürünlerden hazırladığı leziz kahvaltıyla bizlere kapısını açıyor, 30 yıldır hemhâl olduğu dede mesleği çiftçiliği başlıyor anlatmaya. “Benden önce dedem yapıyordu, dedemden babama, babamdan da bana geçti çiftçilik” diyor. Kaplan 30 yıldır İstanbullulara, tam da 15 bin 600 yıllık Yedikule Surlarının dibindeki bostanında, mevsimine göre birçok çeşit meyve ve sebze yetiştiriyor. Baharda; kara lahana, pazı, kıvırcık, roka yetiştiren Kaplan, şu sıralar ise; semizotu, reyhan, kekik, kişniş ve maydanoz yetiştiriyor. Daha önceleri kuzu kulağı bitkisinin olmadığını, bostanlarında yetişmesi sayesinde artık daha fazla talebin olduğunu ve yetiştirildiğini söylüyor. Bostanında yetiştirdiği ürünlerini organik ve halka açık olarak yetiştiren Kaplan, “Halkımızın bizi tercih etmesi için perakende veriyoruz ve en güzelini, en organiğini yetiştirmeye çalışıyoruz” diyor. Burada yetiştirdiği ürünleri aynı zamanda da semt pazarcılarına toptan verdiklerini dile getiriyor Kaplan. Çapasını yapmak, dikmek, fidelemek eminiz ki çok zordur diyoruz ve Kaplan da bostancılık ve tarımla uğraşmanın zor olduğunu söylüyor hatta artık gençlerin çiftçiliğe merakı olmamasından dolayı hem köyde hem de şehirde çiftçiliğin bittiğini söylüyor. Kaplan, “Ne yazık ki benden sonra bu hayat şartlarında oğluma geçeceğini sanmıyorum” diyerek biraz serzenişte de bulunuyor.
Yeni nesil çiftçilikle uğraşmıyor
Soluğu bu kez surları takip ettiğinizde Eski Kozlu Mezarlığı’nın karşısında yer alan Dursun Kaplan’ın kuzeni Ahmet Kaplan’ın bostanında alıyoruz. Rumlar ve Arnavutlardan sonra üçüncü kuşak olan ve bostanda çoğunlukla yer alan Kastamonululardan biri Kaplan. 30 yıldır çiftçilikle uğraşan Kaplan, “Günün şartlarında İstanbul’da çiftçi olmaya mecburuz” diyor. Haftanın belirli günlerinde kendi bostanında ekip, biçtiği ve yetiştirdiği ürünlerini Esenler ve Bayrampaşa’daki semt pazarlarında satıyor. “İstanbul’da yetiştirdiğin ürünü satabiliyorsan çiftçilik çok güzel” diyen Kaplan, İstanbul’da çiftçi olmanın zorluk ve kolaylıklarından bahsediyor. Bostancılığın bakımının zor olduğunu ve tıpkı bir bebek gibi olduğunu söyleyen Kaplan, “Çapası, otu, ilacı, gübresi, sulaması başlı başına bir bebek gibi ilgileniyorsunuz” diyerek anlatıyor. İstanbul’da çiftçilik yapmanın en zor yanının ise, büyük traktör kullanamamak ve bostanda çalışacak işçi bulamamak olduğunu söylüyor. “Biz son nesiliz, bizden sonra burada çiftçi bulmak çok zor olacak” diyen Kaplan, “Çocuklarım bu işi sevmiyorlar. Normal zamanlarda dahi bahçeye gelmiyorlar. Yeni nesil çiftçilikle uğraşmıyor” diyor.
