Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'nın (EBRD) Enerji Verimliliği ve İklim Değişikliği kıdemli müdürü Adonai Herrera-Martínez, Türkiye'de ilkim değişikliğinden en çok Güney ve Güneydoğu bölgelerinin etkileneceğini söylüyor. Martínez,"Tarım sektörünün darbe alması özellikle Türkiye’nin gıda üretimini ve gıda güvenliğini tehdit edebilir. Buna bağlı olarak kırsal kesimin kalkınması daha da zorlaşır ve kırsaldan şehirlere göç artabilir" diyor.
Gerek Türkiye'de gerekse dünyada mevsim normalleri üzerinde seyreden hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlar, ekolojik sistemde yaşanan bozulmayı tekrar gündeme getirdi. Ortaya atılan felaket senaryoları, iklim değişikliği konusunda pek çoğumuzun aklında soru işaretleri bıraktı. Biz de bu hafta Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'nın (EBRD) Enerji Verimliliği ve İklim Değişikliği kıdemli müdürü Adonai Herrera-Martínez ile bir araya geldik. Herrera-Martínez, 21. yüzyılın en önemli küresel probleminin iklim değişikliği ve yoksulluk olacağını söyleyerek ülkeleri birlikte hareket etmeye çağırıyor. İklim değişikliğinden Türkiye'de özellikle Güney ve Güneydoğu bölgelerinin etkileneceğini söyleyen Martínez, "Bu bölgeler iklim değişikliğine karşı oldukça hassas. Su ve toprağın iklim değişikliğinden kötü etkilenmesi sonucunda tarım sektörü darbe alacak. Tarım sektörünün darbe alması özellikle Türkiye’nin gıda üretimini ve gıda güvenliğini tehdit edebilir. Buna bağlı olarak kırsal kesimin kalkınması daha da zorlaşır ve kırsaldan şehirlere göç artabilir" şeklinde konuşuyor.
İklim değişikliği küresel bir problem. 21. yüzyıldaki en büyük sıkıntıyı yoksulluğu giderme ve iklim değişikliği konusunda yaşayacağız. Küresel ısı artışı riskini azaltabilmek için tüm milletlerin birlikte çalışması ve en çok risk altında olan bölgelerin adaptasyonunu sağlamak için iş birliği yapılması gerekiyor.
Evet...Bu bağlamda, Paris Anlaşması 196 milleti bir araya getirip bu sorunun daha iyi bir şekilde tanınmasını sağlamalıdır. Yerküre ısısının iki derece daha yükselmesini engellemek için herkesin birlikte çalışması gerekir. Bu bir dönüm noktası olacaktır.
Geçtiğimiz Haziran ayında ABD Başkanı Donald Trump, Paris Anlaşması'dan çekildiğini duyurmuştu. Bu anlaşmanın ülkesinin aleyhine olduğu ve diğer ülkelerin de ABD'ye karşı ekonomik avantaj sağlamasını gerekçe göstermişti. Diğer ülkelerde bu duruma tepki göstermişti...
Paris Anlaşması'na katılan imza sahibi taraflar, bu sorunu ele almak için 2025 yılına kadar her yıl 100 milyar ABD Doları finansal destek sağlayacaklarını taahhüt ettiler. Geçmiş hatalardan ders çıkartarak ve aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla, her milletin kendi kapasitesi doğrultusunda Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı’sını ortaya koyarak Paris Anlaşması’nın değişimi sağlaması amaçlanıyor. Bu nedenle bu anlaşma oldukça önemli.
Öncelikle anlamamız gereken şu ki iklim değişikliği, "Ortak varlıkların trajedisi"ne en açık örnek olduğudur. ‘Ortak varlıkların trajedisi’, tüm insanlığa ait olan ortak alanların bireyler tarafından aşırı kullanılarak halkın geleceğini tehdit etmesidir. İklim değişikliği örneği de ekonomik kalkınma adına aşırı sera gazı emisyonları ve aşırı tüketimin tüm dünya için felaket getiren sonuçlar doğuracak. Bu sonuçlar da en az gelişmiş ülkeleri etkileyecek. Az gelişmiş ülkeler iklim değişikliği etkilerinden daha çok etkilenecek. Bu nedenle taraflardan birinin bile emisyonları azaltamaması veya kontrol altına alamaması tüm tarafların iklim değişikliği ile mücadelesinin başarısız olmasına sebebiyet verecektir.
