Şüphesiz öyle. Zaten bu eserin bugün keşfinden çok, yüz kırk sene boyunca unutulmuş olması daha çarpıcı geliyor bana. Modern Türk edebiyatının başlangıç aşamasında yazılmış romanların sayısı fazla değil. O dönemde yazılmış Hayal-i Celal’in de ihmal edilmeyi gerektirecek, diğerlerinden aşağı kalır bir yanı yok. Bu yüzden, bundan böyle o döneme ilişkin çalışmalar, bu romana, ele aldığı konulara ve ortaya koyduğu özgün perspektife referans verilmeden yapılamayacak.
Yazar, Recaizade Mahmut Ekrem’in ağabeyi. Recaizade ailesinde bir romancı daha olduğunu öğreniyoruz. Kitap Hicri 1290 yani 1873-1874 arası gibi erken bir tarihte çıkıyor.Bu anlamda modern Türk edebiyatın erken örneklerinden biri. Ancak en dikkate değer özelliği, yazarın kitaba yazdığı “Sonsöz”de kullandığı ifadede gizli. Orada “Ben tasarlayıp yazdığım ve bastırarak kamuoyuna sunduğum böyle bir ‘romana’…” der yazar. Bu neden önemli? Aynı dönemlerde Namık Kemal İntibah romanına yazdığı önsözde “Fransız lisanında hikâyeye ‘roman’ derler” diye yazar. Çok sonra Halit Ziya Uşaklıgil’in kaleme aldığı Hikâye başlıklı inceleme kitabının konusu da aslında romandır. Dolayısıyla, türsel ayrımların adlandırmaların netleşmediği bir geçiş döneminde, roman yazdığının bilincinde olan ve onu öyle adlandıran bir yazarın romanıdır, Hayal-i Celal.
Romanın merkezinde “evlilik” konusu var. Daha doğrusu, bir gencin yaptığı uygunsuz girişimlerin, bu yüzden toplumsal ilişkilerini ve saygınlığını yitirmesinin ve evlenmeye çalışırken farklı kesimlerce cezalandırılmasının hikâyesini okuyoruz. Bu çerçeve okura son dönem Osmanlı toplumunda geçerli evlilik uzlaşımları, toplumsal cinsiyet kodları ve kadın erkek ilişkileri hakkında çok ilginç bakış açıları sunuyor ve tek tek bireyleri suçlamanın ötesinde bu ilişkileri düzenleyen sistemi sorgulatıyor.
Kılıç, ağabey-kardeş arasındaki yazın ilişkisi hakkında ise şunları söylüyor: "Roman türüne ait eserler vermeleri ortak bir özellik. Ayrıca eserleri arasında açık bir süreklilik ilişkisini “züppelik” temasında buluyoruz. Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası romanında başkahraman Bihruz Bey üzerinden “alafranga züppe” tipinin en ünlü örneklerinden birini vermiştir. Bu romandan 23 yıl önce ağabeyinin yazdığı Hayal-i Celal’de ise Şeyda Bey karakterinde, pek alafranga olmasa da, züppe tipinin erken bir örneğini görebiliyoruz.