Son yıllarda unutulmuş kadın yazarları merkeze alan çalışmalar arda arda yapılmaya başlandı. Bu çalışmalar arasında feminist okumaları merkeze alanlar olduğu gibi dönemin ruhunu kavrayarak ortaya çıkarmaya çalışanlar da var. Feminist okumalar için özellikle Halide Edip üzerine çalışmış olan Ayşe Durakbaşa ve Osmanlı Kadın Hareketi üzerine çalışmış olan Serpil Çakır, Zafer Hanım ve Suat Derviş'i günümüz okuruna armağan eden Zehra Toska ilk akla gelenler. Dönemin ruhu içinde kadın yazarı anlamak üzerinden yapılan oylumlu incelemeler arasında ise Nazan Bekiroğlu'nun Şair Nigar Hanım monoğrafisi önemli bir yer tutar. Hülya Argunşah'ın Şukufe Nihal ve Sema Uğurcan'ın Makbule Leman çalışması dönemi de anlamaya yönelik çalışmalar. Cumhuriyet döneminde unutulmuş; ama günümüzde bir kadın araştırıcı tarafından adeta uzun kazılar sonucu yeniden gün ışığına çıkarılmış kadın yazarlar arasında talihi ve talihsizliği bir arada barındıran İslam aleminin ilk yazar kadını kabul edilen Fatma Aliye Hanım önce Mübeccel Kızıltan ve Tülay Gençtürk'ün emekleriyle çağdaş Türk okuyucusuyla buluştu ardından Fatma Karabıyık Barbarosoğlu'nun satırlarıyla bir roman kahramanı oldu. Feminist, Müslüman, sosyalist ya da milliyetçi... Üst kimlikleri ne olursa olsun kadınlar hemcinslerinin unutulmasına müsaade etmiyor. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın var sözüne bir yenisini eklemek mümkün: Her başarılı kadının arkasında birkaç kadın var. Zira yaptığımız araştırma her kadın yazarı unutulmaz kılanın başka bir kadın yazar/araştırmacı olduğunu gösteriyor. Dosyamızda, unutulmuş kadın yazarları, tekrar gündeme getiren araştırmacı ve yazarların kaleminden okuyacaksınız. Çalışmaları ve hayatı üzerine araştırma yapılan fakat bizim dosyaya dahil edemediğimiz bir çok isim var; İhsan Raif Hanım ve Emine Semiye gibi. Tespit ettiğimiz kadarıyla Zeynep Hanım, Ani Fatma Hanım, Fitnat Hanım, Şeref Hanım, Adile Sultan, Hubbi Ayşe Hanım, Sırrı Hanım, Nesibe Hanım, Saffet Hanım, Sıtkı Hanım, Şeref Hanım, Abdülhak Mihrünnisa Hanım, Şadiye Hanım, Leyla Saz da ilgi bekleyen edebiyatçılarımız arasında.
Osmanlı Kadın Hareketi denince akla gelen ilk isimlerden biri Ulviye Mevlan. 1913 yılında çıkardığı Kadınlar Dünyası dergisi için tüm maddi manevi varlığını seferber edip, derginin sahibi ve başyazarı olarak sorumluluk üstlenen Ulviye Mevlan, Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-u Nisvan Cemiyeti'ni de kurdu. Ulviye Mevlan ile ilgili bugüne ulaşan bilgilerin büyük çoğunluğunda Serpil Çakır'ın emeği var. Çakır'ın araştırmalarına konu ettiği bir diğer isim Nezihe Muhiddin. Kadınlar Halk Fırkası'nın kuruluşuna öncülük eden ve bir dönem Kadın Birliği'nin başkanlığını yürüten Nezihe Muhiddin'in külliyatı bugün Yaprak Zihnioğlu'nun hazırladığı “Nezihe Muhiddin/Bütün Eserleri” adıyla dört cilt halinde Kitap Yayınevi tarafından yayınlanıyor. Serpil Çakır'ın Ulviye Mevlan ve Nezihe Muhiddin başta olmak üzere bir çok yayınlanmış makalesi ve Metis Yayınları arasından çıkan "Osmanlı Kadın Hareketi", Sel Yayıncılık tarafından yayınlanan, Necla Akgökçe ile birlikte hazırladığı "Kadın Araştırmalarında Yöntem" isimli bir kitabı bulunuyor.