Sebzelerim hem daha taze hem daha uygun fiyata satıyorum
- Ahmet Kaplan’ın bostanından çok uzaklaşmayıp hemen yan tarafa Şerafettin Yılmazcan’ın bahçesine geçiyoruz. 1993 yılından beridir çiftçilik yapan Yılmazcan, “Buraya ilk geldiğim zaman buralar bomboştu. Sadece atlar vardı. Ben de buralara yakın bir bahçedeydim. Buraya bir traktör getirdim ve sürdüm. Daha sonrasında belediyeye müracaat ettim ve öyle başladım” diyerek anlatıyor çiftçiliğe başlama hikâyesini. “Gençlik yıllarımdan beri buradayım” diyen Yılmazcan, “Benden sonra çocuklarım ne yazık ki çiftçilik yapmayacak. Hiç gelmiyorlar bostana. Ben de emekli olduktan sonra devretmeyi düşünüyorum” diyor. Bahçesinde çok çeşitli sebzeler yetiştiren Yılmazcan, bizim çok da aşina olmadığımız ve çok bilinmeyen Afganistan’a özel gangana sebzesini yetiştirdiğini söylüyor. Haftanın belirli günleri Unkapanı semt pazarlarında yetiştirdiği ürünleri sattığını söyleyen Yılmazcan, sebzeler taze olduğu gibi daha uyguna da sattığını söylüyor. Yılmazcan, “Halden meyve sebze aldığınız zaman tadı yok ama biz bostandakileri yiyoruz daha lezzetli, daha taze” diyor. Bostancılığın çok ağır bir meslek olduğunu söyleyen Yılmazcan, “Sıcaklar, 30 dereceyi geçince ürünlerimiz bozuluyor. Köye göre şehirde çiftçilik yapmak tabii daha rahat. Köyün arazileri bayır olduğu için pek müsait değil. Ama İstanbul teknik anlamda daha rahat. Sulama motoru, çapalama motoruyla daha rahat ve güzel” diyor ve bir tarihin altında çalışmanın da kendisi için huzurlu olduğunu söylüyor.
Bitkilerimizde herhangi bir ilaç kullanmıyoruz
Rotamızı bu kez İstanbul’un göbeğinde Kasımpaşa’da bulunan, Mimar Sinan’ın güzel eserlerinden biri olan beş asırlık Piyalepaşa Camii’nin hemen bitişiğinde yer alan Piyalepaşa Bostanına çeviriyoruz. 1573 yılında yapılan Piyalepaşa Camii’nin giderlerini karşılamak için cami vakfına bağışlandığı söylenen Piyalepaşa Bostanı’nın geçmişinin ise camiden çok daha eskilere gittiği söyleniyor. 450 yıllık tarihi bostan geçmişten günümüze hâlâ ayakta. 16. yüzyılda camiye gelir sağlayan bostanın şimdilerde ise tek işletmesini 67 yaşındaki Mehmet Özal yapıyor. Özal, oğlu ve eşiyle birlikte bostanın işlerini sürdürüyor. Yıllardır çiftçilik yapan Özal, “Çiftçilik, baba mesleğimiz. Köyde uğraşıyorduk, daha sonra ise buraya geldik. Piyalepaşa 450 yıl boyunca bahçe olarak kullanılmış biz de 13 yıldan beridir buradayız” diyor. Rahatsızlandığı için şu sıralar bahçeden biraz uzak kalsa da oğlu ile bahçe işlerini sürdürüyor. Özal, günümüze kadar ulaşabilmiş son tarihi bostanlardan birinde; kıvırcık, patlıcan, fasulye, karalahana, pazı, roka, tere, semizotu, beyaz lahana meyve olarak ise yazın incir, erik dut yetiştiriyor. Daha sonra ise pazarda satışa sunan Özal, toptancılar yerine perakende olarak mahalleliye sattıklarını anlatıyor. Bitkileri yetiştirirken tamamen organik bir şekilde yetiştirmeye çalıştıkları söyleyen Özal, “İlaç kullanmıyoruz. Böyle olunca daha değerli oluyor” diyor. İstanbul’da çiftçilik yapmanın zor yanının hayvan gübresi bulamamak olduğunu söyleyen Özal, en güzel yanının ise, müşterilerin buradan gelip kendilerinin ürünleri alıyor olması olduğunu söylüyor. Günümüze ulaşan son bostanlardan birinde tek olmanın çok güzel olduğunu dile getiren Özal, tarihi ayakta tutmayı ve ürünlerini taze, doğal şekilde halka sunmaktan keyif aldığını dile getiriyor.
