Coşar Kulaksız. New Jersey Eyalet Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi almış. Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde yüksek lisans yapmış, Mimar Sinan Üniversitesi’nde sanatta yeterlilik programını tamamlamış. 2008 yılından bu yana Marmara Üniversitesi’nde “Fotoğrafın Güncel Sanatta Yeri” adlı dersi veriyor. Babası fotoğraf sanatçısı Halim Kulaksız ile beraber galeri DİFOART ve digital fotoğraf laboratuvarı DİFOLAB’u kurmuşlar. 18 Şubat’ta tarihinde de uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkardığı “Unuttuklarımızı Özlediğimiz Hatırladıklarımızdan Uzaklaştığımız Bir Oyun Bu” adlı fotoğraf sergisini açacak. Bu vesile ile biz de fotoğraf sanatçısı ve küratör Coşar Kulaksız ile bir araya geldik.
Babanız ünlü bir fotoğrafçı, siz de fotoğrafçısınız ama önce New Jersey’de ekonomi okumuşsunuz. Neden eğitiminizi bu yönde almayı tercih ettiniz ?
Fotoğrafçı bir aileden geliyorum, haliyle etkilenmemem mümkün değil. Lisede bir dergimiz vardı ve ben o dergide foto muhabirlik yaptım. Üniversite gazetesinde fotoğrafçılık yaptım. Amerika’da yirmi bin tirajlı ciddi bir gazeteydi.
Aile işlerimizi yürütmek için ekonomi okudum. Amerika’da sekiz yıl kaldıktan sonra, Marmara Üniversitesi’nde fotoğraf üzerine yüksek lisans yaptım. Daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde doktorayı tamamladım. Uzun bir süredir de Marmara Üniversitesi’nde fotoğrafın güncel sanattaki yeri adlı bir ders veriyorum.
Aslında ilk başta sergi değil, kitap projesiydi. Uzun yıllardır üzerinde çalıştığım “Geçici Heykeller Serisi” adlı bir fotoğraf serim var.
Bir şeyi nasıl hatırlamak istersek o bizim için öyle sabitleniyor. Nasıl unutmak istersek de öyle uçup gidiyor. O yüzden de geçici heykeller serisi fotoğrafları çekmeye başladım. Ben bu geçici heykellerle anlatmak istediğim şeylerin üzerine gitmeye karar verdim. Felsefi bir irdeleme yaptığım ve fotoğrafı kullanarak yaratmaya çalıştığım denemelerdi. Bir süre sonra kendimi ifade etme biçimi haline geldi. Bu dönüşüm sırasında da Binbir Gece Masalları’nı okudum.
Çok katmanlı ve bence dünyanın en önemli edebi eseri. Hem şiirsel hem de politik bir durum var ve bundan çok etkilendim. Fotoğraflarımı çekerken de altına bir iki tane cümle yazmaya başladım. Böylece şiir ve fotoğraflar bir araya geldi.
Fotoğraflarla bu şiirler bir araya getirme konusuna yoğunlaştım. Babamdan sonra hayatımda en önemli yere sahip olan, dünyaca ünlü grafik tasarımcı Bülent Erkmen’e başvurdum. Beraber çalıştık ve kitabın tasarımını da o yaptı. Kitap şiirlerimin fotoğrafik anlatımı oldu. Böylece yazıya ihtiyaç duymadan Bülent Bey fotoğraflarımla hislerimi aktarmak için bir tasarım yaptı.
Ben 120 kiloydum ve hayatımda bazı şeyleri değiştirme anının geldiğini hissettim. Kiloları vermeye değil, ne zaman ve niçin aldığımı bulmaya odaklandım.
Ne mide ameliyatı oldum, ne de havalı mekanlara gittim. Kendime dönmek zorunda kaldığım bu süreçte kırk yaşımda, kırk haftada, kırk kilo verdim. Sadece yürüyüş yaptım, beslenmeme dikkat ettim ve bakış açımı değiştirdim.
Kırk yaş birçok insan için bir eşiktir. Aynı zamanda tasavvufta 40 sayısı anlamlıdır. Siz tasavvuftan mı yola çıktınız ?
Mevlana’yı ve tasavvufu takdir eden biriydim. Ancak Şems ile tanışmam geç oldu. Kırk kuralı okumaya başladım. Şems bir kuralında der ki : “Doğu-batı, kuzey-güney ne yöne gittiğin önemli değil, her gittiğin yön kendi içinde bir yolculuktur. Kendi içinde yolculuk yapmayı başaran bütün evreni dolaşır.” Bütün bunların amacı kendi iç yolculuğumu başlatmak ve anlatabilmekti. Ben de fikrimi yaşatmak için bu kitabı yapmak istedim. Adım hatırlanmasa da üretebildiysem yaratıcı bir fikir o yaşasın diye.
