Kovid-19 salgını ekonomiden sanata, spordan bayrama hayatımızın her alanını etkiledi. Yeni normal dünyanın gerektirdiği şartları sağlamak için alınan önlemler, Hacda da kendini gösterdi. Bu yıl Hac’a gidemeyenleri Hac Hatırası hesabının kurucusu Fatih Ketancı’nın arşivindeki onlarca belge, obje ve fotoğrafla bu kutlu yolculuğa çıkarıyoruz.
YENİ NORMAL TAŞLAMA
2020 yılının başından itibaren yaşadığımız felaketlerin şimdilik en büyüğü olan Kovid-19 salgını ekonomiden spora, sanattan turizme birçok alanda hayatı durdurdu. Bütün dünya yeni normal düzende hayata devam ediyor. Salgın nedeniyle Türkiye’den hacca gitmek isteyen binlerce insanın hayali gelecek senelere kaldı. Az sayıdaki hacı adayının görüntüleri ise hac ibadeti sırasındaki yeni normali gözler önüne serdi. Hacılara steril taşlar dağıtıldı, sosyal mesafeye uygun tavaf edildi, dezenfekte edilen seccadeler dağıtıldı, dualar maskeli dudaklardan döküldü, ihramdan sonra karantinaya girildi...
YOLUN BAŞI AYASOFYA
MÜBAREK AĞAÇ’IN ÖYKÜSÜ
Resulullah’ın çocukluğunda amcasıyla birlikte Şam’a giderken kullandığı, daha sonra hac yolu olarak da kullanılan antik Roma yolunun geçtiği çölde bir tek ağaç yaşıyor. Bunun, Peygamber Efendimiz dokuz-on yaşlarında iken gölgesinde dinlendiği ağaç olduğuna inanılıyor. Ürdünlüler’in yaşayan son sahabe olarak gördükleri ve Mübarek Ağaç dedikleri bu ağacın hikayesi de hesabın ilgi çekenleri arasında. Urfalı Gaffar Tunç’un kutsal topraklardaki tünel kazasında yaşadıkları ise tebessüm ettiriyor. Kaza sonrası kendine geldiğinde Cihat Hastanesi’nin morgunda gözlerini açan Tunç, loş ışık altında kefene sarılı haldeydi. Yaralı haliyle dikişleri söküp kefenden çıktı. Morg görevlisinin korkup kapıyı kilitlemesiyle bir süre içerde kaldı. Gürülteye koşan diğer görevliler ise Gaffar Tunç’u temizleyip giydirdi. Gaffar bey o kefeni evindeki sandığında sakladı ve ne zaman konu açılsa morgta ayağına takılan numarayı gösterdi: “Ben 811 numaralı ölüyüm.”
Kalaslar üzerindeki otobüs
Dünyanın farklı bölgelerinden karayoluyla hacca gelenler arasında Türkiye’den gelen otobüsler özellikle göze çarpıyordu. Bekleme alanında gelin gibi süslenen otobüsler Türk hacıların yerini hemen belli ediyordu. Otobüs hatıralarının hepsi böyle neşeli değil. Kara yolunun en zahmetli zamanlarını yaşayan hacı adayları, yolculuk boyunca yanlarında getirdikleri kalasları çıkartıyorlardı. Tahta kalasların yardımıyla çölde kuma saplanan araçları kurtarma çalışmaları günlerce sürebiliyordu.
Çölün acemisi Türk hacı adaylarının Kabe yolundaki çileli maceraları, yıllar sonra tatlı birer hatıra olarak kalıyor. 1963 yılından kalan bir gazete haberi ise deveden otobüse geçişi anlatıyor: “Şimdilerde otobüs devenin yerini aldı. Artık daha hızlı, rahat ve güvenilir bir ulaşım imkanı sunuyor. Yine de bu günlerde Mina’da deve kervanları hız açısından otobüsleri yenmektedir.” Otobüs ve develerin yanı sıra gemiler de hacı adaylarını kutsal topraklara ulaştırırmış. Yolda balina gören, vefat ettiğinde demir tabutta suya bırakılan hacı adaylarının hikayelerini Hac Hatırası’nda okuyoruz. Hatta 50’li yıllarda Azerbaycan’dan hacca gitmek için ayrılan dedeleri gemide vefat edince demir tabutla suya bırakılan aile, “balığın yuttuğunun torunları“ olarak anılmış. Baharda yola çıkıp yazın dönülen hac yolculuklarından bugüne kadar yaşanan değişimi okumak da mümkün.
Dürbündeki kutsal topraklar
- Stereoskopik dürbün ve gözlükler birçok kişinin çocukluk hatıralarını canlandıracaktır. Hacla özdeşleşen bu alet sayesinde büyükler hac özlemini giderirdi. Dürbün içerisindeki filmler sayesinde şaşkınlığa kapılan küçükler ise sinemaya benzer bu deneyimi hafızalarına kazıyordu. Kimi evlerin duvarlarını süsleyen resimlerin önemli örnekleri de hacılar sayesinde ülkemize taşındı.