28 Şubat 1997’de 9 saat süren MGK toplantısının sonunda, laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğu vurgulanırken, hükümetten aralarında 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi ve kılık-kıyafet kanununa uyulmasını da içeren bir dizi eylemi hayata geçirmesi istendi.
Faili meçhuller, işkenceler, köy boşaltmalar, iç savaş provaları ve suikastlarla geçen 90’lı yıllarda bir de postmodern darbe yaşadık. Dindarlara hayat hakkı tanımayan 28 Şubat FETÖ’yü güçlendirdi. İmam hatipler kapatılıp imam hatiplilerin üniversitelere girişleri engellenirken muhafazakar ailelerin çocukları FETÖ okullarına yönlendirildi.
Normal şartlarda gazetelerin üçüncü sayfasında kendine yer bulacak olan Susurluk kazası, aracın içindekilerle birlikte gündeme oturduğunda tarihler 3 Kasım 1996’yı gösteriyordu.
Balıkesir’in Susurluk ilçesinde 4 kişiyi taşıyan bir Mercedes otomobil, benzin istasyonundan çıkmakta olan bir kamyona çarptı. Aracın içinde bulunan eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve Mehmet Özbay olay yerinde hayatını kaybetti.
Dönemin DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralı kurtuldu. Olayın hemen ardından Mehmet Özbay kimliğini taşıyan kişinin, birçok suçtan Interpol tarafından aranan Abdullah Çatlı olduğu anlaşıldı.
MAFYA-SİYASET-DEVLET İLİŞKİSİ
Bu olay “mafya-siyaset-devlet” üçgeninde, karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açtı. Kazadan önce de devletin içinde bir çetenin var olduğu, faili meçhul cinayetlerden uyuşturucu kaçakçılığına kadar bir dizi suça bulaştığı konuşuluyor ama ispatlanamıyordu.
Kazadan sonra dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar hakkında fezleke verildi ve bu fezleke sonucu ortaya çıkan tabloda Çatlı’yı koruyanın bizzat Ağar olduğu ortaya çıktı.
Mehmet Özbay isimli, Çatlı’nın fotoğrafı bulunan silah taşıma belgesinde Ağar’ın imzası vardı. Kazadan sonra Mehmet Ağar istifa etti, yerine Meral Akşener geldi. Ağar 2011 yılında suç örgütü kurmak suçundan 5 yıl cezaya çarptırıldı.
RAPORLAR ÇETELERİ İFŞA ETTİ
Kazanın ardından TBMM’de Susurluk Araştırma Komisyonu kuruldu ve 4 aylık çalışma sonunda rapor yayınlandı. Raporda, devletin içinde “yuvalanan çeteler” olduğu belirtilirken, bazı devlet kurumlarının da bu yapıları desteklediği sonucuna varıldı. Raporda,
“Devlet içinde çok sayıda istihbarat teşkilatı kurulurken, bunlar arasında koordinasyonsuzluk ve çekişme yaşandığı anlaşılmıştır. Hatta JİTEM’in ne görev yaptığı tam olarak öğrenilememiştir. JİTEM’in varlığı tartışılırken, eylemlerinin tartışmasız gerçek olduğu ortaya çıkmıştır”
ifadeleri kullanılarak, devlet içindeki kontrolsüz güçten söz edildi.
TBMM, Susurluk Komisyonu’na bilgi veren Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kontr-terör Daire Başkanı Mehmet Eymür, MİT’in Abdullah Çatlı’yı 1980 sonrası yurtdışı operasyonlarda kullandığını açıkladı. 1998 yılında dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’tan Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan iddiaları incelemesini istedi.
Kutlu Savaş raporu olarak anılan raporda da Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma teşkilatı içerisinde PKK ile mücadele için oluşturulan bazı grupların zamanla suça bulaştığı bilgisine yer verildi.