Serpil Çakır, geçmişte kadın hakları için mücadele verenler ile bugünün kadınlarının arasında bir bağ kurulması gerektiği görüşünde: "Kadınların, sadece Türkiye'de değil, dünyanın diğer ülkelerinde de, ezildiğini düşünen feminist bir araştırmacıyım. Kadınların tarihleri ve kültürleri unutturuldu yıllardır. Bu nedenle, günlük yaşam içinde kadınların ezilme ve direnme pratiklerinin açığa çıkarılması oldukça önemli. Ancak bu yolla, onları baskı altına alan maddi gerçeklik dönüştürülebilir. Bu gerçekliğin bir bölümü bugüne dairken, bir bölümü de geçmişte yer alıyor. Geçmişte de kadınlar sömürülüyor ve baskı altında tutuluyorlardı. Osmanlı toplumu da bugünden farklı değildi, ataerkil bir toplumdu. Ancak, o dönemde de, kendi dönemlerinin toplumsal şartları içinde baskılara itiraz eden, direnen, seslerini duyurmak için dergiler çıkaran, dernekler kuran, yazı yazan kadınlar vardı. Bu kadınlarla günümüzde yazan kadınlar arasında bir bağ kurulmasını önemsiyorum. Çünkü günümüzde erkek egemenliğine, erkek şiddetine karşı mücadele eden kadınların, geçmişte yaşamış kadınlarla bir ortaklık içinde olduğunu düşünüyorum.” Çakır'ın altını çizdiği bir diğer husus mücadelenin bugüne uzanan kazanımları: “Ulviye Mevlan, çıkarmış olduğu Kadınlar Dünyası dergisini kadın hakları mücadelesine adamış. Ama yüzyıl kadar varlığından ve çalışmalarından haberdar olamamışız. Nezihe Muhiddin'in ömrü, uzun süren dernek çalışmaları, başarısız olsa da bir kadın partisi kurma çabaları ile geçmiş. Kısa hikaye ve romanlarla geçimini sürdürmek zorunda kalmış. Akıl hastanesinde öldüğünde yanında kimse yokmuş. Tüm bu kadınlar kendilerine biçilmiş sıradan rolleri kabullenmek yerine, ağır bedelleri olsa da mücadeleye girmekten bir an bile kuşku duymamışlar. Uzak ya da yakın geçmişte olsun tüm mücadelenin sonuçlarından hepimiz çok yararlandık. Hayal edilenin gerisinde olsa da, eğitim alabildik, öğretmen, gazeteci, mühendis, milletvekili olabildik, aile ve vatandaşlık haklarımızı alabildik."
Zafer Hanım'a dair Osmanlı büyükelçilerinden Kabuli Paşa'nın eşi olması dışında bir bilgiye henüz ulaşılamadı. Zafer Hanım, Osmanlı'da yayınlanmış ilk kadın eseri olan Aşk-ı Vatan'ın yazarı olarak biliniyor. Zafer Hanım gibi unutulan bir diğer yazarımız Suat Derviş. Yazar Reşat Fuat Baraner'in eşi olan Suat Derviş, eşi ile birlikte Yeni Edebiyat Dergisi'ni yayınladı. 1944 tutuklamaları sırasında eşini sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi'ne katıldığı gerekçesiyle bir yıl hapse mahkum olan Suat Derviş'in önemli kitapları arasında Kara Kitap, Aksaraydan Bir Perihan, Hiçbiri sayılabilir. Zehra Toska, Zafer Hanım'ın Aşk-ı Vatan'ının ve Suat Derviş'in eserlerinin güncelleyerek yeniden yayınlanmasını sağlayan önemli bir araştırmacı. Toska bu eserleri günümüze kazandırmadaki rolü nedeniyle yaşadığı heyecanı şöyle anlatıyor:"Bu kitaplar her şeyden önce ortak bir heyecan ve çalışmanın ürünüdür. Burada hemen 1990 yılında kurulan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı'nı anmalıyım. Osmanlı kadınlarıyla ilgili her türlü bilgiye, belgeye ulaşmaya çalıştığımız o yıllarda kütüphaneye girenler arasında bizi en çok heyecanlandıran eser olmuştu Zafer Hanım'ın Aşk-ı Vatan'ı. 1877'de Osmanlı'da yayınlanmış ilk kadın eseriydi. Kırım Harbi'nde şehit ve esir düşen askerlerin ailelerine yardım amacıyla kaleme alınmıştı. Onun bu kez 1994'te Vakıf yararına yayınlanma hikâyesi bu şekilde olmuştur. Suat Derviş'e gelince: Onunla ilgili ayrıntılı bilgileri 1993'de Kültür Bakanlığı'nca düzenlenen ve benim de katkıda bulunduğum "Çağlarboyu Anadolu Kadınının 9000 Yılı" sergisi sırasında edindim. Onun güzelliği ve hakkında yazılanlar dikkatimi çekmişti önce. Bunca esere rağmen onun günümüzde Fosforlu Cevriye'sinin dışında hemen hiç bilinmiyor olmasına şaşırmıştım.
