"Yapay ZEKA PROGRAMLARI VE UYGULAMALARI KENDİLERİNE YÜKLENMİŞ OLAN VERİLEN İÇİNDE DAVRANMAK ZORUNDADIR."
Çeviri öteden beri netameli bir iş olmuştur. Bu cümleyi kurar kurmaz netame kelimesini merak ettim. Neyin nesi, nereden geliyor? Meğer yirminci yüzyıla kadar “netame”siz yaşamışız. Sevan Nişanyan’ın tespitine göre Arapça “ntn” kökünden gelen “netane”, “pis koku, çürüme” gibi bir anlama sahipmiş. Doğrusu, benim zihnimde netame, duyusal bir aksaklık veya arızadan çok mekanik bir tersliği, engeli çağrıştırır/dı. Daha işin başında böyle bir tuhaflıkla karşılaşınca çevirinin netameli bir iş olduğu yargısını genişletip dilin kendisinin netameli olduğunu söylemek ihtiyacını hissettim. Hem de çürüme, kokuşma, çürümeye ve kokuşmaya elverişli olma anlamında bir netame yahut netane ile yüz yüzeyiz.
Zihnimizin olağan ve/veya doğal işleyişi, çürümenin ve kokuşmanın olabilmesi için sağlam ve sağlıklı olmanın önce ve öncelikle var olması gereğini/gerçeğini düşündürür bize. Bu gerek ve bu gerçek, sağlığın ve sağlamlığın sağda olduğunu, sağda durduğunu, sağdan yürüdüğünü de işaret ediyor diyebilirim. Bu durum, solun ve solaklığın dışlanmasını ve/veya aşağılanmasını elbette gerektirmez. Yüreğimizin göğüs kafesimizin soluna yerleştirilmiş olması, sağa ve sağlığa aykırı değildir.
Dillerin çokluğunu ve ayrılığını insan türünün Tanrı’ya meydan okumak üzere Babil Kulesi’ni inşa etmesinin cezası olarak gören anlatı, tek tanrı olan Allah’ın “eşref-i mahlûkat” olarak “ahsen-i takvim” üzere yeryüzünde “halifesi” olsun diye yarattığı insanın değil, kendisini milyonlarca yıl süren bir evrimden sonra milyarlarca rastlantı sonucunda oluşup gelişmiş en yetkin memeli sayan hayvanın ürettiği bir anlatıdır. Mevcut bilim ve teknoloji düzeni, Tanrı’nın evren ve yeryüzü için uygun gördüğü işleyişin ilkelerini ve ölçülerini tanıyarak ve anlayarak o ilkeleri ve ölçüleri zorlamadan davranmak yerine sınır tanımaz bir açgözlülük ve bencillikle yeryüzünün imkânlarını talan etmekle kalmamış, gözünü uzaya dikmiştir. Bu, insan türünün “çok zalim”, “çok cahil” yönünün tezahürü, Âdem’e karşı üstünlük taslayarak saygı duymaktan kaçınan şeytanın peşine takılan beşerin marifetidir. Bu beşer, Tanrı’nın kendisine bağışladığı isimleri, dil yeteneğini, logosu, mantığı kendisinin eseri sanmak gibi bir yanlışa düşerek, yanılışa saparak, aldanışa kapılarak Yaratıcı’nın ve elçilerinin önerdiği ve kılavuzluk ettiği dosdoğru yolu bırakarak kardeşi Habil’i öldüren Kabil’in yoluna girmiştir. “Ben sönüp gidenleri sevmem” diyen İbrahim’in çağrısına kulak vermek yerine Tanrı’ya savaş açan, elçisini yakmaya kalkışan Nemrud’un yolunu seçenler, iktidarları için tehdit olarak gördükleri bebekleri bile öldürmekten çekinmeyen Firavun ile aynı takımdandırlar. Tanrı önünde soy sop, dil, cinsiyet, nesep farklarının imtiyaz sebebi olmadığını, olamayacağını kavramakta zorluk çekenler, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sözcüklerinin tüm yeryüzüne yayılan bir genişlik içinde değil, sınırlı ve dar bir alanda ve kısıtlı bir süre için geçerli olduğunu fiilen ispatlamış oldukları hâlde, bunlar sanki her yerde her zaman geçerliymiş gibi böbürlenmekten utanmayan ahlâksızlar güruhudur.
Durum buyken, hemen her yerde çok boyutlu aldatışlar ve aldanışlar yürürlükteyken yapay zekânın çeviri alanındaki başarı düzeyinden söz etmek biraz lüks kaçıyor olabilir. Buna rağmen yahut bununla birlikte şunu söyleyebilirim: Yapay zekâ programları ve uygulamaları, kendilerine yüklenmiş olan veriler içinde davranmak zorundadırlar. Dolayısıyla ne kadar çok, çeşitli ve zengin veri ile beslenirlerse o kadar başarılı olacaklardır. İşlem hızları ve çok sayıda seçeneği değerlendirebilme özellikleri sayesinde makinenin insana oranla daha verimli ve üretken olduğu su götürmez. Ancak düşünme ve yaratma becerisi, sayma ve sıralama becerisinden daha değerli ve önemlidir. Makinenin insan zihnine özgü ve sayı/numara sınırını aşan yaratma becerisini edinebileceğini sanmıyorum. Ancak herkes benim gibi iyimser değil. Mesela Murat Menteş, Ayşe Adlı’nın kendisiyle yaptığı söyleşide çok karamsar bir gelecek tablosu çizmiş (nadirkitap.com, Eylül 2024).
Bu arada şunu da belirteyim: Murat Menteş’e sorulacak soruları yapay zekâ hazırlamış olsaydı “2000’lerin ortalarında yayımlanan ilk romanı Dublör’ün Dilemması” demezdi, “2010’ların ortalarında” derdi.
İplerden ve uçlarından söz etmeye çalıştım. Hangi ip nereye bağlı? Bunu anlamadan, buna göre davranmaya çalışmadan yaşamaya rıza gösterirsek çok vahim vartalara, pek tehlikeli tuzaklara düşebiliriz. Çoktandır o vahim vartada, o tehlikeli tuzakta mıyız yoksa?