“Unuttuklarımızı Özlediğimiz Hatırladıklarımızdan Uzaklaştığımız Bir Oyun Bu” buradaki fikri açar mısınız?
Bir şeyi anımsamak için fotoğraf çekiyoruz ve fotoğrafın özünde anımsama ihtiyacı yatar. Bir anı siliniyor hafızamızdan ve daha sonra hatırlamak için fotoğrafına bakıyoruz. Sonra tekrar unutuyoruz ve hatırlamak için tekrar bakıyoruz. Bu ne zaman istersek oynadığımız bir oyun. Ben de geçicilik kalıcılık meselesi üzerine bu başlığın uygun olduğunu düşündüm. Bütün her şey kalıcılık ve geçicilik üzerinedir. Fotoğraf da bu mesajı en keskin ve en hızlı biçimde veren yoldur.
Deneysel şiir yönteminde görsellik ve kelimeler buluşur. Mesela şair yol diye yazarken “”L” harfini uzayıp giden bir yola benzetir. Sizin fotoğrafla yapmak istediğiniz bu mu?
Fotoğrafın yaptığı şey de bu. O yolu şiirsel anlatabilmek, o tasvirin içine girebilmek. Bir şeyi tasvir edebiliyorsak kalıcı hale getirir ve fikir üretebiliriz. Tespit sadece o anı ve mekanı tanımlamaya yardımcı olabilir.
Kalıcı demeyeyim, daha uzun yaşayabilir. Çünkü dünyada yaşayabilen tek şey fikirlerdir. Çoğumuz bu modern dünyada kendimizi önemli zannediyoruz. Şems’in kurallarından bir tanesi şöyle der: “Herkes bir şey olmaya çalışırken, sen hiç ol, menzilin yokluk olsun, insanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan benlik zannı değil hiçlik bilincidir.” Boş olman lazım ki, içine sevgi ve bilgi alabilesin. Bir şeyleri abartmaya gerek olmadığını öğrendim. O yüzden maddiyattan ziyade hayatta odaklanmamız gereken en güzel şeyin iyi ve original fikirler üretmek olduğunu ve her şey gibi bunun dışında her şeyin yok olacağı bilinci ile yaşamak olduğunu düşünüyorum.
Bunu bir piramit gibi düşünürsek en alttaki zeminde sokak fotoğrafçılığı vardır. Zaten sokak fotoğrafçılığı yapmayan hiç kimse fotoğrafçı olamaz. Sokağa çıktığı zaman ne yapacağını bilmeyen birinin, normal fotoğraf çektiğinde başarı kazanabileceğini düşünmüyorum. Onun ardından fotojurnalizm geliyor. Sahaya çıkan fotoğrafçı konuyu anlatacak bir kare yakalamak zorunda. Ancak diyelim ki İstanbul’un çarpık yerleşimi ile ilgili kaygılarımı anlatmak istiyorum. Bir mahalle seçerim ve orada çalışırım. Bu nokta tespitten fazlası vardır. Artık konuyu kendi üslubunuza tasvir etmiş olursunuz. Bunun adı belgesel fotoğrafçılık olur. Sosyal medyada ise bir bombardıman var.
İlkokulda görsel eğitim dersi zorunlu hale getirilebilir. Bu sosyal medyadaki fotoğrafların neye göre güzel ve doğru olduğunun ayrımını yapacak bilgi gerekiyor.
İnsanların kafası karmakarışık. O yüzden en temelde insanlara bu eğitim verilmesi şart.
Sosyal medya kanalları yapısı itibariyle hızlı ve yoğun bir iletişim aracıdır. Sadece insanlarla iletişime geçirebildiğimiz bir platformdur ve öyle kullanılmalıdır. Bir işin kıymetini de beğeni ve takipçi sayısı değil tarihsel süreçler belirler.
İç ve dış dünya ile ilgili bir takım felsefi irdelemelerim var. Şunu fark ettim, hemen hemen herkes hayatı yatay görüyor ve fotoğrafların çoğu da hep yatay. Halbuki böyle bir kural yok. Ben de buradan yola çıkarak kendime bir ifade biçimi buldum. Daha dar ve panoromik olarak adlandırabilirim. Dik bakış açılarını, siyah ve beyazı seviyorum. Ancak renklere de karşı değilim.