Bu unutuluşu eserlerinin harf devrimi öncesinde yazılmış olmasına bağlamıştım. Daha sonra Saliha Paker'le yaptığımız ortak bir çalışma sonuçu bunun bir unutuluştan çok bir siliniş olduğu ortaya çıktı. Günümüzde hatırlanışı ise siyasiydi. Baraner'in eşi olması nedeniyle anılıyordu daha çok. Bu ona karşı yapılmış büyük bir haksızlıktı. Eserlerini okudukça en başta onun o güzel Türkçesine hayran kalmıştım. Ne yazık ki günümüz okuru bu eserlerden habersizdi. Kara Kitap, Aksaraydan Bir Perihan ve hikâyelerinden bir derleme olan Hepimiz Birbirimizin Örneğiyiz'i bu duygularla yayınladım. Peşpeşe yayınlanan bu eserler amacına ulaştı sanırım. Suat Derviş'e olan ilgi arttı. Burada bu eserlerin ortaya çıkışında Aşk-ı Vatan'ı da yayımlayan Oğlak Yayınevi'nin duyarlılığını saygıyla anmak gerekir.” Zehra Toska, Zafer Hanım'ın kitabını bir bütünleşme duygusuyla çevirdiğini sözlerine ekliyor:“Aşk-ı Vatan'ı orijinaliyle bugünkü dile çevrilmiş metninin karşılıklı sayfalarıyla birlikte yayınladım. Bu benim ilk deneyimimdi. Kendimi Zafer Hanım'ın yerine koydum. Bugün yaşasaydı nasıl yazardı? Böyle bir bütünleşme duygusuyla çevirdim bu eseri. Heyecan verici bir yazma süreciydi. Suat Derviş'in ise kadınlık deneyimleriyle yazılmış eserlerinin yanısıra yaşam öyküsüyle de beni cezbettiğini söyleyebilirim. Sanırım her kadın onda kendinden bir şeyler bulacaktır. Ancak bedeline razı olup da böylesine dik yaşamayı seçmek... bu, ayrı bir cesaret işi olsa gerek."
Hazan Rüzgarları, Gayya, Su, Şile Yolları şiir kitaplarının yanısıra, Renksiz Iztırap, Çöl Güneşi, Yakut Kayalar, Yalnız Dönüyorum isimli romanları yayınlanan Şükûfe Nihal, Milli uyanış hareketi içinde de yer alan önemli yazarlarımızdan biri. Türk Kadınlar Birliği'nin kurucularından olan bu önemli kalemin izini süren ise Hülya Argunşah. "Bir Cumhuriyet Kadını Şükûfe Nihal"in yazarı olan Argunşah bu kitabı yazarak unutulmuş bir kadına hayatiyet kazandırmak istediğini belirtiyor. O kadınların kendilerine özgü bir edebiyat dili oluşturduklarına inanan Argunşah şunları söylüyor:"Şükûfe Nihal'i çalışmayı bir yazar kadının biyografisini ortaya çıkarmak için seçtim. Çünkü kadınların kendilerine özgü bir edebiyat dili oluşturduklarına inanıyorum. Kendi adıma yazarımda bunu görmek ve başkalarına da göstermek istedim. Yazarım ise eserlerinde kadın hassasiyetini sadece dil kullanımı açısından değil kurgusal anlamda da hissettiren özelliklere sahipti.”
