
Mustafa Uğur Karadeniz’in Ketebe Yayınları arasında çıkan İslam Sanatlarında Estetik kitabı “Güzeli Anlamak” alt başlığı ile çıktı. Kitabın merkezinde güzeli anlamak var. Geniş anlamda ise elbette Yaratıcı’yı anlamak meselesi var.
“Gönüller yapmağa” gelen gönül adamlarının anayasalarında yer alan ve hiç değişmeyen ilk üç madde şöyledir:
1.Allah vardır
2.Resûlullah vardır
3.Celâl içre cemâl vardır.
Bu üçüncü maddenin gerekçesinde şu satırlar vardır: Hayatın sıkıntıları ile güzellikleri, kahır kasırgaları ile lütuf meltemleri iç içedir. Dikkat ile bakan göz, gülün yanında dikeni, dikenin yanıbaşında gülü görür. Bu gerçeği en güzel şekilde ifade eden gönül erlerinden biri ise Malatyalı Niyâzî-i Mısrî’dir:
Cemâli zâhir olsa tîz celâli yakalar ânı
Nerde bir gül açılsa yanında har olur peyda
Gönül gözü açık olanlar hayatın bütününe bu gözle baktıkları için onların defterinde umutsuzluk,,karamsarlık gibi hastalıklar yoktur. Gülle buluşurken dikeni görür, şımarmaz. Dikenle tanışırken gülü müşahede eder kararmaz.
ZOR GÜNLERDEN GEÇERKEN
Uğur Derman Beyefendi’yi düşünürken bu hakikat aklıma geldi. O 1935 de Bandırma’da dünyaya geldiği zaman Osmanlı kültür sanat ve medeniyetinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Kültürümüzün kalbini ve kalıbını meydana getiren bütün değerlere, gelenekli sanatlara karşı amansız bir mücadele veriliyordu. Temel kültür kurumlarının kapısına kilit vurulmuş, Kur’an harflerini yazan ellere kelepçe takılmış, itiraz edenler için mahkemeler kurulmuştu. Hulasa bir medeniyet zorla, cebren ve hile ile durdurulmuştu.
Ne yapmak gerekiyordu?
Böyle zor zamanlarda insanlar kendilerini tatmin eden farklı gerekçelerle değişik tavırlar takınabiliyorlardı: Kimi hemen yeni düzene intibak ediyor “gelen ağam giden paşam”a göre hareket ediyordu. Kimi “dün dündür bugün bugündür” makamıyla oynuyordu. Kimi çaresizlik içinde derin bir hüzne ve sessizliğe garkoluyor hatta ölümü hayata tercih ediyordu. Kimi diken yokmuş gibi davranıyor sadece gülden bahsediyordu.
Berk-i gülle andelib-i zârı tekfin ettiler
Bir Gülistan beytini üstüne telkin ettiler
Bazı gönül adamları ise “sessiz ve derinden” kendi kozasını örmeye çalışıyorlardı… Sabır ve tevekkülle.. Atlardan korkmadan… Fincancı katırlarını ürkütmeden…
Uğur Derman ve yaştaşları böyle dikeni bol bir mevsimde dünyaya merhaba dediler ağlayarak…
Yâdında mı doğduğun zamanlar
Sen ağlar idin gülerdi âlem
Bir öyle ömr geçir ki olsun
Mevtin sana hande halka mâtem
Fakat “anayasa”nın birinci maddesinde İsm-i şerifi geçen Hâlik Teâlâ onun için nice güller hazırlamıştı… Necmeddin Okyay 52 senedir onu bekliyordu. Mâcid Ayral 44, Halim Özyazıcı, Süheyl Ünver 37 yıldan beri onu yolunu gözlüyordu..
VERİLEN EMEĞE VEFA
Bu aktâb-ı erbaa ile hâlelenen Uğur Bey yıllarca bu gülleri temaşa etti ve kokladı. Aldığı ve arşivinde biriktirdiği “koku”ları itina ile sakladı ve bunları bir karşılık beklemeden yeri ve zamanı geldiğinde yedi iklim dört köşeye taşıdı. “kullan, at!” israfıyla yetişen nesillere “kullan ve atma!” dersi verdi. Edeb ve nezâketle… Kendisine üstadları tarafından verilen emeği za’yetmeden… Daha önemlisi emânete ihânet etmeden…Bir eczacının hassasiyeti ile farklı malzemeleri bir araya getirerek “ilaç”lar imal etti ve talip olan herkese,insanlığa sundu.
YEDİ GÜZEL İNSAN
Uğur Derman ve onun gibi düşünenlere hizmet edenler bu aktab-ı erbaadan ibaret değildir. Daha yediler var sonra kırklar var… Bilinenler var, bilinmeyenler var… Bilinmek istemiyenler var..Mahviyete âşık işitihara karşı olan kahramanlar var..Bî nâm u nişan olanlar var.
İşte yediler:
Mâhir İz, Kemâl Batanay, Ekrem Hakkı Ayverdi, Fuat Şemsi, İbnülemin Mahmud Kemâl, Rikkat Kunt, Sâmiha Ayverdi
Harf inkılabından yedi sene sonra doğan bir insanın hattat olabileceğini o günlerde kim düşünebilirdi? Kur’an harflerinin çirkin karikatürlere konu olduğu yıllarda ilk mektebe giden bir çocuğun bu harflerin “profesör”ü olabileceğini kim fikredebilirdi? Osmanlı kültür ve sanatının kovalandığı yıllarda liseye giden bir gencin bu medeniyetin bütün güzel sanatlarını en üst seviyede talim ve temsil edebileceğini kim tahmin edebilirdi?
Kim?
