Mustafa Tahralı’nın “Çağ ve Hakikat René Guénon’dan Seçme Makaleler ve Yorumlar” kitabı sadece Guénon okurları için değil, bu önemli fikir ve düşünce adamını ilk kez okumak isteyenler için de önemli bir kaynak. Tahralı, 50 yıl önce Paris’te doktora öğrencisiyken ismini duyduğu René Guénon’un (Abdülvâhid Yahyâ) kitapları, hayatı ve eserleri üzerine yaptığı incelemeleri toplayıp makale ve kitaplarından yaptığı çevirilerle kıymetli bir çalışmaya imza atmış. Tahralı hocayla kitaptan yola çıkarak Guénon’u konuştuk.
1967’de Nisan ayının ilk günlerinde Paris’e inmiştik. Hemen Fransızca öğrenmek için Alliance Française dil okulunda derse başlamıştık. 1967 yılının son veya 1968 yılının ilk aylarında Paris Câmii seminer odalarının birinde Prof. Muhammed Hamîdullah’ın dil öğrenmekte olan doktora talebelerine mahsus sohbet-konferansları olduğunu arkadaşlarımız haber verdiler. Bu seminer-konferansların ilkinde idi sanırım, hoca Avrupa’da entelektüel müslümanların René Guénon’un (Abdülvâhid Yahyâ) eserlerini okuyarak İslâmiyet’e, İslâm tasavvufuna ve özellikle İbn Arabî’ye ilgi duyduklarını ve tasavvuf yoluyla İslâm’a girdiklerini söylemişti. Konferans sonrası hocadan bahsettiği yazarın ismini yazmasını rica ettim, çünkü tam olarak ismi öğrenememiştim. Hoca tahtaya René Guénon ismini yazdı. Teşekkür ederek not ettim. Modern Dünyanın Bunalımı’nı bulup okumaya başladım, anlamaya çalıştım. O öğrenim yılında Şark Dilleri Okulu’nda Arapça derslerine yazılmıştım. Sınıf arkadaşlarım arasında Hamid Valsan isimli bir öğrenciyle tanıştım. R. Guénon’dan ve okuduğum kitabından bahsettim. O, daha başka eserlerinin olduğunu söyledi. Anlamını tam belirleyemediğim “tradition” vb. kelimeleri konuştuk. Müslüman birkaç arkadaşıyla tanıştırdı. Daha sonra, bir Şâzelî halîfesi ve Guénon ekolüne mensup mühim bir şahsiyet olduğunu öğrendiğim babası ile tanıştırdı. R. Guénon’un mânevî kurucusu olduğu Revue des Etudes traditionnelles’in müdürü idi ve İbn Arabî, Sadreddin Konevî, Kâşânî gibi büyük mutasavvıflardan tercümeler yapıyor ve bu dergide yayımlıyordu. İşte böylece ilk defa M. Hamîdullah hocadan duyduğum bir isim, benim Guénoncu müslümanlarla tanışmama vesîle olmuş ve tasavvuf dalında başladığım doktora çalışmalarımda bana yepyeni bir çevre ve ufuk kazandırmıştı. Daha sonraki yıllarda Martin Lings’in Fransızcaya tercüme edilen Yirminci Asırda Bir Müslüman Velî adlı kitabından da çok istifâde ettim. Yazarı, Guénoncu ekolün bir başka koluna mensuptu. Merhum Hamîdullah hoca birçok Türk öğrenciye doktora çalışmalarında yol gösterici ve yardımcı olmuştur. Allah gani gani rahmet eylesin.
