Ünlü şair Tagore’un “Bir köylü kılığı içindeki büyük ruh” dediği ve “Mahatma” adını verdiği bu adam, 2 Ekim 1869’da Hindistan’ın kuzeybatısındaki Porbandar’da doğar. On dokuz yaşında Londra Üniversitesi’nde hukuk okur. İlk mücadelesini avukat olarak gittiği Güney Afrika’da başlatır. Sanat tarihçisi Romain Rolland, “Mahatma Gandhi” adlı kitabında bir mücadele adamının dünyasına okuru davet ediyor.
Yirminci yüzyılın başlarında ilginç kişiliği, kendine özgü eylem tarzıyla dünyanın ilgisini üzerine çeken ve tarihe damgasını vuran Mahatma Gandhi hakkında pek çok kitap yazılmıştır. Bu kitaplardan biri de Fransız tiyatrocusu, romancı, deneme yazarı, sanat tarihçisi Romain Rolland’ın “Mahatma Gandhi” adlı kitabıdır. (Hece Yayınları, Eylül 2022) Kitabı Türkçeye Dr. Mehmet Yazgan çevirmiş. Mahatma Gandhi’ye dair yıllar önce okuduğum, çevirisini Engin Tonguç’un yaptığı Luis Fischer’nin “Emperyalizme Karşı Silahsız Savaşçı Mahatma Gandhi” adlı, harika anlatımlı kitabını da anmamız gerekir burada. (Varlık Yayınları, 2. Baskı, 1971)
“Gandhi, Avrupa’daki devrimcilerimiz gibi kanunların ve kararnamelerin yapımcısı değildir. O, yeni bir insanlığın yoğurucusudur” diyen Romain Rolland, onu şöyle betimler: “sakin, koyu renk gözleriyle cılız görünümlü, zayıf çehreli, kocaman ayrık kulakları olan, başında beyaz bir takke, kalın beyaz bir örtüye bürünmüş, çıplak ayaklı ufak tefek bir adam. Pirinç ve meyveyle besleniyor, sudan başka bir şey içmiyor, kuru yerde yatıyor, çok az uyuyup durmadan çalışıyor. Vücudu pek aldırış etmez görünüyor. İlk bakışta büyük bir sabır ve büyük bir sevgi ifadesinden başka yüzünde dikkat çeken bir şey yok. 1913 yılında onu Güney Afrika’da gören Pearson, François d’Assise’e (Aziz François’nın lakabı) benzetir. Bir çocuk kadar sade, hasımlarına karşı bile yumuşak ve nazik, lekesiz bir içtenliğe sahip biridir. Kendi kendisini yargılayacak kadar alçak gönüllü, çekimser görünüp ‘yanılmışım’ diyecek kadar titizdir. Asla hatalarını gizlemez, asla el altından iş çevirmez, kurnazlık düşünmez, laf cambazlığından kaçınır, hatta bunu düşünmez bile; atletik vücuduyla kendisini bir siper haline getiren arkadaşı Mevlana Şevket Ali olmadan, narin bedeninin ezilme riskini aldığı belirli günlerdeki popüler gösterilerden hiç hazzetmez. (…) İşte üç yüz milyon insanı ayağa kaldıran, İngiliz İmparatorluğu’nu sarsan ve insanlık politikasında yaklaşık iki bin yılın en güçlü hareketini başlatan adam!”
Ünlü şair Tagore’un “Bir köylü kılığı içindeki büyük ruh” dediği ve “Mahatma” adını verdiği bu adam, 2 Ekim 1869’da Hindistan’ın kuzeybatısındaki Porbandar’da doğar. 13 yaşında, kendisiyle aynı yaşta olan Kasturbai ile evlendirilir. (İleriki zamanlarda, nesil için bir bozulma nedeni olarak gördüğü bu çocuk evlilikleriyle mücadele eder.) On dokuz yaşında Londra Üniversitesi’nde hukuk okur. İlk mücadelesini avukat olarak gittiği Güney Afrika’da başlatır.
