Yeni Şafak, Hollanda’da yükselen ırkçılığı araştırdı. Yazarımız Ayşe Böhürler, Leiden Belediye Başkanı Henri Lenferink, İslamofobiye Karşı Çağrı Merkezi kurucusu Marianna Vorthooren, Sosyolog Prof. Hein de Haas ve Leiden Belediye Meclis Üyesi Vahit Köroğlu ile konuştu. Leiden Belediye Başkanı Henri Lenferink, ülkede İslamofobiklerin azınlıkta olsa bile seslerinin çok yüksek çıktığını söyledi.
Mültecilerin Müslüman bir ülkeden gelmeleri sorun ediliyor mu?
Burada kalan mülteciler ile çok görüştüm. Böyle bir şikayet görmedim. İnsanların entegrasyonu için bir program başlattık. Burada kalmaya izni olanlar, 24 ay boyunca 7/24 bir programa zorunlu olarak katılacaklar. Evde koltuklarında oturmak yok, dışarı çıkacağız. Bir futbol organizasyonumuz var, nasıl futbol oynanacağını öğrenecekler, kültürel organizasyonlarımız olacak. Mültecileri alıp onlara toplumumuzu öğreteceğiz. Bu programların büyük kısmının finansmanı gönüllüler tarafından oluşturuldu.
Kaç mülteci için yapılıyor bu program?
Henüz yasal izni olmayan mültecilerin sayısı 250. Büyük bir sayı değil ama burada her zaman hoş karşılanıyorlar. Onlar için bina tahsis etmemizin hemen ardından 7000 kişi yardım etmek için gönüllü oldu. Daha sonra o kadar gönüllüyü memnun edecek kadar mülteci olmadığı için sorun yaşadık. Bu yüzden her yer İslamofobya var diyemeyiz. Bu şehirde öyle bir şey yok.
Belediyelerin mülteciler ile ilgili görevleri neler?
İlk olarak geldiklerinde barınak sağlıyoruz çünkü yasal sürecin başlaması için beklemeleri gerekiyor. Hollanda'da kalıp kalamayacaklarını öğrenmek için 7-8-9 ay hatta bir yıl beklemeleri gerekebiliyor. Üniversiteler ücretsiz ders almalarına izin veriyor. Bazı üniversitelerde Arapça okuyanlar mülteciler ile pratik yapıyor. 250 mültecinin sanırım yarısı Suriyeli ve büyük kısmı şehir halkı ile yakın ilişki içinde. Hafta sonları kaldıkları yerde yemek yemiyorlar, şehirde tanıdıkları var, arkadaşları ile yemeğe çıkıyorlar. Moğolistan'dan gelenler de var, onların iletişim kurması daha güç oluyor. Suriye'den gelenlerin çoğu iyi eğitimli. Öğretmenler, mühendisler var. İngilizce konuşuyorlar. Hollanda toplumu ile iletişime geçmeleri kolay oluyor.
Hollanda, Fransa, Danimarka gibi ülkelerde sağ siyasetin prim yapmasının sebepleri neler?
Avrupa'da sağ akım, güçlü bunu inkar edemeyiz. İnsanların bu görüşlere desteği artıyor. Ama çoğunluk değiller, çoğunluk ılımlı, büyük problemler istemiyor. Durum değişsin istemiyorlar. Çoğunluk mantıklı düşünüyor ve konuyu da mantık içinde tartışmak istiyor. Sonunda bu görüşün kazanacağına inanıyorum. Bu sesi duyurmalıyız.
Hollanda farklı kültürlerden insanların bir arada bulunduğu bir yer. Afrika ülkelerinden, Fas'tan gelenler var. Şimdi de ciddi oranda Suriyeli geliyor. Bunun toplumsal etkisi nasıl olacak?
