SEVİNÇ ŞAHİN
Bir yerde yabancı olmanın, bir yerde yabancı kalmanın nasıl bir duygu olduğunu bir ihtimal farklı ülkelere gidip bir müddet orada kalmış olanlar bir nebze olsun anlayabilirler. Ama mecburen böyle bir durumda kalmak ve yeni bir hayat kurmaya çalışmak nasıl hissettirir işte onu ancak yaşayanlar bilir. İnsanın doğduğu büyüdüğü ve bir yaşam kurduğu yerleri terk etmek zorunda kalması acıların en büyüklerindendir. Hele de bir çocuk için bunu düşünmek oldukça yürek yakıcı. Bu ayki kitap seçkimizi savaşların tüm dünya gündemini işgal ettiği şu günlerde, savaşın mecburi sonuçlarından biri olan “mülteci” temalı eserlerden derledik. Birçok kişi kendi ülkesine gelen, gelmek zorunda bırakılan hayatlarının en büyük mağduriyetlerini yaşayan bu insanlarla empati kurmaktan uzak bir şekilde ön yargılı bir yaklaşım sergilemekteler. Adı geçen eserlerin tamamında yazarlar “Mülteci olmak ne demektir? Mülteci olmak tercih edilerek yapılan bir şey midir? Sınırlar neden var? Savaşanlar insanlar ve sonuçlarına katlananlar da insanlar ve bu durumdan herkes muzdarip iken neden savaş var? Savaşlar insanların hayatlarında yaptıkları yıkıcı etkileri anlamak için tecrübe etmeye gerek mi var? Ben de bir gün mülteci konumuna düşersem ne olur?” gibi sorulara çocuk hassasiyetiyle yanıt ararken hepsi bir yandan da “Ey büyükler! Kendinize gelin, insan olduğunuzu hatırlayın!” diyorlar. Paylaşacağım bu eserler her zaman olduğu gibi sadece çocuklarımızın okuması gereken eserler değil. Muhataplarım okumayı bilen herkestir.
Kayıktaki Çocuk isimli eserin emektarı çok. Kitabın üç tane yazarı var: Maya Mizuno, Sevde Tuba Okçu ve Vonne Hemels. Resimlendirmesini ise Melike Koçak yapmış. Hikayenin kahramanı Ahmet Suriyeli. Ahmet savaş mağduru küçük bir çocuk ve kendisi gibi küçük bir kayıkla kendisine yeni bir yer arıyor. Farklı farklı ülkelere yolu düşüyor küçük Ahmet’in; Suudi Arabistan, Türkiye, Hollanda, Almanya, Kanada, ABD, Kosta Rika ve Japonya’ya uğrayarak kendisi için sıcak bir ev arıyor. Birçok çocukla karşılaşıyor. Ama farklı farklı sebeplerden dolayı yerleşecek bir yer bulamıyor. Beklenmedik birinin dünya çocuklarına yol göstermesiyle tüm dünya çocukları el birliği ile Ahmet’e yardımcı olmanın bir yolunu buluyorlar. Kitabın konusu özetle böyle ama okuduğunuzda Ahmet’in o küçücük bedenindeki kocaman yüreği ve acılarını göreceksiniz. Onun umuda yaptığı bu yolculuk sizin de umutlarınızı yeşertirken zaman zaman da hayal kırıklıkları yaşayacaksınız, tıpkı Ahmet gibi. Bu sizi nasıl etkiler bilmem ama etkileyeceği kesin.