Argunşah, Şükûfe Nihal'in hayatını araştırırken karşılatığı ve şaşırdığı ayrıntıları ise şöyle aktarıyor: “Şükûfe Nihal'i çalışmaya başladığımda elimde çok az bilgi vardı. Etrafındaki hayran kitlesine ve milletin geçiş döneminde önemli roller üstlenmesine rağmen bir huzur evinde, hayata kimsesiz veda edişi zihnimi çok meşgul etti. Sonra yakın bir zamanda vefat etmesine karşılık mezarının belli olmaması... Üstelik eserlerindeki bütün kadınlarına günlükler tuttururken neden geriye bana kendini anlatan hiçbir şey bırakmamıştı? Başlangıçta idealist bir Cumhuriyet öğretmenini bulacağımı düşünmüştüm. Ancak tablo okutulmadığı için intiharı deneyen bir genç kızdan, kadınlar üniversitesine giden ilk kadına; Millî Mücadelede İstanbul'da Anadolu lehine ajanlık yapan, Sultan Ahmet Mitinginde hitap eden bir vatanpervere ve Kadınlar Halk Fırkası kurucularından bir kadın hakları mücadelecisine doğru dönüştü. Tablo en sonunda yalnız Şükûfe Nihal'le tamamlandı. Ve ben o unutulmuş kadına bir hayatiyet kazandırmak, hayatının en güzel zamanlarının ışıltısı iade etmek istedim."
Sufi eğilimli bir yazar olan Samiha Ayverdi ise verdiği eserlerindeki mistisizmle edebiyatımızda ayrı bir yerde durur. Kubbealtı Cemiyeti ve Vakfı'nın kurucu üyesi olan Ayverdi, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul ve Yahya Kemal Enstitülerinde faal üyeliklerde bulunduğu ve 1966'da Türk Ev Kadınları Derneği'nin kuruluşuna ön ayak olduğu biliniyor. İlk romanı Aşk Budur'u 1938'de yayınlayan Ayverdi'nin, 'Batmayan Gün', 'İbrahim Efendi Konağı' ve 'İnsan ve Şeytan' adlı romanları geçmişi arayışının ürünleri arasında. Kubbealtı Neşriyatı Yayıncılık tarafından yayınlanan ve Samiha Ayverdi'nin hayatını konu alan 'Maveradan Gelen Ses' isimli kitabın yazarı Hicran Göze hayattayken tanıma imkanı da bulduğu Ayverdi'yi yazdıkça daha çok sevdiğini söylüyor:"Kadın yazarlar ile ilgili çalışmalar yapmamın en önemli sebebi bugün medyada reklam edilen kadınların mühim kadınları unutturmasıdır. Köşeleri tutanların Türk kadınını temsil ettiğine inanmıyorum. Örnek alınması gereken kadınların hatırlanmasını sağlamaktı benim amacım. Samiha Ayverdi benim yaşarken tanıştığım sohbet etme imkanı bulduğum bir yazardı. Mevcut kadın romancılardan çok farklıydı mistik bir yanı vardı. Onu tanıyordum ama yazdıkça daha çok sevdim."