Taze ürünler, doğal ürünler
- Bu kez de Arnavut, Ömer Aguşlar’ın bahçesinde, iki tabure çekip gölgelik bir yer bulup mis gibi nane kokuları eşliğinde başlıyoruz sohbet etmeye. “50 yıldan beri doğdum doğalı bu mesleği yapıyorum” diyerek başlıyor anlatmaya Aguşlar. “Burada temiz hava var ve başkasının işi olursa biz bu işi yapamayız. Dedelerimiz, babalarımız bu işi yaptı. Babadan oğula gelmiş” diyor. Aguşlar, bahçesinde birbirinden taze, çeşit çeşit yeşillik türlerini yetiştiriyor. Kuzukulağı, nane, semizotu, fındık turp, reyhan, karahalana, pazı yetiştiren Aguşlar, “Buradaki ürünlerimizin özelliği taze oluşudur. Suya girmemiş, tertemiz, olmasıdır. Ama marketten alınan haftalık olur. El el değiyor. Bahçe gibi olmaz. Buradan alacağınız sebze ve meyve ise günlük olur. Yıkar temizlersin, sofraya koyduğun zaman taze taze yenilinir” diyor. Aguşlar’da kendi ekip, biçtiği ve büyüttüğü ürünleri Bayrampaşa, Esenler, Bağcılar ve Güngören semt pazarlarında satanlardan. Sürekli müşterilerinin olduğunu söyleyen Aguşlar, “Isırgan normalde bahçelerde yok ama bizim bahçelerde var. İhtiyacı olana topluyoruz, veriyoruz” diyor. Fiyatları da daha uyguna verdiğini söyleyen Aguşlar, fırsatçılığa izin vermediğini de vurguluyor. “Burada 5 liraya kıvırcık satıyoruz diye marketler ayaklanıp buraya geldi. Azına bereket çoğunda gözümüz yok” diyor.
Yedikule Bahçe’de çocuklar tarımla tanışıyor
Fatih Belediye’si tarafından 2020 yılında şehrin merkezinde kurulan Yedikule Bahçe’de, şehir çocukları tarımla tanışıyor. Çocuklar tohum aşamasından hasada kadar tüm aşamalarda bir yandan eğitim alıyorlar, diğer yandan çevre, doğa bilinçleri gelişiyor. Çocuklara tarımı ve doğayla iç içe olmayı sevdirmek, bahçede kendi meyve ve sebzelerini yetiştirmelerini sağlamak amacıyla bahçede etkinlikler düzenleniyor. Çocuklar hem doğada vakit geçiriyor hem de tarım faaliyetlerinde bulunuyor. Ayrıca bahçede bulunan kamelya alanıyla birlikte aileler rezervasyon yaptırıp burada ücretsiz bir şekilde pikniklerini yapabiliyorlar. Çocukların yanı sıra kadınlara sosyalleşmeleri ve kişisel gelişimlerine katkıda bulunmak adına bahçecilik kursu da veriliyor. Bahçede; kadınlar bitkilere, fidelere nasıl bakması gerektiğini, hastalanan bitkilere nasıl müdahale etmesi gerektiğini, doğal tedavi yöntemleriyle öğreniyorlar. Bahçecilik kursunun sonunda ise kadınlara teraryum atölyesi yaptırılıyor. Bahçede bulunan bitki hastanesinde ise; hastalanmış, tedavi ihtiyacı olan, canlılığını yitirmiş özellikle salon iç mekan bitkileri peyzaj mimarları tarafından da ücretsiz bir şekilde iyileştiriliyor.