Savaşı Bitiren Sinek, Bryndis Björgvinsdóttir’in çevirmen Mahir Ünsal Eriş Tarafından Türkçeye kazandırılmış ilk kitabı. Ama biz yazarı birkaç yıl öne aktivist yönüyle tanımıştık. İzlandalı yazar 2015 yılında daha fazla Suriyeli mültecinin kabul edilmesi ile ilgili sosyal medyada bir kampanya başlatarak tüm dünyanın ilgisini çekmeyi başarmış ve haber programlarının konusu olmuştu. Savaşı Bitiren Sinek kitabı Yazarına bir de ödül kazandırmış: İzlanda Çocuk Edebiyatı Ödülü. Kitabımızın konusuna gelince, evet bu eserdeki sinek gerçek bir sinek. Hatta bir değil üç sinek var. Kolkex, Sinek ve Hermann şeker. Kahramanlarımız yaşamlarını sürdürdükleri kente teknoloji harikası sinek öldürme cihazlarının girmesiyle göç etmeye karar verirler. Televizyonda bir belgeselde gördükleri ve orada hiçbir canlıya zarar vermeyen keşişlerin olduğunu duydukları Nepal’e gitmeye karar verirler ama Nepal’den önce yolları Assambad’a düşer. Assambad ortasından bir nehirle ikiye bölünen bir yerdir ve bu iki yer arasında savaş çıkar. Bizim üç kafadar sinek bu savaşa bir anlam vermezler ve cüsselerine bakmadan savaşı bitirmenin gayretine girerler. Bunu da başarırlar bir şekilde. Savaş ve sonuçlarına dair bir öykü. İnsana her zaman başka bir yol daha vardır dedirten bir öykü.
Umut Sokağı Çocukları’nı Gülsevin Kıral yazdı, Sadi Güran resimledi. Gülsevin Kıral detektif öyküleriyle tanınan bir yazar. Duyarlı bir insan olarak Suriyeli ailelerin ülkemize gelmesiyle yaşanan bir takım olumlu olumsuz durumların şahidi olunca ki genel olarak olumsuzluklar ağır basıyor, O da bu konuda yazmak istemiş. Kitap hem bir mültecinin gözünden hem de kitabın diğer kahramanlarının gözünden değerlendirilerek yazılmış. Olaylara farklı bakış açılarından yaklaşmak kitabı daha realist kılmış ta denilebilir. İstanbul’a yerleşen bir Suriyeli aile ve onlarla yolları kesişenler birtakım insanlar. Bu farklı kültürlerin birbiriyle kesişen bu yolda yaşadıkları olaylar. Sonunda iyi ve doğru olana çıkan bir yol üzerinde yaşanan acı tatlı olaylar. Suriyeli Hasan, Hasanın babası, Berivan ve kızı Rojda’nın yeni bir yaşama adapte olma çabaları. Gülsevin hanım kurgu yeteneğini burada da ortaya koymuş. Her yaştan okura hitap eden düşündürücü bir eser.
İran’lı yazar Muhammed Rıza Serşar tarafından yazılan ve defalarca ödül alan Küçük Göçmen aynı zamanda sinemaya da uyarlanmış bir eser. Yazar, savaş mağduru küçük bir çocukla yaptığı konuşmaları kitaplaştırırken savaşın ne kadar geniş bir etki alanına sahip olduğunu ve ne kadar büyük acıların kaynağı olduğunu bir kez daha tüm dünyanın gözüne sokmanın bir yolunu da bulmuş gibi duruyor. İnsanlığın bir gün gelecekte “savaş” kelimesini unutacağını ve asla hatırlamayacağını umuyoruz. Boş bir umut gibi dursa da böyle geçiyor gönlümüzden. Kitabın kahramanı olan ailesini kaybeden ve hayattaki tek akrabası olan abisini arayan küçük Abbas’ın bitmek bilmeyen arayışını okurken savaşın bir başka yüzüne daha tanıklık edeceksiniz. Abbas 5 kardeşiyle birlikte Irak sınırına yakın Hürremşehir’de yaşarken İran Irak savaşıyla en büyük abisi askere gider ve Abbas teker teker tüm aile bireylerini savaşta kaybeder. Tek dayanağı, tek umudu abisidir ve onu aramak için yollara düşer. Bu yolculuğun sonunu bilmiyoruz ama sonuç mudur önemli olan?