Su kaynakları risk altında bir Akdeniz ülkesi olarak Türkiye, özellikle de Güney ve Güneydoğu bölgeleri, iklim değişikliğine karşı oldukça hassas. İklim değişikliğinin bazı potansiyel etkileri şöyle olacaktır: Sıcaklığın güçlü iniş çıkışları ve artan yaz sıcakları, neredeyse tüm coğrafyada yağışın azalması, yüzey ve yeraltı sularının yok olması, kuraklığın sıklıkla tekrarlanması, arazi kaybı, erozyon ve seller. Bunların ekonomiye, topluma ve halk sağlığına etkisi büyük olacaktır. Belki de en büyük tesir, su ve toprağın iklim değişikliğinden kötü etkilenmesi sonucunda tarım sektörünün darbe alması olacak. Tarım sektörünün darbe alması özellikle Türkiye’nin gıda üretimini ve gıda güvenliğini tehdit edebilir. Buna bağlı olarak kırsal kesimin kalkınması daha da zorlaşır ve kırsaldan şehirlere göç artabilir.
Danimarka, İngiltere, İsveç ve Belçika bu konuda en başarılı ülkeler arasında sayılabilir. Aşağı yukarı söylemek gerekirse, iklim değişikliği ile mücadelede ana performans göstergelerini karbondioksit salımı, enerji yoğunluğu ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin yaygınlığı olarak sıralayabiliriz. Bu ülkeler, iklim değişikliğine yönelik politikalar geliştirmeye erken başladıkları ve yeni iklim ekonomisi anlayışıyla ekonomik büyüme ve sera gazı salımını birbirinden ayırmaya çalıştıkları için en yüksek performansı gösteriyorlar.
Türkiye’de özellikle sürdürülebilir enerji konusunda muazzam adımlar atıldığını görüyoruz. Özellikle son 5 yıl içide rüzgar enerjisinde ciddi atılımlar gerçekleşti. Türkiye aynı zamanda jeotermal enerji yani yenilenebilir enerji açısından da en hızlı gelişen ülkelerden biri. Yerel ticari bankalar aracılığıyla küçük ve orta ölçekli projeler sayesinde sera gazı salımı tasarrufu yapıldı ve Türkiye'de yılda şu an 4 TWh temiz enerji üretiliyor.
Devletin yasalar ve politikalar aracılığıyla gösterdiği çabanın dışında, bireylerin ve şirketlerin de katkıları oldukça önemli tabii. Gündelik hayatımızda yaptığımız her şey atmosfere sera gazı salıyor. Dolayısıyla, yaptığımız her şeyde küçük değişiklikler yaparak (kullandığımız suyu israf etmemek, kullanmadığımız zamanlarda elektrikli aletleri kapatmak, toplu taşıma araçlarını kullanmak) ya da nasıl yaptığımızı değiştirerek (yüksek verimliliği olan ampuller kullanmak, malzeme kullanımını en aza indirmek, atıkların geri dönüşümünü sağlamak) olumlu katkıda bulunabiliriz. Bireylerin üzerine düşen en önemli görev, toplumda iklim değişikliğine olan farkındalığı artırma ve buna göre bireylerin alışkanlıklarını değiştirmesini sağlamak olmalıdır. Bireylerin hayatında yapacağı küçük değişikler, kitleler halinde yapıldığında ülkenin hem karbon ayak izini düşürecek hem de ekonomiye katkıda bulunacaktır.
Hepsi için aynı şeyi söylemek mümkün değil tabii. Şirketler için en önemli adım, üretim sürecinde enerji ve kaynak verimliliğini artırmaktır. Diğer yeşil ekonomi projelerinin yanı sıra, bu tarz prolerde biz oldukça faal olarak çalışıyoruz. Geçen yıl Türkiye'nin önemli çatı petrol şirketlerinden birine enerji verimliliği projeleri için finansman sağladık. Ayrıca, Türkiye’deki cam geri dönüşüm sektörünün sanayileşmesinde öncü olmak amacıyla da çalışmalar yapıyoruz.