Sorunuza cevap veriyorum: Sadece yukarıdaki anayasanın üçüncü maddesine inananlar… Çünkü onlar hayatın bütününe bakan bir “göz”e sahipti. Tecellileri seyredebilen bir firâsete mâlikti… Hüzünleri de ölçülü, sevinçleri de…Gülmesi de ağlaması da.. Çünkü kâmil ve ârif..
SÜHEYL ÜNVER’DEN ÖVGÜ
Hüznüyle olma mahzun şâdına itme gurur
Bu dünya zıl hayaldir ne gam bâkî ne surûr
Derman Hoca ömrünün ilk çeyrek yüzyılını tamamladığı zaman Mâcid Ayral üstadını âlem-i cemâle uğurladı. Abdülaziz Mecdi Efendi’den “Hayat Bilgisi” dersi okuyan Süheyl Ünver’in teklifi üzerine Ayral için yazdığı yazı “Kardeşim, Mâcid Bey’i öyle bir yazmışsın ki hani benim için de yazar mı acaba diye ölesim geldi” şeklinde iltifat görünce 1961 yılından beri kalemi elinden hiç bırakmadı. Üçler, yediler, kırklar için yazdığı yazılardan önce elli tanesini Ömrümün Bereketi adıyla yayınladı. İstanbul 2011. Sonra ikinci cilt, derken üçüncü cilt..
Bu eserlerinde bizlere muhabbet ve marifet diliyle tanıttığı insanların hayatlarında tecelli eden gül ve dikenlerden de bahsetti. İlgisizliklerden… Vefasızlıklardan da
Cânân bulunur kûşe-i imkân ele geçmez
İmkân bulunur dâmen-i cânân ele geçmez
Hezârfen Necmeddin Okyay Efendi’nin mesleklerinden biri de gül yetiştiriciliğidir. Bandırmalı Ali Efendi’den duymuştum. Süheyl Ünver ona “Gül çapkını” dermiş. Maddi imkânsızlıklar sebebiyle gülistan olan bahçeli evden ayrılmak zorunda kalınca başka bir tecelli ile yüzleşti. Talebesi Çorlu’lu Ali Alpaslan’ın 1963 yılında Londra’dan hatıra olmak üzere gönderdiği Gül Kataloğu, içindeki hüznü terennüm etmesine vesile oldu:
Güllerin karşımda her an solmadan durmaktadır
Hem temâşâsıyla gönlüm şâd-man olmaktadır
Eski bağçem hâtıra geldikçe dîdem hûn olur
Şimdi gül resmiyle Necmi, geçmişi anmaktadır
(Şimdi burada sormamız gerekiyor: Bu güftenin bestekârı kimdir? İpucu veriyorum: Şu anda Üsküdar’da ikamet etmektedir)
Uğur Derman Beyefendi hocasının yaşadığı bu hüzne, Keçecizâde İzzet Molla’nın meşhur beytinin üçüncü kelimesini değiştirerek katılmaktadır:
Bir mevsim-i hazânına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş, havz tehi, gülsitan harâb!
Ve o kitap
Tam adı Medeniyet Âleminde Yazı Ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli olan eserin varlığını 1960’lı yılların sonlarında yaptığı bir Ankara seyahatinde Halim Bâkî Kunter’den öğreniyor.1942-1951 yılları arasında yazılan eser, müellifin 1952 de vefatından sonra basılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na veriliyor ve orada kalıyor. Kitabın yazarı müfessir Elmalılı Hamdi Efendi’nin kardeşi hattat Mahmud Bedreddin Yazır. Nihayet Derman’ın himmetiyle eser 1971 de iki cild halinde Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında çıkıyor..Son baskı 2024 tarihinde yapıldı.
Hattat Uğur Derman bu eserden başka kalemle, kitapla, defterle, yazıyla, hatla, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’le ilgili daha pek çok eser neşretti, makale yazdı, tebliğ sundu, ansiklopedi maddesi kaleme aldı, radyo ve televizyonlarda konuştu. Hâlâ yazıyor, konuşuyor. Bildiklerini, duyduklarını, gördüklerini, hissettiklerini, daha da önemlisi tecrubelerini aktarmaya devam ediyor. Ne mutlu bize. Dünyaları birbirine bağlıyor, bizi birbirimize bağlıyor..Sohbetleriyle, eserleriyle gönüller arasında rabıtalar kuruyor:
Türk Hat Sanatının Şaheserleri
İslâm Kültür Mirasında Hat Sanatı
Osmanlı Hat Sanatı
Hat Koleksiyonundan Seçmeler
Dosandokuz İstanbul Mushafı
Türk Hat Sanatından Seçmeler
Medresetü’l-Hattâtîn Yüz Yaşında
Harflerin Aşkı
Hilye-i Hakânî (İ.Pala ile)
Murakka-ı Hâs (İ. Cemil ile)
Hattat Neyzen ve Bestekâr Kadıasker Mustafa İzzet Efendi (M. Küçükaşcı ile)
Defternâme
*
Başa dönelim ve soralım:
Otuzlu, kırklı yıllardan sonra ne oldu?
Sonra ne mi oldu?
Devran döndü.
Zemheri geçti
Gül mevsimi geldi.
Soyadı Gül olan bir “Allah’ın kulu” Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı oldu.
O gün için yetmişbeş yaşında olan Derman’a “Geleneksel Sanatlar” alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür Ve Sanat Büyük Ödülü verildi..(2009)
Bize de tarih düşürmek düştü:
Geldi Gül ile fermân
“HATTAT-I ŞEHİR DERMAN” 1429
*
Şimdi Yediler'in diliyle tarih düştü: Uğur'lu Çiçek'e...
Uğur’um Hû Yâ Hû
Çiçek’im Hû Yâ Hû
İki gül çıkınca
Tarihini sordum:
“Tarihdir Hû Yâ Hû ” 1446
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.