Hitler Oyuncağımı Çaldı da bu kitaplardan biri. Almanya doğumlu Yazar Judith Kerr’e ait bu eserin ilk basım tarihi 1971. Oldukça eski bir tarih değil mi? Ama “savaş” kavramı kadar eski değil. Tarih eski olsa da insanlık cephesinde değişen pek bir şey yok. Aslında biraz var, silahlar teknolojiyle doğru orantılı olarak daha da gelişti (!). Alman Gençlik Edebiyatı ödüllü bu eserin kahramanı Anna aslında yazarın kendisi. Yazar Ailesiyle Almanya’dan İsviçre’ye, oradan Fransa’ya ve oradan da İngiltere’ye göç etmiş. Her göçte ayrı zorlukların yanında bir de vatan hasreti yakalarını bırakmamış. Gittiğin ülkeye alışmak, mültecilikten yerleşik olmaya tam yaklaşmışken tekrar başa sarmak. Bunlar özellikle de çocuklar için onulmaz yaralara neden olan olaylardır. Anna yani Judith Kerr, Almanya’dan kaçmak zorunda kaldıklarında 9 yaşındaymış ve pembe tavşanını ardında bırakmak zorunda kalmış. Bunu hiçbir zaman unutamayan yazarın ilk eserinin adı bu yüzden “Hitler Oyuncağımı Çaldı” olmuş.
Kuş olsam Evime Uçsam 2015 Tudem Edebiyat Ödülünü alan bir eser. Yazarı Güzin Ertürk’ün de ilk eseri. Mülteci öyküsü yazmak ve bu öyküyü çocukların kalbine hitap edebilecek şekilde yazmak hiç kolay değil. Güzide Öztürk bunu ilk çalışmasında başarmış. Kitabın Kahramanı Beşir “Üzüldüğüm zaman sesleri uzaktan duyarım ben. Uzak gelir her şey” diyen bir çocuk. Ailesiyle savaşın harap ettiği ülkesi Suriye’den ayrılırken cebine bir avuç toprak koyan bir çocuk. Arkadaşından geriye kalan kırmızı arabaya sahip çıkmak isterken kendini yaralayan bir çocuk. O çocukluktan erken ayrılmak zorunda kalan bir çocuk. Yaşanılan olaylar elbette ki bizi büyütür ve bu olması gereken doğal bir süreçtir. Ama savaşın olgunlaştırdığı çocuklar başka bir şey; tıpkı hani olmaması gerek çocuk gelinler gibi. Çocuklar böyle büyümemeli, böyle olgunlaşmamalı. Beşir cebindeki toprakla birlikte getirdiği bir ıhlamur ağacının tohumunda büyütüyor umudunu. Savaşın olmadığı bir yere gitmiş olmak mutlu olmaya yetmiyor. Çünkü önyargılarla dolu bir dünyada başka bir mücadele kapılarını çalıyor mültecilerin. Neredeyse savaş kadar zor bir mücadele.
İngiliz Yazar Frank Cottrell Boyce bir okul ziyareti sırasında tanıştığı sığınmacı bir öğrencinin bir gece apar topar sınır dışı edilmesine şahit olmasının ardından bu eseri kaleme almış. Benim Adım Hiç Kimse’nin konusu kısa şöyle; Altıncı sınıf öğrencisi Julie’nin sınıfına bir sabah Moğolistan’dan iki kardeş gelir: Chingis ve Nergui. Bundan sonra Julie için hayat değişir. Göç etmekle zaten iki kardeşin hayatı büyük bir değişime uğramıştır. Julie onlarla bambaşka bir yaşamın varlığını görür. Chingis’in ve Nergui’nin rehberi olur. Onların yeni hayatlarına alışmalarında büyük bir destekçi olur. Julie kendisinin onlara çok şey öğrettiğini zannederken, kendinin de ne kadar çok şey öğrendiği bir eserdir Benim Adım Hiç Kimse. Tabii okuyucular da. Bu arada Nergui Moğol dilinde hiç kimse demektir ve büyük kardeş başından Moğol şapkasını çıkarmayan kardeşini böyle tanıştırmıştır arkadaşlarına. Batının Mülteci politikalarına ışık tutan bu eser bir de ödül almış: 2012 Guardian Çocuk Edebiyatı Ödülü. Hak ettiğini düşünüyoruz.