Yenileşme döneminin Nigâr Hanım'la birlikte önemli şairlerinden biri olan Makbule Leman (1865-1898) da Tanzimat döneminin önemli edebiyatçılarından biri. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete'nin baş yazarlığını yapan Makbule Leman'ın şiirleri Makes-i Hayal adıyla bir araya getirildi. Sema Uğurcan'ın Doçentlik Tezi olan "Makbule Leman Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri" makale halinde Türklük Araştırmaları Dergisi'nde (1990, Nr.6, s. 331-408) yayınlandı. Sema Uğurcan Makbule Leman'ın unutulmasında en önemli etkinin Tanzimat üslubu ile yazması olduğu görüşünde:"Makbule Leman ile ilgili bir çalışma yapılmasını Tezer Taşkıran, Hocam İnci Enginün'e tavsiye etmiş, o da bana etti. Makbule Leman'ı araştırmama en önemli etken hemcins yakınlaşmasıydı. O öldüğünde ardından pek çok kadın ve erkek yazar, hakkında gazetelerde yazılar yayınlamış. Fakat sonra unutulmuş. Ben unutulmasında en önemli sebebin Tanzimat üslubu ile yazıyor olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Ardından zaten Halide Edip gibi bir kadın geliyor. O, Makbule Leman ile mukayese edildiğinde çok daha marjinal bir kadın. Makbule Leman erkeğin çizdiği dünyanın dışına çıkmıyor, boyun eğmiş bir kadın. Hayatı kısa geçtiğinden fazla eser vermemiş. Çalışmamı bitirdiğimde Makbule Leman ile bir duygu kardeşliği yaşadım. Empati duydum diyebilirim, sevgi de duydum. Hasta ama iradeli bir kadın gördüm onda. Hayata sarılan ve kaderin hükmünce erken ölen biri Makbule Leman."
Dünya çapında tanınan ilk kadın romancımz olan Fatma Aliye, edebi yaşantısına 1889'da George Ohnet'in Volonte adlı romanını Meram adıyla çevirerek başladı. Bu romanı "Bir Hanım" imzasıyla çevirdi. Muhadarat, Ref'et, Udi, Enin, Namdaran-ı Zenan-ı İslamıyan önemli kitapları arasında. Yazarın ilk kitabı olan Muhadarat bugün Emel Aşa'nın çevirisiyle Enderun Kitabevi'nce yayınlanıyor. Fatma Aliye'nin kitaplarını bugüne taşıyan bir diğer isim Tülay Gençtürk Demircioğlu. Enin ve Hayattan Sahneler'in çevirisini yapan Demircioğlu'nun ayrıca Mübeccel Kızıltan ile birlikte hazırladığı 'Atatürk Kitaplığı Fatma Aliye Hanım Evrakı Katoloğu' isimli bir çalışması bulunuyor. Fatma Aliye hakkında görüşüne başvurduğumuz Demircioğlu, O'nun cesur tarafına dikkat çekiyor:"Fatma Aliye Hanım Fransızcadan yaptığı bir çeviriye kendi adını koyamayıp "Bir Kadın" şeklinde imza attığı ve bu çevirinin bir kadın tarafından yapılamayacağına inanıldığı bir dönemde pek çok alanda kalem oynatmıştır. Beş tane roman yazmış, Udi adlı romanı Fransızcaya çevrilmiş, eserleri Amerika'da 1893 yılında Dünya Kadın Kütüphanesi Kataloğu'nda sergilenmiş, kadınların her bakımdan ilerlemesi için çalışmış aydın bir yazar. Eserlerinde genellikle Osmanlıdaki kadın sorunlarına eğilmiş, onların eğitim görerek toplumsal hayatta yer alabilmeleri, hukuki ve siyasi alanlarda kazanımlar elde etmeleri için çaba vermiştir. Eserlerinde kadın gözüyle evlilik, eşler arasındaki uyum, aşk ve sevgi kavramı, birbirini tanıyarak evlenmenin önemi gibi önemli konuları işlemiştir. Hatta Tanzimat döneminin "Kadınlar, eşlerine iyi bir eş olabilmek ve çocuklarını iyi yetiştirmek için eğitilmeli" şeklindeki yaygın anlayışına karşılık Levayih-i Hayat adlı romanında "Eğitim öğrenim ne için?" sorusuna kısaca "insanın kendisi içindir" cevabını vermiş bir romancımızdır. Bir kadın ve bir yazar olarak o dönemde bütün bunları söyleyebilmesini çok cesur bir yaklaşım olarak görüyor ve mücadelesini de takdire değer buluyorum."
