
Behçet Necatigil’in sevdiğim bir dizesi var, yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi: Bir gün gelir bu yollardan / Şahit ister geçtiğime. Aynı yolun yolcusuyduk. Kara kavruktuk. Çay, tütün, tespih ve o tedirginliğimiz. Maça yenik başlayanlar taifesinin önde gidenleriydik. Yeni Şafak ocağında buluştuk. Var olanı dağıttık, yok olanı paylaştık. Maişet bir yandan, felek diğer yandan saldırdı, sabrettik, dayandık. Yılmadık. Dal budak feda ettik, yıkılmadık. Heyhat! Yol uzundu ve güzel dostlar yalan dünyada fazla eylenemiyorlardı. Biz ‘yalan’da kaldık birçok arkadaşımız gerçek âleme göçtü. Akif Emre, Nusret Özcan, Hamit Can, Mustafa Cambaz, Selman Cahit, Osman Akkuşak, Kadir Demirel, Ahmet Kekeç, Rasim Özdenören hatırladıklarım. Bu güzel insanlara Mevlâna İdris Zengin ve Asım Gültekin’i de ben ekliyorum. Hatırlayamadıklarım varsa helâllik isteyip cümlesine Mevlâ’dan rahmet diliyorum.


Ufarak hikâye: Beş çayı
Mehmet Şeker’le oturduk. “Benim kaplumbağa sorun çıkardı yine” diye şikayete başlayacakken, “Çay içelim” deyip kalktım. Çaylar enfes. Daha ikinci yudumda Nusret Özcan geldi. “Selâmünaleyküm, bana da çay lütfen.” Tekrar kalktım “Hemen” deyip. “Bir çay daha eklesene” diye sesleniyor arkamdan biri. Kim ola? Derbesiyeli Hamit Can bu. Elinde ceket ve kitaplar. Ocağa geçtiğimde, ‘gümüş’ sakallarını sıvazlayan Nusret abi davudî sesiyle mevzuyu açıyor: Şimdiii, efendim... O ara, “Hani bize yok mu?” diye ocağa sesleniyor Kadir Demirel. Oturmuş, gözlüğünü siliyor. Hangi ara geldi? Masadan yükselen ses şiirleşip tütün dumanına karışıyor. Uzaktan uzağa ikindi ezanı. Aaa, Mustafa Cambaz! Koşar adım dalıyor içeri. Sırtında çanta, elinde makine. Aniden durup, “Yaklaşın hele” diyor, “Fotoğrafınızı çekeyim. Beş çayı koyarız adını.”
Deklanşöre basıyor...

Göğüs istobu
Nusret Özcan’la İLESAM’da tanıştık, Yeni Şafak’ta kaynaştık. Aynı sayfaya haber hazırlayıp aynı manşet üzerine fikir yürüttük. Uzun sohbetler ettik. Kavgaya daldık, küs kaldık. “İyi bir göğüs istobu istiyorum” der, şehitlik dilerdi. Vakıf Gureba’da, son bakışını unutamıyorum. “Sen mi geldin Hakkı” demişti inleyerek. İyi bir göğüs istobu için hazırdı. Duâlarımız sana Gümüş Sakal.

Derbesiyeli...
Hamit Can, elinde çay ve tütün bir köşede olurdu. Düşünceli, efkârlı. Selâm verip yaklaşırdım. Sezai Karakoç’tan konuşurduk. Şiir, hikâye, kitap.. Söz bir ara futbola gelir, muhabbet koyulaşırdı. Bir gün gazetenin merdivenlerinde karşılaştık. Gülüyordu. “Kitabım çıktı” dedi, uzattı. Derbesiye Günleri!. Hem de imzalı. Sevinmiştim; Hamit abi gülüyordu!

İki madalyalı şehit!
Mustafa Cambaz’ı herkes severdi çünkü Cambaz herkesi karşılıksız severdi. Dertliyle ilgilenir, darda olana koşardı. Hep heyecanlıydı. Kedilerin ‘Mustafa’sıydı. Bir gün, “Maç var, kaybeden Sultanahmet’te köfteleri ısmarlar” dedi. Çoluk çocuk gittik sözleştiğimiz gibi. O kazanmış, hesabı da ödemişti! 15 Temmuz’da göğsünde iki madalyayla şehit oldu. Bize duâlarını eksik etme yiğidim!

Hepimizin Kadir abisi
Kadir Demirel, ‘ağabey’ tarifinin vücut bulmuş haliydi. Herkes onunlaydı. “Kadir abi şöyle, Kadir abi böyle.” Ne günlerimiz, akşamlarımız, iftarlarımız oldu. Mustafa Kaya’ya sorsak neler neler anlatır. Bir gün vefat haberini aldık. ‘Ağabey’ de bizi bırakmıştı. Buralarda bir yerlerde oturuyor zannederim hep. Yanına gidip danışmak, “Ne dersin Kadir abi” diye sormak isterim. Fakat...

Bir yalnız adam..
Osman Akkuşak, ağır ağır girerdi gazetenin kapısından. Herkesle ilgilenir, hatırını sorardı. Gelir, oturur, Enes Keskin arkadaşımıza yazısını okuyarak yazdırırdı. Tam bir İstanbul beyefendisi. Bir Yalnız Adam. Edebiyat muhitinin gediklisi. “Osman amca, sen anlat ben yazacağım” derdim, kısmet olmadı. Ömrünün son günlerine kadar gazeteyi terk etmedi. Sesi hâlâ yankılanır kulaklarda...
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.