Susurluk skandalının ardından başlayan “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi” bir süre sonra ne hikmetse irtica eylemlerine dönüştü.
Bir yandan da “Bu dinciler gelirse hepinizi kıtır kıtır keser” mealindeki olaylar teşvik ediliyordu. Postmodern darbenin tarikat şeyhi Müslüm Gündüz ve tayfası, işte bu günlerde devreye girdi. Yaşça kendinden hayli küçük Fadime Şahin adlı bir kadınla basılan Gündüz, 28 Şubat’ın en akıllarda kalan karesini verdi. Sürecin sonunda yargılandı ve hapis cezası aldı.
O sırada Fadime Şahin, kanal kanal gezerek Müslüm Gündüz’ün kendisini taciz ettiğini, Ali Kalkancı’ya zikir için gittiğini ve orada iğfal edildiğini, “tarikatçılar” tarafından kandırıldığını anlatıyordu. 28 Şubat kararlarının alınmasıyla Şahin’in rolü de sona erdi.
FETÖ’YÜ GÜÇLENDİREN DARBE
28 Şubat 1997’de 9 saat süren MGK toplantısının sonunda, laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğu vurgulanırken, hükümetten aralarında 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi ve kılık-kıyafet kanununa uyulmasını da içeren bir dizi eylemi hayata geçirmesi istendi.
“Bin yıl sürecek” sloganıyla zihinlere kazınan postmodern darbenin muhtırası bu şekilde verilmişti. 28 Şubat, dindar kesimin üzerinden silindir gibi geçerken, diğer yandan FETÖ’yü güçlendirdi. 8 yıllık kesintisiz eğitimle İmam Hatiplerin orta kısmı kapatıldı, katsayı engeli ve başörtüsü yasağıyla da tercih sebebi olmaktan çıkartıldı. Muhafazakar ailelerin çocukları FETÖ okullarına yönlendirildi
. Başörtülülerin üniversiteye gitmesi ve kamuda çalışması yasaklandı. Özgürlük ve demokrasi kelimelerini dillerinden düşürmeyen bir kesim, üniversitelerde kurulan ikna odalarında kızları başlarını açmaya zorladı, eğitim haklarını ellerinden aldı.
21 Mayıs 1997’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, iktidardayken Refah Partisi hakkında “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle dava açmıştı.
İddianamede, okullarda başörtüsü ile bulunmanın laikliğe aykırı olduğundan tutun da Erbakan’ın tarikat liderlerine Başbakanlık Konutu’nda yemek vermesine, İmam-Hatiplerin ihtiyaçtan fazla olmasına kadar, şimdi okunduğunda 40 yaş altının hiçbir anlam veremeyeceği konulara değinildi.
Necmettin Erbakan istifasını sunduğu halde, Refah Partisi kapatıldı.
ŞİİR OKUMANIN YASAK OLDUĞU GÜNLER
Recep Tayyip Erdoğan o dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ydı. 12 Aralık 1997’de davet üzerine gittiği Siirt’te, miting sırasında Ziya Gökalp’in
“Minareler süngü / Kubbeler miğfer / Camiler kışlamız / Müminler asker”
şiirini okuduğu için DGM’de yargılandı ve 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu cezasını 24 Temmuz 1999 günü tamamladı.
Şiir okumanın hapis cezası getirdiği günlerden bugünlere gelindi. Özgürlüklerin gasp edilmesinin ne demek olduğunu anlamak için, 90’lı yıllara bakmak yeterli.
KİM KİME HADDİNİ BİLDİRDİ
PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e yaramıştı.
18 Nisan 1999 erken seçimlerinden birinci parti olarak çıktı. Çıkta ama milletvekili yemin töreninde Fazilet Partisi Milletvekili Merve Kavakçı’nın TBMM’ye başörtüsüyle girmesine engel oldu.
Ecevit’in Kavakçı’yı işaret ederek
“Bu hanıma haddini bildiriniz”
sözü, kendisini de partisi DSP’yi de tarihe gömmeye yetti.