Macar Osman Paşa'nın kızı olan Nigar Hanım, özel hocalardan edebiyat, Arapça, Farsça ve musiki dersleri aldı. Çok iyi piyano çaldığı ve sekiz lisanda konuştuğu biliniyor. Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem etkisinde şiir ve düzyazılar yazdı, çeviriler yaptı. Şiirlerinin bir bölümü "Uryan Kalp" takma adıyla Servet-i Fünun dergisinde yayınlandı. Hanımlara Mahsus Gazete'nin bir dönem başyazarlığını yaptı. 2. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Ardında, Efsus, Niran, Aks-i Seda, Safahat-ı Kalp, Elhan-ı Vatan isimli eserleri bırakan şair hakkında Nazan Bekiroğlu'nun, Aşiyan'daki hiç okunmamış günlüklerin tamamını okuyarak hazırladığı "Şair Nigar Hanım" isimli bir kitabı bulunuyor. Bekiroğlu Onu ve kitabını yazış serüvenini bakın nasıl anlatıyor: “Bir kadın şairin günlüklerinden hareketle bir monografi çıkarmaya kalkıştığınızda onun hem sırdaşı ve hem de çizilecek portresinde kalemi elinde tutan taraf oluyorsunuz. Böyle bir imkân, gerçeğin eksiksiz ve tarafsız olarak yansıtılması sorumluluğunu dayatır en başta ve bu sorumluluk en kuvvetli ivmedir aynı zamanda. Başlangıçta, onunla özdeşleşeceğim düşünülüyordu, ben de öyle zannediyordum. Ama beklenmedik bir şey oldu. Bir soğukkanlılık yitimi ve ben Nigâr Hanıma zamandan, mekândan ve cinsiyetten münezzeh bir biçimde âşık oldum. Nun Masalları'na aldığım Nigâr Hanım Sevgili hikâyesi bu bölünmenin hikâyesidir. Nigâr Hanım'ı o meşhur yaşmaklı fotoğraftan hatırlıyordum sadece. Bireysel, duygusal. Ama Nigâr Hanım Sevgili hikayesinde de vurguladığım gibi onun Osmanlı toplumumun felaket yıllarını yansıtan zihinsel bir dönüşümü de var. Balkan ve I. Cihan harbi yıllarında mitinglerde hamasi şiirler okuyan, askerlere yatak yorgan yetiştirme kampanyalarına katılan, nihayet Elhan-ı Vatan'ı kaleme alan da odur. Ve ölürken bu rüzgârla yüklüdür hayat yelkeni. İçimdeki fotoğrafın değişimini en fazla bu kadrajda hissettim. Acı ve güzeldi.”
Kadıköyü'nün Romanı, Ülker Fırtınası, Çölde Biten Rahmet Ağacı kitaplarının yazarı Safiye Erol'un Selma Lagerlöf'den 'Portugaliye İmparatoriçesi' ve La Motte- Foque'den 'Su Kızı' isimli tercümeleri bulunuyor. Yazarın en önemli eseri ise Ciğerdelen. Safiye Erol hakkında bilinen ilk edebi çalışmayı yapan Sevinç Ergiydiren onun mütefekkir yönüne dikkat çekiyor: Safiye Erol ile ilgili ilk çalışmayı benim yapıp yapmadığımı tam olarak bilmiyorum. Erol'un makalelerini derleyen Halil Açıkgöz ve bir Safiye Erol kitabı hazırlayan Mehmet Nuri Yardım'ın, Kazım Yetiş ve Sema Uğurcan'ın çalışmalarının benimkinden sonra yayınlandığını biliyorum. Safiye Erol edebi şahsiyetiyle olduğu kadar yaşayış ve düşünüşüyle de dikkatimi çekmiş bir yazardır. Herşeyden önce on üç yaşında Almanya'ya gönderilen yirmi yedi yaşına kadar burada kalan biri olarak Türkçeyi kullanış biçimiyle dikkatimi çekmiştir. Dikkatimi çeken diğer bir cephesi mütefekkir, düşünen bir dimağ oluşudur. Makalelerinde romanlarına nazaran daha belirgin olarak görülen mütefekkir yönünün en önemli özelliği ise, seksen yıllık çözülememiş batılılaşma projesine getirdiği özgün yaklaşımlardır. Batıda yetişmiş bir aydın olarak onun bu konuda yaptığı tahlil ve teklifler bu açıdan daha da fazla bir önem arzeder. Kendi kültür atmosferinden, ulusal şahsiyetinden hiç bir şey kaybetmeden modernist ve batılı nasıl olunur, bunu hem kendi hayatında, hem de yazdıklarında ortaya koymuş biridir.Yaptığım araştırmalardan çıkardığım sonuç; böylesine birikimli, birikimli olmakla kalmayıp kendini dünya çapında ama yerli bir aydın olarak geliştirmiş böylesi şahsiyetlere karşı ilgisiz kalışımızdır. Bu, belki de ilgisizlikten de öte, Tanpınar'ın kendisi için söylediği bir durumla izah edilebilir. Bilinçli bir sessizlik suikastı. Evet maalesef bizler kendi toprağımızın yetiştirdiği entelektüellere biganeyiz. Üstelik onların sadece birer entelektüel olmakla kalmayıp inandığı doğruları hayatlarına da geçiren mutasavvuf kimliklerini görmezden gelerek.