Peyâmi Safâ’nın René Guénon’un hangi eserlerini okuduğunu kendi kitaplarından araştırıp inceleyemedim. Ancak onun Fâtih-Harbiye romanı ve Doğu-Batı Sentezi başlıklı makālelerden meydana gelen eserinden hareketle 1920-1950 yılları arasında Batı düşüncesini, Batı’daki fikir tartışmalarını yakından tâkip ettiğini bir tahmin olarak söyleyebilirim. Bu konuda Türk basınındaki dergi, kitap ve gazeteleler incelenecek olursa sorunun cevâbını bulmamız mümkün olacaktır sanırım. Batıda yaygın olan pozitivist, laik, sosyalist-komünist, materyalist, modernist vb. akımlar müslüman Türk aydınları üzerinde de etkili oluyordu. Fransa’da bu durum “1968 Öğrenci Hareketleri”yle son noktasına ulaştı. Üniversite mensupları, aydınlar ve hareket içindeki öğrenciler “batı medeniyeti” krizinden bahseder olmuşlardı. Kitaplar yazılıyor, paneller ve konferanslar veriliyordu. Bu hava orada bulunduğumuz 1973 yılına kadar ve sanırım sonraki yıllarda da yankılarını, etkilerini sürdürdü. Türkiye Batı’nın bu “entelektüel” tartışmaları yakından tâkip edemedi. Sebebi de şu olabilir: Türk aydınları, siyâsîleri, fikir adamları XIX. yüzyılın başlarından îtibâren bir “batılılaşma” gayreti içinde idiler. Onların esas meselesi “Nasıl daha süratle ve daha mükemmel olarak batılı olunabilir?” sorusuna cevap aramaktı. Onun için sanıyorum, Batı’da söz konusu edilen Doğu’nun hikmetini, irfânını araştırmak, Doğuya yönelmek, bir doğulu olan bizlerin meselesi olamazdı. İşte bundan dolayıdır ki, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi batının büyük ülkelerindeki fikir adamları ve aydınların tartıştıkları Doğu-Batı meselesi ve Batı medeniyetinin krizi bizim görüş ve düşünce alanımıza girmemiş, Yahyâ Kemal, Peyâmi Safâ, Hilmi Ziya Ülken, Ali Fuat Başgil, Sâmiha Ayverdi, Necip Fâzıl, Nurettin Topçu, Cemil Meriç vb. entelektüellerimiz dışında, genel olarak bu konuda pek kalem oynatan olmamıştır. Elbette bu isimlere daha başka isimler de ilâve edilebilir. Mesele R. Guénon’un adını duymak veya eserlerinden haberdar olup olmamak değil, Guénon’un sözünü ettiği “metafizik”ten, “tradition”dan yani “din ve tasavvuf”tan haberdar olmaktır. Adını zikrettiğimiz bu yazar ve mütefekkirlerimizin yanında, adı anılmayan, ama bu konuda çok büyük katkısı olan birçok “adsız” düşünürün, yazarın, münevverin ve “ârif”in var olduğunu da söylemek gerekir.
Rahmetli Hilmi Ziya Ülken hocamızın çok okuyup yazan bir üniversite hocası olarak İslâm düşüncesi ve felsefesi konusunda eserler verdiği, Batı düşüncesi, batıdaki düşünce hareketlerini yakından tâkip ettiğini görüyoruz. O da diğer üniversite hocalarımız ve aydınlarımız gibi, genel “batılılaşma” çabası içinde bulunuyordu. İslâm felsefe ve düşüncesine de vâkıf olduğu için yeri geldikçe bizlere yararlı olacak tespitler yapıyordu. Onun çalışmalarında her ne kadar Batı ön planda görünüyor ise de Doğu’ya, İslâm düşüncesine karşı kayıtsız kalmamıştır. Ergun Göze’nin köşe yazıları ise Guénon’un varlığından haberdar edicidir.
Burada müslüman olan yazarların isimlerini verebilirim. Michel Vâlsan, Titus Burckhardt, Frithjof Schuon, Martin Lings, Leo Schaya, Michel Chodkiewicz, Roger Deladriere, Gérard Leconte, Stephane Ruspoli vb. daha pek çok kişi. Ayrıca hıristiyan, yahûdi, Hindistanlı, Pâkistanlı, Rus vs. çeşitli din ve bölgelerden birçok yazar. “Guénon rüzgârı” bâzı kimselerin müslüman olmasına vesîle olduğu gibi, bâzı modern kimselerin de kendi “tradition”larına yâni kendi “din ve tasavvuf”larına dönmelerine sebep olmuştur. Onun için ‘Guénon rüzgârı’ zamanla bütün dünyâyı ilgilendirmiştir, hâlâ da ilgilendirmektedir diyebiliriz.