Tarık ve Beyaz Karga isimli eser BM Mülteciler Yüksek komiserliği ile Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nin Isparta’da düzenlediği hikaye atölyesi’nde bir araya gelen ve kendilerini Kutup Yıldızı Kollektifi diyen on sığınmacı çocuğun ortak ürünü bir eser. Somali, Sudan, İran ve Afganistan’dan gelen bu yedi- sekiz yaşlarındaki çocukların bu eseri yaratmadaki başarıları göz ardı edilemeyecek kadar değerlidir. Tarık ve ailesi o çok sevdikleri adalarından, adaya çöreklenen kara bir bulut yüzünden ayrılmalarının ve yeni bir yurt aramalarının hikayesi. Bu yurt arayışlarına rehberlik eden de beyaz bir karga. Tarık ve babası beyaz karga rehberliğinde geldikleri yerde çok sıcak karşılanırlar. Göç macerası bir yere ulaşmakla bitmeyen bir macera. Hayatta kalmanın sadece nefes almaktan ibaret olmadığının herkes farkında belki ama konu kendileri olunca gösteriliyor bu hassasiyet. Bu tarz eserlerin bir gün bizim de başımıza gelebilecek bu durumu anlayıp empati kurmamıza yardımcı olan eserler olduklarını bilmemiz ve onlara gereken ehemmiyeti vermemiz lazım.
Kömür Karası Kitabı Müge İplikçi tarafından kaleme alınmış, Huban Korman tarafından resimlendirilmiş çok naif bir o kadar da hüzünlü bir eser. Salif, kendilerine daha iyi bir hayat yaşatmak amacıyla Fransa’ya giden müzisyen babasının ardından annesiyle birlikte yollara düşen bir çocuk. Yazar Salif’in geldiği ülkeyi “Nehirleri ve göğü ışıkla parlayan” bir ülke olarak tarif ediyor. Salif ve annesi müzisyen babadan uzun zaman haber alamayınca onu bulmaya yola çıkarlar ve Türkiye’ye İstanbul’a gelirler. Bir göçmen mahallesinde yaşamaya başlayan anne oğlu zor günler bekler. Çünkü burada da renklerinden ötürü pek kabul görmemektedirler. Küçük Salif müzik öğretmeninin desteği ile sıkıntılarını müzikle aşar. O da babası gibi yetenekli bir müzisyendir aslında. Eserden bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim, tüm paylaştığım kitaplar ve onlarda anlatılan hikayelerin diğer bir yüzünü belki de ne gerçekçi olanını anlattığını düşündüğüm kısa bir pasaj: “Salif kimliksiz. Ve kimsesiz. Nüfus kâğıdı yok, pasaportu yok ve tabii, oturma izni yok. Hiçbir şeyi yok. Yok yok yok… Okula kaydedemiyoruz. Bir hayalet o. Aslında var olmayan biri…” (s. 71)
Uzak sessiz bir kitap, sadece çizimlerden oluşuyor. Kitabın çizeri, tasarımcısı, her şeyi Shaun Tan, Malezya-Çin asıllı bir baba ve Anglo- İrlandalı bir annenin çocuğu. Babası 1960 yılında Malezya’dan Avustralya’ya göç etmiş ve Shaun, Avusturalya’da ki göçmenlerin bir arada yaşadığı Pert’te büyümüş. Halen Avustralya’da yaşıyor. Çok çeşitli ırklarla bir arada yetişmenin etkisiyle olsa gerek “Uzak” Shaun Tan’ı tanımlayan ve tüm dünyaya tanıtan bir eser olmuş. Beş yıla yakın bir çalışmanın ürünü olan bu çizgi kitapla çizginin gücünü bir daha keşfediyoruz. İlk kez 2006 yılında yayınlanan kitap Hugo, Angouleme Best Comic Book ve Astrid Lindgren ödüllerine layık görülmüş. Çizimlerin her karesinde bin bir emek ve ayrıntının olduğu bu nadide eser kütüphanelerinizin en güzel yerini hak ediyor. Uzaklara gitmeyi, yaşamaya yeniden başlamayı çizgilerle bu kadar güzel anlatmak çok kolay bir iş değil doğrusu.
Uzak isimli eserle seçkilerimizin sonuna geldik. Bu seçkiyi hazırlarken çok zorlandım. Ve yüreğimi burkan birçok eseri araştırmak, incelemek zorunda kaldım. Onları anlatmak yazmak kadar olmasa da zordu.
Mülteci, Göçmen, Sığınmacı ne derseniz deyin, ne isim takarsanız takın onlar sadece insan bizim gibi. Sınırların hakim olduğu bu dünyada sadece sevgi kaldırabilir sınırları ortadan. Sınırların olmadığı bir dünyada sınırsız bir sevgiyle yaşamak umuduyla, iyi okumalar.