Avrupa’da, özellikle İtalya’da, İspanya’da, Fransa’nın güneyinde dağların zirvelerine kartal yuvası gibi kurulmuş, etrafı genelde taş duvarlarla, surlarla çevrili küçücük tarihi köyler vardır. Geçerken görürsünüz, otobüs veya trende iseniz bakar, iç geçirirsiniz, arabayla geziyorsanız bazen direksiyonu kırar, görmeden geçmeyelim dersiniz. İşte tam öyle direksiyon kırmalık bir köyden bahsedeceğim bu yazıda: Les Baux de Provence. Gerçi ben seyahat planlaması söz konusu olunca tam bir kontrol delisi olduğum için o direksiyonu bilinçli kırdım ama olsun.Burası Fransa’nın güneyinde araçla yaptığım yaklaşık yirmi günlük bir rotanın parçasıydı. Şubat ayında sıcaklıkların ortalama 18-20 derece civarı olduğu, güneşli günlerde daha da arttığı bir coğrafyada, Provence Bölgesi’ndeydim. Lavanta tarlaları ile bilinen ve daha çok temmuz ayında lavantaların açtığı zamanlarda ziyaret edilen bölge bence ılıman bir kış tatili için de doğru adres. Üstelik mevsim nedeniyle turist kalabalıkları olmadan gezme imkanınız oluyor, konaklama ücretleri de yüksek sezondakinden daha uyguna geliyor. Les Baux de Provence, Fransa’nın güneyinde Avignon’a 15 km kadar mesafede, ikamet eden nüfusu 400 civarı, yıllık ziyaretçisi 1.5 milyon olan bir köy. 245 metre yükseklikte bir tepeye kurulmuş köyün adı “kayalık” anlamına geliyor.
Les Baux de Provence, resmi olarak Fransa’nın en güzel köyleri listesine adını yazırmış bir köy. Köyün girişindeki otoparka aracımı bırakıyorum. Ben burayı ziyaret ettiğimde bir triatlona denk gelip, önce yüzlerce koşunun geçişini seyrettim. Köyün içinde yürümek klişe tabirle zamanda geriye seyahat etmek gibi. Fakat sadece o kadar değil. İçerideki taş yapılarda aşağıya doğru genişleyen, mahzene benzer şekerleme dükkanları, hediyelikçiler mevcut. Lavantadan yapılmış sabundan dondurmaya her şeyi bulmanız mümkün buralarda. Dışarıdan ufacık görünen dükkanlar yer altına doğru kat kat açılan bir hediye paketi gibi. Arnavut kaldırımlı sokaklar, ahşap kapılarından renkli çiçekler sarkan taş evler bana Eski Datça’yı anımsatıyor. Köyün en tepesindeki şato kalıntılarına yürürken iyi ki gelmişim buraya diyorum. Köy ayrıca ufacık olmasına rağmen iki Michelin Yıldızlı bir restoran dahil çok güzel kafe ve restoranlara ev sahipliği yapıyor.
Les Baux de Provence köyünün en tepesindeki şato olan Chateau des Baux de Provence, ismi şato olsa da esasen 13. yüzyılda inşa edilmiş ve 1633 yılında yıkılmış bir şato ve onu çevreleyen surların kalıntılarını içeriyor. Fakat böyle söylemem sizi yanıltmasın. Şatonun girişinde çiçeklerle bezeli bir mezarlık beni karşılıyor. İçeride ise 1583 yılında Les Baux valisinin eşi tarafından yaptırılan hastanesin kalıntıları, savaş kurdu olarak bilinen, bir defada 140 kg’lık bir kayayı 200 metre öteye fırlatabilen, Fransa’nın en büyük mancınığının sergilendiği bir alan mevcut. Bunların yanı sıra yüzlerce yıl önce hem yiyecek olarak hem gübresi için hem de haberleşmek için kullanılan güvercinlere ait onlarca oyuğun olduğu şato duvarlarını görmek mümkün. Fakat şato ziyaretinin en can alıcı noktası muhteşem manzara. Mancınığın önündeki doğal terastan aşağı bakınca 300 bin civarında ağaç bulunan Les Baux Vadisi’ni barındıran uçsuz bucaksız ve yemyeşil bir manzarayı seyrediyorum. Şato beş hektardan geniş bir alana yayılırken, şatonun terasından Aix’ten Arles’e ve ilerisine kadar panoramik bir Provence manzarası görmek mümkün. Şatonun mutfaklarına uzanan merdivenleri geride bırakıp gözetleme kulesine çıktığımda ise köyün kiremit çatılı evlerinin üzerine düşen güneş ışığı ile süslenmiş bir görüntü beni selamlıyor. Burası, gördüklerim, sözcüklerin hakkını vermesinin zor olduğu bir manzara. Kalenin hemen altında Saint Vincent kilisesi mevcut. Köyün meydanında da küçük bir şapel bulunuyor.