Birkaç yıl sonra bazıları geri gidecek, hepsi kalmayacak. 90'larda Yugoslavya'dan gelenlerde de öyle oldu. Suriye'den gelenlerin de çoğu kalacak ama bu problem değil. Biz bir erime potası olmaya alışığız. Hollanda'nın her şehri için bu geçerli değil. Daha kırsal yerlerde çok az yabancı var. Amsterdam gibi büyük şehirlerde ise bazen çoğunluk yabancı. Burada dünyanın her yerinden insanla yaşamaya alışkınız. 1960'lardan beri böyleydi. Nüfusun yüzde 89'unun yabancı olduğu zamanlar oldu. Buna alışkınız, buradaki pazarda karnabaharın İngilizcesini bilmiyorsanız çok az satarsınız, her pazarcı biraz İngilizce konuşur. Farklı ülkeden birçok insan sokaklarda dolaşıyor.
Hollanda'da İslam'a karşı korkunun artmasında mültecilerin rolü büyük oldu. Bu, sadece Hollanda'nın değil Avrupa'da ciddi bir sorun. Biz de buna karşı örgütlendik. Bu bölgede yaşanan İslamofobik olaylar hakkında bir araştırma yapıyoruz. Kötü sözler söylenen insanlar, fiziksel saldırıya uğrayanlar başörtüsü zorla çıkarılan kadınlar, evleri kundaklananlar, camilere yapılan grafitiler gibi birçok olay var. Kamusal alandaki sözlü ve fiziksel saldırıların yanında istihdam piyasasında Arapça ya da Türkçe adı olanların ya da başörtüsü takan kadınların diğerlerine göre iş bulma imkanın daha az olduğunu gösteren araştırmalar var.
Wilders, İnsanlar için Özgürlük Partisi'nin kurucusu. Bu partinin odağı İslam ile savaşmak, kendileri de bunu söylüyor. Bu parti üyesi bir parlamenterin, “partim İslam ile savaşmak için kuruldu” dediğini duydum. İlginç olan şu, biri aynı şeyi ulusal radyoda Musevilik için söylese bu ülke olacakları kaldıramaz. Çifte standart var, bunun farkına varmalıyız. Wilders'in düşünceleri sadece Müslümanları hedef aldığı için yanlış değil, prensipte yanlış. Ayrıca davranışlarının anti-demokratik olduğunu düşünüyorum ki bence bu çok tehlikeli.
Azınlık bir grup için belki diyebiliriz. Ben şahsen kimsenin doğuştan ırkçı doğduğuna inanmıyorum. Bu genetik bir şey değil, sonradan öğretilen bir şey. Avrupa'nın merkezinde yaşanan terör olayları, mülteci dalgası hep sağ kanadın elini güçlendirdi. Bu görüş siyaset arenasında kabul edilebilir bir hal aldı. Bu çok endişe verici. Diğer endişe verici şeyde bunların karşısında güçlü bir karşı sesin olmaması. Hollandalıların birlik, eşitlik, özgürlük ilkeleri var ama siyasi alanda yeterince güçlü bir karşı duruş yok. Ana akım partilerin de aşırı olmasa da sağ eğilimli bir duruş almaya başladıklarını görüyoruz. Güçlü bir karşı görüşe ihtiyaç var.
İslamofobinin farkına varılması, siyaset gündemine alınması için bizimki gibi birçok organizasyon çalışma yapmalı. Müslümanlar sadece İslamofobya'ya değil antisemitizme de karşı çıkmalılar. Karşı çıkan sadece Müslümanlar olmamalı. Bizim organizasyonumuz içerisinde de Türkiye, Fas, Pakistan, Surinam, Endonezya, Somali ve Bosna gibi birçok farklı ülkeden Müslümanlar var. Çok farklı kültürden insanların olduğu bir topluluk. Müslümanlar da bu farklardan dolayı birlik olmakta zorlanıyor.
Şimdilerde kendi adalarımızda, kendi dünyamızda yaşıyoruz, mahallelerde bu böyle. İnsanlar arasında diyalog yok, hiç iletişim yok. Bunu organize etmeye çalışıyoruz. Müslümanlar kendilerine yapılan haksızlıklara karşı koyduklarında, tavrımız tutarlı olmalı. Sadece bize yapılan adaletsizliğe karşı değil, diğerlerine yapılana karşı da tepki vermeliyiz. Örneğin, birkaç ay önce içinde bulunduğumuz camiye bir tehdit mektubu geldi. Üzerinde gamalı haç, Nazi sembolleri vardı. Daha sonra Hollanda'daki Yahudiler Müslümanlara “sizi destekliyoruz, yaşananlar çok üzücü” şeklinde bir not gönderdi. İşte buna daha fazla ihtiyacımız var. Ancak böylece paylaştığımız değerlere sahip çıkabiliriz.