Araştırmalarımız sonunda gördük ki bir kadın yazarın hayatı, eserleri ve düşünceleri, bir çok kişi tarafından ele alınıp incelenmiş, siyasal alanda da etkinlik göstermiş olan ünlü romancımız Halide Edip Adıvar'ın... İnci Enginün'ün "Halide Edip Adıvar" isimli kitabı, Halide Edip ile ilgili en yetkin çalışmalardan biri. Kitap Toker Yayınları tarafından yayınlanıyor. İletişim Yayınları'ndan çıkan ve Ayşe Durakbaşa'nın kaleme aldığı "Halide Edip /Türk Modernleşmesi ve Feminizm" isimli kitap ise Halide Edib'in yönlendirdiği feminizm tarihini gözler önüne seriyor. Nazan Bekiroğlu imzalı, "Halide Edip Adıvar" da dikkatle okunması gereken bir biyografi. Güven Taneri Uluköse'nin yazarla ilgili Kastaş Yayınları arasından çıkan "Halide Edip Adıvar" isimli bir kitabı var, Hicran Göze'nin Boğaziçi Yayınları'nca basılan kitabının adı ise "Zor Yılların Kadını Halide Edip Adıvar". Yine aynı yayınevi tarafından yayınlanan bir diğer çalışma Gönül Ağbaba imzasını taşıyor.
Zeynep Hatun'la birlikte bilinen ilk kadın şairlerimizden olan Mihri Hatun (1460-1506) diğer divan şairi kadınlardan aşkı anlatımıyla ayrılıyor. Divanı 1967'de Moskova'da basılan şairi 'Türk Safo'su Mihri Hatun' kitabında anlatan Sennur Sezer, onun önemini yabancı kitaplardan öğrenmiş: Kadın erkek eşitliğine inanan bir kadın şairi tanımak ve tanıtmak için yola çıktım. Yolun sonunda gerçek bir şairle tanıştım. Mihri Hatun'un önemini ilk kez yabancıların (Dora D'İstari, Gibb) kitaplarından öğrenmenin de utancı içindeyim. Çalışmam başlangıçta yalnız Mihri'yi değil tüm şair kadınları kapsıyordu. Araştırdıkça kadınlar için yazılanların yalın katlığını farkettim. Bir başka deyimle tek gerçek kaynak şiirlerdi. Düşündüğümü gerçekleştirmek çok uzun sürecekti ama böyle uzun bir çalışmayı finanse edecek kimse de yoktu. Çaresiz ötekileri bırakıp Mihri'ye döndüm. Dönemini ve çevresindeki kişileri araştırdım. Divanının üç varyasyonunu yeniden yeniden okudum. Bir tür kazı. Ve onun için yazılanların yanlışlığını saptadım. Benim yaptığım çalışmanın doğruya/gerçeğe yakın bir kurgu olduğuna inanıyorum. Ve benim yazdığım Mihri'de kuşkusuz benden izler var.