Örgüt kuruyorlar adını biz koyuyoruz
12 Eylül ihtilalinden sonra Turgut Özal’ın Başbakan olduğu dönem, nispeten Türkiye’de özgürlüklerin estiği dönemdi. Doksanlı yıllar, işte bu yılların ardından geldi. Refah Partisi’ne, başörtülülere, dini özgürlüklere biraz yol verildi. Bürokrasi bu durumdan rahatsız olduğu için, kendisinden alınanları geri almaya kalkıştığını söylüyor Mazlum-Der’in kurucularından Av. Şâdi Çarsancaklı:
“28 Şubat’ın hikayesi de üç aşağı beş yukarı budur aslında. Seksenli yılların sonlarına kadar İslami kesim terör veya silahla hiç anılmamıştı. Sağ ve sol silahla anılırdı. Sol denilince DHKP-C, PKK gibi radikal örgütler, sağ denince ülkücüler anlaşılırdı.
O dönem bir araya gelen sıradan insanlara ‘İslami Hareket’ ismi verilerek operasyonlar yapıldı. Bu ismi de polis koydu. Hatta o zamanlar bir başkomiser vardı, ‘Arkadaş, örgüt kuruyorlar, adını koymuyorlar, hepsine biz ad koymak zorunda kalıyoruz’ diyordu. İslami kesimi suçla anılır hale getirmek için bu tür operasyonlar yapıldı. O zamana kadar hiç sorun olmayan başörtüsü, gitgide sorun olmaya başladı ve yasaklar getirildi.
İslami kesime yönelik bu tür hak ihlallerini, İnsan Hakları Derneği ‘hak ihlali’ olarak nitelemiyordu bile. Mazlum-Der’i bu sebepten dolayı kurduk. Doksanlı yıllarda bürokrasi- siyaset çatışması vardı. Bir yanda terör vardı, terör olmayan kesime yönelik de devlet terörü vardı.”
Gaffar Okkan’ı şehit ettiler
İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal’ın 12 Mayıs 1998 günü Ankara’daki bürosunda saldırıya uğraması, faili meçhul konusu olacaktı.
Saldırganlar Birdal’ın odasına kadar girerek önce sohbet etti, çay kahve içti, sonra da kurşun yağdırıp kaçtılar. 6 kurşun isabet eden Birdal ölmedi. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
JİTEM’in “Yeşil” kod adlı elemanı Mahmut Yıldırım, Birdal’a silahlı saldırı davasında yargılandı. Olayın azmettiricisi olarak Semih Tufan Gülaltay 19 yıl cezaya çarptırıldı.
Doksanlar nihayet bitmişti. Ancak 2000’lerin başı da faili meçhul cinayetlerle anıldı.
Terör örgütlerine karşı amansız mücadele veren dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan da faili meçhule kurban gidenlerden. 24 Ocak 2001’de makamından çıktıktan kısa süre sonra 16 uzun namlulu silah ve bombanın kullanıldığı büyük bir saldırıda, yanındaki 5 koruması ile birlikte öldürüldü.
Olayın ardında Hizbullahçılar olduğu iddia edildi, ancak hiçbir zaman aydınlanmadı.
Necip Hablemitoğlu da Çankaya’daki evinin önünde 18 Aralık 2002 akşamı uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti
. Cinayetin ardından gazetelerde “derin cinayet-DGM’deki Gülen davası ve Alman Vakıflarıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan ve çok şey bilen Hablemitoğlu’nu Ankara’da vuranlar kaçtı”, “Başkentte kanlı pusu-İslamcı terör ve Fetullahçı yapılanmalara ilişkin çalışmalarıyla tanınan Hablemitoğlu öldürüldü” manşetleri vardı.
Faili halen meçhul.
#FETÖ
#28 Şubat
#Faili meçhu
#İşkence