Köye ve müzeyi toplam beş-altı saatte gezebilirsiniz.
Köye Arles, Avignon gibi civar ilçe ve illerden otobüsle ulaşım var ancak saatleri aralıklı ve sayıca az olduğundan bu bölgede verimli gezebilmek için araba kiralamanızı öneririm.
Provence Bölgesi yazıda da belirttiğim gibi aslında lavanta zamanı yani temmuz ayında çok ziyaret edilen bir bölge. Siz de bu dönemde giderseniz, havanın çok sıcak olduğunu unutmayın. Les Baux De Provence’ı temmuzda ziyaret ederseniz aracınızı köyün girişinde değil, şatonun yakınında park etmenizi öneririm çünkü şatoya oldukça dik ve uzun bir tırmanış yapmak gerekiyor. Sıcakta zorlayıcı olabilir. Sokaklar tamamen Arnavut kaldırımı olduğu için uygun ayakkabı giymeniz önemli.
Carrieres de Lumieres’de yıl boyunca sürekli farklı etkinlikler zaman zaman piyano resitalleri, film gösterimleri düzenleniyor. Burayı ziyaret etmeden önce internet sitesinden etkinlikleri kontrol etmenizi öneririm. Müzenin içerisindeki gösteriler ise 20-25 dakika sürüp art arda devam ediyor. Herhangi bir gösterimin sonuna yetişmiş olsanız da birkaç dakika sonra tekrarı ile devam ediyorsunuz.
Carrieres de Lumieres’in içerisi dışarıya göre epeyce serin. Üzerinize sıcak tutacak bir şeyler giymenizi öneririm.
Şato kalıntılarını gezerken aynı zamanda açık havada bir kaçış oyunu deneyimi yaşayabilirsiniz. İki ila altı kişiyle oynanabilen bu etkinlik ücretli. Alix’in Gizemi adlı oyun kalıntılar arasında şatonun son prensesiyle ilgili bilgi edinirken eğlendiğiniz bir aktivite. Yaklaşık bir saat sürüyor. 12 yaş üzeri ziyaretçilerin katılabildiği oyunu deneyebilirsiniz.
Son olarak buraya kadar gelmişken bölgeye özgü lavanta ürünlerinin yanı sıra organik sertifikalı zeytinyağlarından da almanızı öneririm.
Les Baux Des Provence köyünü rotaya eklememin sebebi sadece harika bir dağ köyü olması değil ayrıca Carrieres de Lumieres’in de burada bulunmasıydı. Carrieres de Lumieres, her yıl ünlü ressamların tablolarını taş duvarlara yansıtılmış haliyle görebildiğiniz bir müze, bir deneyim. Benzeri Paris, Amsterdam gibi sehirlerde bulunan bir “immersive museum”, sanatın sizi sarıp sarmaladığı, içine aldığı hissiyle dolduğunuz bir ortam. Bir Refik Anadol sergisi gibi ama Van Gogh, Cezanne tabloları içindesiniz. Bu minicik dağ köyünün girişinde işte böyle muhteşem bir müze de var. Les Baux De Provence köyünün yaklaşık 800 metre aşağısında 1821 yılında bir maden bulunmuş ve köyün isminden esinlenilerek bu madene boksit adı verilmiş. İşte Carrieres Des Lumieres bugün, 1900lü yılların başında tükenen bu madenin bulunduğu maden ocağında yer alıyor. Yıllarca boksit çıkarılan maden 2012 yılında bir sanat merkezine dönüştürülüyor. Yüksek tavanları, onlarca projeksiyon ile yere ve yavana yansıtılan tablolar ve bunları destekleyen bir ses sistemi ile kendimi gerçek üstü bir deneyimin içinde buluyorum. Bu minicik köy insana sürreelden reele, geçmişten moderne, masaldan gerçeğe, sanattan doğaya geçip durduğunuz bir sürpriz paketi sunuyor. Yolunuz Provence’a düşerse mutlaka ama mutlaka uğramanızı öneririm.