Mülteciler Hollanda'ya gelmeden önce uzun bir yol sarf etmiş oluyorlar. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden dolaşıp son durak olarak belirli bir ülke seçiyorlar. Hollanda'ya geldiklerinde ilk yazışmalarını yaptığımız bilgilerini aldığımız bir nokta var. Orada ilk yazışmaları yapılıyor. Burada yol haritasında başlarından ne geçtiğini anlattıkları memurlar var. Onlar ilk etapta dosyaları hazırlıyor ve ondan sonrada dağıtımları oluyor. Hollanda'nın çeşitli yerlerinde olan büyük kamplara gidiyorlar. Bu kamplar 90'lı yıllarda, Bosna Savaşından sonra yoğun bir mülteci akını olduğunda kurulmuş. Mülteciler burada Hollanda da kalıp kalmayacağı kararını bekliyorlar.
Belediye'nin görevleri açısından, Müslüman olmaları hiç bir sorun teşkil etmiyor. Ama toplumda maalesef sorunlar yaşanıyor. Hollanda'ya genel anlamda baktığımızda Müslümanlar bayağı zor günler yaşıyorlar. İç savaştan kaçan mültecilerin Avrupa'ya akın etmesiyle, DEAŞ ve terör karıştırılıyor ve ister istemez ortamda gerginlik yaratıyor. İki ayrı dosya bir dosya olarak sunuluyor.
Kesinlikle katılmıyorum. Batı ve Doğu arasında büyük bir çatışma olduğuna inanmamızı isteyenler zaten radikaller. Avrupa her zaman farklı dinlere kucak açmıştır. Avrupa'nın Doğu ve Batı çatışmasını merkezi haline geldiği fikri kabul edilemez?
Asıl sorun aşırılık, her iki tarafta da. Avrupa'da siyasi aşırılık, radikallik var. Müslüman toplumunda da azınlık olsa da radikaller görüyoruz. Bu, ciddi bir problem. Kültürler arası çatışma fikrinden her iki taraf da besleniyor.
Bence temel neden insanların bilgi sahibi olmaması. Birçok kişi insanların Suriye'den IŞID yüzünden kaçmaya çalıştığını sanıyor ki bunun doğru olmadığını biliyoruz. İnsanlar hükümet baskısından ve şiddetin kaçtı, Suriye'de ölenlerin çoğu hükümet güçlerince, Esad güçleri tarafından öldürüldüler. Ama Avrupalıların çoğu insanların terörizmden kaçtıklarını düşünüyor ve onlar kaçarken bazı teröristlerin de onlarla gelmesinden korkuyorlar. Aslında bu çok mantıksız bir korku değil. Ülkemize aldığımız insanlar konusunda çok dikkatli olmalıyız. Oradan gelen herkesin terörist olmadığını anlamak gerek. Diğer taraftan Brüksel ve Paris'teki olayları gerçekleştirenler mülteciler değildi.
Kuzey Afrika ve diğer Ortadoğu ülkelerinden böylesine bir göç talebi varken sadece göç kaçakçılarını suçlamak yanlış. Avrupa ilk olarak 1991'de Schengen vizesinin devreye girmesi ve sınır kontrollerinin artırılmasıyla insan kaçakçılarına fırsat vermiş oldu. Tabii ki, kaçakçıların gaddar olduklarından ve çoğu kez mültecileri aldattığından bahsedebiliriz fakat yine de mesela Afrikalıların gözünde onlar kurtarıcı. Kaçakçılar hizmet veren bir sektör konumunda. Avrupa'nın göçmen politikası özel şirketlere olduğu kadar kaçakçılara da büyük bir pazar oluşturdu. Bu yüzden, hükümetlerin birçok yönden göç kontrol sektörüne kitlesel kamu fonlarını dökerek kendi canavarlarını yarattıklarının farkında olmaları önemlidir. Avrupa ülkelerinin koordineli hareket etmeleri ve mülteci ağırlayan ülkelere destek olmaları gerekiyor.