Mehmet Narlı’nın Eleştirinin Eleştirisi kitabı Tanzimat sonrası kaleme alınan eleştiri metinlerini yeniden okuma ve anlamayı hedefliyor. Bir bakıma kitaba da adını verdiği üzere eleştirinin eleştirisini yapıyor. Kitap sadece eski metinler üzerine değil. Harf inkılabı öncesine ait metinlerden Yedi Meşale önsözü sonrasında Cumhuriyet’ten günümüze doğru bir seyir takip ediliyor.
Mehmet Narlı, 2018-2022 yılları arasında farklı dergilerde yayımladığı bazı yazılarını Eleştirinin Eleştirisi adıyla bir araya getirdi. Bu kitap, Tanzimat sonrası kaleme alınan eleştiri metinlerini yeniden okuma ve anlamayı hedefliyor. Bir bakıma kitaba da adını verdiği üzere eleştirinin eleştirisini yapıyor. Buradaki ilk eleştiri ifadesi, büyük nispette Türk edebiyatı tarihinde öne çıkan birtakım eleştiri yazılarına ya da poetik metinlere akademik çevrelerin yaklaşımına, ikinci eleştiri ifadesi ise bu yaklaşımların doğurduğu sakat yorumların ele alınmasına karşılık geliyor. Kitabın ilk yazısı “Yıkmak ve Yapmak: Yeni Türk Edebiyatı Eleştirisine Giriş” başlığını taşıyor. Burada Fransız romantikleri ile Tanzimat senelerini dolduran Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Avrupa romantizminin tesirinde kalarak ürettikleri eleştiri metinlerini görüyoruz. Bu yazarların, Fransız romantiklerinin kendi klasik edebiyatlarına bakarken ortaya koydukları eleştiriyi yöntem bakımından aldıkları tespiti ile karşılaşıyoruz. Sözgelimi Hugo’nun klasisizme getirdiği eleştirinin bir benzerini Namık Kemal, klasik Türk şiirine bakarken yapmıştır. Ziya Paşa da “Şiir ve İnşa” makalelerinde Avrupa romantizmindeki millîlik ölçüsünden kopamayarak kırsala dönmüştür. Ancak bu kuşağın sanatçıları için esas ölçü sahih edebiyatın fayda getirmesidir. Nihayetinde eleştiri anlayışlarının temelinde Fransız yazarlarının yöntemi yatar. Bu yazıyı Namık Kemal’in meşhur “Lisan-ı Osmanî...” makalesine dair toparlayıcı bir metin takip eder. Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa”sında olduğu gibi Kemal Bey’in metni de Osmanlı dilinin bozuk, kuralsız ve yetersiz olmasını tartışır. Narlı’ya göre bu dilin bozukluğunun asırlar öncesine götürülmesi ve Farsça’nın taklidine bağlanması konjonktürel ve ideolojiktir. Böylece koca bir bilim ve sanat dili sağlıklı bir biçimde değerlendirilememektedir. Ziya Paşa’nın söz konusu metninde de asıl dikkat çeken, millî bir yazıdan ve halka doğru gitmekten bahsetmesidir. Bunun da kaynağı Fransa’daki millîleşme ve halklaşma sürecidir. Mehmet Narlı, kitap boyunca mücadele edeceği akademik edebiyat eğitiminin bu metinleri yorumlarken, şairlerin ortaya koyduğu görüşlerin “Osmanlı edebiyat dilinin gerçeği olarak kabul edilmesi”ni ve Ziya Paşa’nın Avrupa’daki millîleşme hareketinin tesirine girdiğini hesaba katmamasını eleştirir. Paşa’nın buradaki iddialarını terk ederek Harabat mukaddimesinde “bir şiir tarihi iradesi” ortaya koyduğunu da kitaptan hareketle ifade edelim.