1930 da Kāhire’ye yerleşmesi onun fikirlerinde bir değişmeye sebep olmamıştır. İlk yazdığı yazıdan îtibâren vefâtına kadar aynı temel düşüncelere sâhip olmuştur. Bunu kendisini yakından tanıyan, eserlerini okuyan kişiler söylemektedirler. Kendisinin gündelik hayâtında bir değişiklik olduğu bir gerçektir. Müslüman bir eşle evlenmiş, biri vefâtından sonra doğan dört çocuğuna müslüman adlar vermiş, mensûbu olduğu Şâzelî tarîkatinin toplantı ve zikirlerine katılma imkânını bulmuştur.
Ortak nokta İslâmiyet’i ve tasavvuf yolunu seçmiş olmalarıdır dersek daha doğru olur. Çünkü kendisiyle görüşen ve dostluğu olan kimseler arasında mutlaka başka tarîkatlerden ve ülkelerden olanlar da vardır. Şâzelî tarîkatine mensup olanların isimlerinin ön planda olması Mısır, Tunus, Cezâyir ve Fas’ta Şâzeliğin daha yaygın olmasıdır diyebiliriz. XX. yüzyılın ilk yarısında Şâzelî kâmil mürşitlerin var oluşu ihtidâ ve intisap konusunda onların ön planda rol almalarına vesîle olmuştur diyebiliriz. Necmeddin Bammat, Abdülhalim Mahmud gibi, çeşitli müslüman dostları ve ehl-i tarik arkadaşlarının yazıları ve Guénon’un onlara yazdığı mektuplar incelenirse, o zaman Guénon’un, (Abdülvâhid Yahyâ) nın tasavvufî muhit ve düşüncesini daha iyi tanımış oluruz.
Hatâ denemez, zîra bu tercümeleri yapanlar yabancı dili elbette biliyorlardı, yoksa böyle bir işe girişmezlerdi. Guénon’un kitapları mütercimlerin bildikleri, alışık oldukları bir terminoloji ile yazılmış değildi. Sözlükler onun terminolojisini yeterli olarak açıklayamazdı. Hint, Çin,İslâm, Hıristiyan vb. bütün tasavvuf düşüncelerinden bahsediyor ve bunu, kelimelere yeni anlamlar yükleyerek yapıyordu. Bir kitabını tercüme etmek isteyen önce en azından birkaç kitabını anlayarak okumalıdır. Guénon bir kelimeyi ne anlamda kullandığını bir makālesinde veya başka bir eserinde açıklamaktadır. Kendisinin bir müslüman ve Şâzelî dervişi mutasavvıf olduğu bilindiğine göre, tercüme yapanların Türkçemizdeki tasavvuf ve tarîkat terimleri hakkında yeterli bir bilgisi olması gerekir. Tasavvuf alanında kullandığı dil ve terimler ise İbn Arabî ekolünün terminolojisi ve buradan Fransızca’ya adapte edilmiş yeni terimlerdir. Ayrıca bâzı mütercimlerde görülen modern Türkçe kullanmayan, tabiî Türkçe ile yazan ilim, fikir, tasavvuf araştırmacıları ve aydınlar daha sağlam ve sağlıklı tercümeler yapabilirler diye düşünüyorum. Elimizdeki tercümeler bâzı kusur ve yetersizliklerine rağmen yine de çok faydalı olmuştur.
Guénon (Abdülvâhid Yahyâ) müslüman bir mutasavvıf olduğuna göre, okurlarımızın İslâm ve İslâm tasavvufu hakkında mümkün olduğunca yeterli seviyede bilgi edinmeleri Guénon’u anlamayı ve tercüme etmeyi kolaylaştıracaktır.
İslâm ve tasavvuf hakkında sağlam ve sağlıklı bir bilgiye ulaşanlar Guénon’un modern dünya tenkidini, eleştirilerini daha isâbetli ve doğru değerlendireceklerdir diye düşünüyorum.