MODERN UYGARLIĞIN
KALBİ MAKİNEDİR
“Yaşayan her şey senin akrabandır”, “Modern uygarlığın kalbi (demir çağı: demir yürek) Makinedir. O canavarımsı bir puttur. Onu reddetmek gerekir”, “Ahlaki gücün kaba kuvvetten daha üstün bir güç olduğu gerçeği silahsız insanlar tarafından ispatlanacaktır”, “Mücadelemizin amacı tüm dünyayla dostluktur”, “Doğru yoldan sapmakta ısrar eden bir adam asla amacına ulaşamaz”, “Hindistan, insanlık için ölmeyi öğrenmeden önce yaşamayı öğrenmelidir”, “Tanrı insanı kendi emeğiyle yemeğini kazanması için yarattı ve çalışmadan yiyenlerin hırsız olduğunu söyledi”, “İnsanın aklını kimseye emanet etmemesi gerekir”, “İplik eğirin ve dokuyun”, “Yalnızca aşktır gerçek olan”, “Ekmeden önce tarlayı çapalamalı… Ve kötülüğü söküp atmalıyız”, “Maddi yaşamı dışa bağımlılıktan kurtarmak da bir anlam ifade etmez. Zihinleri kurtarmak gerekir”, “Tutarlı iradesi olmayan halkı gütmekten daha kolay bir şey yoktur”, “Ben kâin değilim, sadece pratik bir idealist olduğumu iddia ediyorum”, “Hindulara kendi dillerini ve kendi düşüncelerini unutturdular. Çocuğa millî bir aşağılık duygusu aşılıyorlar”, “Ölüm bütün acılardan insanı kurtaran bir dosttur”, “Bir devenin iğne deliğinden geçmesi, bir varlıklının cennete girmesinden kolaydır”, “Tekelden ve imtiyazlardan nefret ederim. Kütle ile bölüşülemeyen her şey benim için tabudur, hepsi bu!”, “Makinenin insanı özgürleştirmek yerine tutsak yaptığı bir uygarlık!”, “Her evde bir dokuma tezgâhı”, “Çıkrık şimdiye kadar yılın en az dört ayını boş geçiren milyonlarca insanımıza iş sağlayacak ulusal bir armağandır”, “Milyonlarca Hintli İngiliz fabrikaları yüzünden mahfoldular. Çoğu parya ya da paralı asker derecesine, hanımları fahişe durumuna düştü. Bu suçlu kumaşları günahsız giyemezsiniz”, “Bir ana hiçbir zaman ıslak bir yatakta yatmak istemez, ama bu hareketi çocuğuna kuru bir yatak sağlayacaksa buna seve seve katlanır”, “Hindistan yanan bir evdir. Bir ev yanıyorsa, herkese düşen yangını söndürmek için eline bir kova almaktır.”, “Kimse çağrına karşılık vermezse / Yalnız yürü, yalnız yürü” diyen Mahatma Gandhi’nin eylemi 1893’te Güney Afrika’da başlar ve 1914’te kadar sürer. 1914’ten 1948’e kadar Hindistan’ı 190 yıl sömüren İngiliz emperyalizmine karşı “Aktif Direniş” olarak adlandırılan bağımsızlık mücadelesini sürdürür.
YALIN BİR HAYAT SÜRER
“Aktif Direniş” sürecinde Mahatma Gandhi, önce halkını İngiliz emperyalimine karşı bilinçlendirir. Ardın “İşbirliğini Reddetme Hareketi” adı altında halkı örgütler. Ardından “İşbirliğini Reddetme Komitesi” şu kararları alır:
1,. Her türlü onursal unvan ve görevlerin bırakılması, 2. Hükûmet kredilerine katılmama, 3. Mahkemelerin ve hukuk adamlarının grev yapması; uyuşmazlıkların özel tahkim yoluyla düzenlenmesi, 4. Devlet okullarının öğrenciler ve aileler tarafından boykot edilmesi, 5. Anayasal Reform Konseyleri’nin boykot edilmesi, 6. Hükûmet tarafından verilecek kabul törenlerine ve her türlü resmî göreve katılmama, 7. Her türlü kamu ve askerlik görevinin reddedilmesi, 8. Swadeshi (ekonomik bağımsızlık) propagandası yapılması; yani programın olumsuz tarafından sonra yapıcı tarafı, yeni Hindistan’ın üzerine kurulacağı yeni düzen.
Mahatma Gandhi yalın hayatıyla, eylemi boyunca halkına örnek olur ve halkının yoğun sevgisini kazanır. Fabrikalaşmayı ve yabancı dokumaları boykot eder. Kendisi başta olmak üzere çıkrıkla yün eğirmeyi tüm ülkeye yaygınlaştırır. Yabancı kumaşları esaret simgesi olarak görüp yakılmalarını emreder. Bombay’ın Seigneurie Meydanı’nda ateşe verilmiş göz kamaştırıcı gündelik kıyafetlerden ateş yığınları oluşur. Bu boykotu hazmedemeyen İngilizler, evlerinde tezgâhlarda dokuma yapan Hintlilerin ilmik atan parmaklarını keser. Halkı hapishanelere doldurur. Yine de Gandhi ve halkı boykotlarını sürdürür. Gandhi’nin sarındığı örtüsü, atkıları, yatak takımları, mendilleri hep kendi dokuduğu khadi adı verilen kumaştandır.
ORUÇ VE İRADE GÜCÜ
İradesini güçlendirmek ve nefsini terbiye etmek için sık sık oruç tutan Gandhi, halkının kalbinde bir güç sembolü olarak yer eder. “Ne mutlu o insana ki halkını kendi içinde ete kemiğe büründürdü, mezara konulan halkını kendi bünyesinde diriltti!” demekten kendini alamaz Romain Rolland.