TÜRK ROMANININ EN GENİŞ ARAŞTIRMASI
Kitabın dikkat çekici metinlerinden biri de roman mukaddimelerine dair yazılanlardır. Mehmet Narlı, bu önsözlerin yeterince okunmadığı, bunlardaki görüş, bilgi ve tekliflerle, edebiyat çevreleri hakkında verilen hükümlerin tutarsızlık gösterdiğine dair endişe içindedir. Önsözlerin, yazarlarının edebiyattaki gerçekliğini temsil ettiği inancıyla hareket edilmesini sakıncalı bulur. Narlı’nın asıl eleştirisi bu metinlerdeki yargıların hem talebe tarafından okunmadığı hem de hoca tarafından eleştirel bir bakışla incelenmediğidir. Durum böyle olunca “Namık Kemal’e göre edebiyat faydalı eğlencedir.” sözü hakkıyla anlaşılamayacaktır. Namık Kemal’in estetik romanın kurucusu, Ahmed Midhat Efendi’nin ise masallara modern formlar kazandırdığı ezberini bozmak için ikisinin de roman önsözlerini okumak icap eder. Okunduğunda “romanın tür ve teknik bakımından her şeklini deneyen dünya roman tarihi hakkında araştırma yapan Ahmet Mithat ile örneğin İntibah’ın bölümlerini hâlâ beyitlerle tanzim eden Nâmık Kemal’in romancılığı” kimin “Batılı anlamda Türk romanının kurucusu” olduğunu ispata kifayet eder. Narlı, Cemil Meriç’le ilgili sayfalarında da Efendi’nin değerini teslim eder. Bu vesile ile liselerden başlanarak edebiyat metinlerinin başına getirilen ilk köy, ilk psikolojik, ilk realist roman vs. sıfatlarının akademik camiada yeri olmadığını hatırlatmak gerekir. Tekrar Ahmed Midhat Efendi’ye dönelim. Narlı’nın ısrarla dikkatimizi çektiği metinlerden biri Ahbar-ı Asara Tamim-i Enzar’dır. Efendi’nin bu metni “Türk roman tarihinin en geniş roman tarihi araştırmasıdır.”
EDEBİYAT TARİHİ BOZMASI KİTAPLAR
Eleştirinin Eleştirisi, sadece eski metinler üzerine bir kitap değil. Harf inkılabı öncesine ait metinlerden Yedi Meşale önsözü sonrasında Cumhuriyet’ten günümüze doğru bir seyir takip ediliyor. Bunlara geçmeden önce “Yok Ama Meşhur: Yedi Meşaleciler” başlıklı yazıdan söz açmak kitabın ağırlık noktası üzerinde birkaç söz söyleme imkânı veriyor. Bu kitap, Türk edebiyatı tarihinde, kişi, kurum, makale ya da roman ölçeğinde olsun pek çok edebiyat hadisesine dair cesaretle konuşmak gerektiğini ihtar ediyor. Yedi Meşaleciler diye edebiyat tarihlerinde yer edinen hareketliliğin bu derece söz konusu edilmesi doğru mudur sorusunun peşine düşen bu yazı, ezberleri bozmak amacı taşıyor. Narlı’nın özellikle bu yazıda geçen “Edebiyat tarihi bozması diyebileceğimiz bazı kitaplar” ifadesi, onun Eleştirinin Eleştirisi kitabında mücadele ettiği akademik araştırmaları, sivil edebiyatçıların tarihlerini kastediyor. Yedi Meşale, bu kitaplarda Türk şiirinin poetikasına, biçimine, içeriğine hiçbir katkısı olmamasına rağmen bir şiir hareketi olarak değerlendirilir. Narlı, Yedi Meşale kitabında eseri bulunan sanatçıların tekil olarak konuşulmasına itiraz etmiyor. Bu sebepten olsa gerek Ziya Osman Saba’nın başucu şairlerinden olduğunu vurguluyor. Onun asıl meselesi edebiyat eğitimiyle ilgilenenlerin Yedi Meşale’yi bir şiir akımı olarak göstermesi, üstelik buna bir yığın özellik yüklemesidir. Elde avuçta gerçekten de yedi genç sanatçının ortak hazırladıkları kitaba koydukları birkaç sayfalık bir önsözleri vardır. Narlı, bu metinde yeni bir iddia olmadığını, onları Türk şiir tarihine kazandıracak bir fikir ileri sürmediklerini uzun uzun anlatır. Kitapta bunlar dışında Cemil Meriç’in edebiyat eleştirilerini, Orhan Veli’nin Garip poetikasında neye karşı çıktığını, Cemal Süreya’nın folklor şiire düşman dediği folklorın mahiyetini, Tanpınar’ın bir Türk romanı yoktur sözünün önü ve arkasını tartışan pek çok yazı bulunuyor.
Eleştirinin Eleştirisi, genel kabullerle hareket eden, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaleme alınan edebiyat tarihlerinin dayattığı ezberlerin dışına çıkamayan, var olan metinleri okumadan birtakım hükümleri tekrarlamakla yetinen edebiyat araştırmacıları ve talebelerinin Türk edebiyatı değerlendirmelerinde nasıl bir engel teşkil ettiklerini gösterme iddiası taşıyor. Bu türden hesaplaşma kitapları, yeni söz söylemek, dayatılanı reddetmek arzusundaki araştırmacılara da cesaret verecektir.