Cannes Film Festivali'nde geçen yıl Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki'nin Juri Özel Ödülü almasının ardından, bu sene Arap filmlerinin öne çıkmayacağı yönünde yorumlar geliyordu. Avrupa'daki birçok festivalin film listesi de bu görüşü destekler nitelikte idi. Örneğin Rotterdam Film Festivali'ne hiçbir Arap Film seçilmedi. Berlin’de ise çok mütevezi bir katılım söz konusuydu. Sinema eleştirmenleri geçen yıl Cannes'da Arap sinemasının cömertce kucaklanma sebebini Netflix'in yaptığı hamlelere bağladı. Çünkü ABD şirketi, yüksek profilli Rüzgârın Öteki Tarafı ve Roma gibi filmlerini Eylül ayında Venedik Film Festivali'nde yayınlamıştı. Bunun gibi birçok nedenden dolayı, dünyanın en önemli film festivallerinden biri olan Cannes'da bu yıl yedi Arap filminin gösterilmesi büyük bir sürpriz oldu.
Festivalin 75 yıllık tarihinde en çok Arap katılımının olmasının ardında birçok sebep sayılabilir. Mülteci sorunu, Avrupa'da hızla tırmanan İslam karşıtı sağcı hareketler ve Avrupa topraklarında adından söz etttiren yeni Ortadoğulu yönetmen ve oyuncular bunlar arasında. Aynı zamanda, Batı'da Arap kültürünün göz ardı edildiği ya da basmakalıp şekillerle anlatıldığı çorak yıllar çok geride kaldı. Teknoloji çağının en büyük güzelliği de gücü elinde bulunduranların istediği gibi hareket etmemesi. Tabi toz pembe bir tablodan söz etmek mümkün değil. Bu yıl Fransız Dardenne Kardeşler en iyi yönetmen ödülü getiren “The Young Ahmed” filmine ve islamafobiyi nasıl körükleyen bir yapım olduğuna geçmeden önce ödül alan ve gösterilen filmlere bir göz atalım.
Filistinli yönetmen Elia Suleiman’ın, “It Must Be Heaven” 72. Cannes Film Festivali’nden iki ödülle birden döndü. Elia Suleiman, yeni filmiyle de oldukça iyi geri dönüşler aldı. Oyuncu kadrosunda yönetmenle birlikte Gael García Bernal‘in de yer aldığı film, festivalde hem Fıprecsı Ödülü’nün hem de Mansiyon Ödülü’nün sahibi oldu.
Bir diğer Filistin yapımı ise Wisam al-Jafari'nin Ambiyans adlı kısa filmiydi. Siyah-beyaz çekilen filmde mülteci kampında yaşayan iki müzisyen gencin albüm çıkarma şansı bulabilecekleri bir yarışmaya katılma çabaları anlatılıyor. Faslı yönetmen Maryam Touzani'nin, “Adam”filmi de dikkat çekici yapımlar arasında. Filmde, sekiz yaşındaki kızı Warda ile yalnız yaşadığı Kazablanka'daki evinde mütevazı bir yerel fırın işleten Aba'nın hayatının değişimi anlatılıyor. Cezayirli yönetmen Amin Sidi-Boumédiène'nin Abou Leila filmi de festivalde yer aldı. Film, 1990'lı yıllardaki savaşta birbirinden ayrılan iki arkadaşın yıllar sonra buluşup bir teröristin peşinden gitme hikayesini anlatıyor. Festivaldeki Ortadoğu filmlerini şöyle bir özet geçtik. Birçoğu konu itibariyle yine kendini ve kimliğini bir türlü bulamayan Müslüman karakterler üzerinden gidiyor. İslama ve Müslümanlara yönelik eleştiriler daha soft bir şekilde yapılıyor artık. Bu konudaki tek artı üzeri örtünen ve yok sayılan halkların yaşamlarının içine giriliyor olması diyebiliriz.
“The Young Ahmed” filmine gelirsek , Fransız Dardenne Kardeşler’e en iyi yönetmen ödülü kazandırdı.Önce filmin konusunu şöyle bir özetleyelim. Belçika’ya yerleşmiş Arap kökenli bir ailenin küçük oğlu olan Ahmet 13 yaşında, dış görünümüyle sakin, ciddi bir çocuktur. Mahallenin imamına gidip gelmeye başladıktan sonra Ahmet’in hayata bakışı tamamen değişir. Annesi ve kızkardeşini yaşam tarzlarını sorgulamaya başlar. Annesi içki içtiği için ona karşı çıkar ve bir Müslüman olarak davranışlarını değiştirmesi gerektiğini söyler. Kızkardeşini de arkadaşlarına ve giyimine dikkat etmesi konusunda uyarır. Okuldaki kadın öğretmenin elini sıkmaz istemez ve aralarında problemler yaşanır. Ahmed, öğretmeni İnès’i öldürmeye teşebbüs eder ve özel bir ıslahevine gönderilir.
Filmde Ahmet masum bir çocuk gibi gösterilmez. Onun gönderildiği ıslahevinde gayet modern koşullar vardır. Psikolog ve eğitmenler ona karşı nazik olmasına rağmen Ahmet, değişmeye çalışmayan bir psikopat olarak yansıtılır. Zaman zaman günübirliğine bir çiftlikte çalışmaya götürülür. Çiftlik sahipleri, suçunu bilmelerine rağmen ona sıcak ve samimi davranırlar. Kızları onunla sevgili olmak ister ama Ahmet’in bunun için önce Müslüman olması gerektiğini söylemesi, korkunç bir fikir gibi gösterilir. Filmde, o ne yaparsa yapsın, içindeki teröristin temelde diri olduğuna vurgu yapılıyor. Ahmet, ilk fırsatta başladığı işi tamamlamak, İnès’i cehenneme göndermek için, sakin sakin planlar yapan, fırsat kollayan bir canavar gibi gösterilir. Özetle, “Genç Ahmet” kendi dinini ailesinden öğrenemeyen bir gencin İslami araştırmasını ve sorgulamasını terörist olmanın bir başlangıcı olarak sunmaktan çekinmeyen bir bakış açısı sunuyor.
Dardenne Kardeşler bu filmde büyük bir umutsuzluk içinde oldukları mesajını veriyor. Avrupa’da tırmanan aşırı sağ hareketinin körüklediği yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa hiç yer vermeden, Müslüman bir çocuğu potansiyel bir katil olarak gösteriyorlar. İmamların ve din adamlarının genç beyinleri yıkayıp onları teröre teşvik etmekten başka bir hedefi yokmuş gibi bir algı yaratıyorlar. Şu soruları soruyorlar. “Genç Ahmed’in kalbini kaplayan öfke nasıl dinecek?”,”Kendisine uzatılan ele rağmen öldürme kararlılığından neden vazgeçemiyor?,“ Aldığı eğitimle niçin özgür olamıyor” Bu soruların ardından giderek Avrupa’da yaşayan Müslüman gençleri hedef alan bir yapıma imza atmışlar. Özellikle Fransa son yıllarda Müslüman nüfus üzerindeki baskısını giderek artırıyor. Geçtiğimiz günlerde Fransa’da başörtülü annelerin ilkokul çağındaki çocuklarının okul gezilerine eşlik etmesini yasaklayan yasa tasarısı onaylandı. Cannes gibi bir festivalde ödül alan bir filmin, islamofobiyi tırmandıracak bir üslup yerine, olayları tüm yönleriyle ele alan ve uzlaşmacı bir dili olabilirdi.