Romain Rolland bahsetmese de Mahatma Gandhi’nin belleklere kazınan diğer bir eylemi de “Tuz Yürüşü”dür. “Ülkenin en ağır yükünü taşıyan köylünün kullandığı tuz bile tekele, özel vergilere tabidir” diyerek “tuz yasasını” boykot eder. 12 Mart 1930’da yaşadığı köyden ayrılarak 78 arkadaşıyla birlikte güneye, denize doğru günde 12 mil yürüyerek 24 günde denize ulaşırlar. Gandhi o tarihlerde 61 yaşındadır. Günde iki üç kez mola veriyor ve bu molalarda halka: “Giyeceklerini bizzat dokumalarını, İngiltere’den gelen kumaşları almamalarını, afyon ve içki kullanmamalarını, küçük çocukları evlendirmekten vazgeçmelerini ve temiz bir hayat sürmelerini” içeren öğütler verir. Gandhi denize ulaştığında arkasında birkaç bin kişilik bir ordu oluşur.
Gandhi tuz aldığı kıyıdan birkaç mil uzakta, çadırında uyurken tutuklanır. Cezaevinde onu tartarlar: 5 ayak uzunluğunda ve 6 zoll ağırlığında olduğu kaydedilir. Gandhi cezaevinde olmaktan duyduğu sevinci şu sözlerle dile getirir: “Çok neşeliyim, nihayet uykusuzluğumun acısını çıkaracağım.”
Hintlilerin Hilafete ve Osmanlıya bağlılıklarından da söz eder Romain Rolland: “Avrupa’daki savaş Hindistan’daki Müslümanlarda ciddi bir vicdan sorunu oluşturmuştu. İmparatorluğa olan sadakatleri ile dinlerinin liderine olan bağlılıkları arasında sıkışıp kalmışlardı. İngiltere için, ancak ondan Sultan’ın veya Halife’nin egemenliğine saldırmayacağına dair söz aldıktan sonra karar vermişlerdi. Müslüman kamuoyu, Türklerin Avrupa Türkiye’sinde kalmaya devam etmeleri ve Sultan’ın, İslam’ın kutsal yerlerinin kontrolünü elinde tutmasını, Müslüman âlimler tarafından tanımlandığı gibi Mezopotamya, Suriye ve Filistin yerleşim bölgeleri ile Arabistan’ın egemenliğini muhafaza etmesini istiyordu. Lloyd George ve Hindistan Genel Valisi resmî taahhütlerde bulunmuşlardı. Savaş bittiğinde bu taahhütlerden hiçbiri kalmadı.”
3 Mart 1924’te Hilafet kaldırılır ve hemen ertesi günü Halife Abdülmecid Efendi başta olmak üzere 243 Osmanlı hanedan üyesi yurt dışına parasız pulsuz sürgün edilir.
Aslında Gandhi’nin eylemi salt İngiliz emperyalizmine karşı değil, Batı dünyasının gidişatına da yönelik bir eylemdir. O dünyanın yanlışlarını şu yedi maddede toplar: 1. İlkesiz siyaset, 2.Emeksiz zenginlik, 3. Vicdansız haz, 4. Niteliksiz bilgi, 5. Ahlaksız ticaret, 6. İnsaniyetsiz bilim, 7. Özverisiz ibadet.
İngilizler başka ülkeleri olduğu gibi Hindistan’ı da 190 yıl sömürür. “Bu sömürü siyasal bakımdan bizi köleleştirmiş ve kültürümüzü aşağılamıştır” diyen Mahatma Gandhi, mücadelesinin sonunda 15 Ağustos 1947’de ülkesini bağımsızlığa kavuşturur. Bu tarih Hindistan’ın “Bağımsızlık Günü” olarak ilan edilir.
30 Ocak 1948’de Yeni Delhi’de katilinin tabancasından çıkan üç kurşunla yüzünden hiç eksik etmediği gülümseme söner, kolları yana düşer. “Tanrım” diye fısıldar ve hemen ölür. Luis Fischer şunları der: “Gandhi öldüğü zaman, bütün hayatı boyunca olduğu gibi, hiçbir malı, unvanı, resmî görevi, akademik unvanları olmayan bir kişiydi. Buna rağmen bütün hükümetler –Rusya’nın dışında- ve bütün din büyükleri bu beyaz örtülü zayıf, esmer, 78 yaşındaki adamın önünde eğiliyorlardı. (…) Yoksul bir adam öldüğü için dünya biraz daha yoksullaşmıştı.”
“Her insan bir ırmaktır. Her halk bir nehirdir. Kurtuluş Denizi’ne ulaşıncaya kadar yataklarını temiz ve lekesiz olarak takip emelidirler ve orada hepsi birbirine karışacaklardır” diyen Mahatma Gandhi de böylece “Kurtuluş Deniz”ne kavuşur.