İngiliz akademisyen John Sutherland tarafından kaleme alınan Edebiyatın Kısa Tarihi, mit destan ve tragedyaların izini sürerek edebiyat dünyasının geçmişten bugüne yolculuğunu anlatıyor.
Düşünce tarihi, batı düşüncesi, felsefî düşüncenin oluşumu, mit, destan ve dinler tarihi, coğrafya ve bireyin ortaya çıkışı gibi insanlığı ilgilendiren ne kadar olgu varsa hepsi edebiyatın içerisinde. Bilimlerin ve yazılı, sözlü ve görsel sanatların felsefeden koparak müstakil disiplinler hâline geldiği iddiasına daha yakından bakıldığında edebiyatın mı felsefeden doğduğu yoksa felsefeyi edebiyatın mı doğurduğu tartışmalı hâle geliyor. Genel geçer felsefe tarihlerinden üniversitelerde okutulan felsefe derslerine kadar dünyanın oluşumu, tanrılarla ölümlülerin ilişkisi, düşüncenin ilk kıpırtıları Homeros’un İlyada ve Odesa’sından, Aiskhylos’un Promethesi’nden Hesiodos’un İşler ve Günler ve Theogonia’sından hareketle anlatılıyor. Sophokles, Euripides oyunları kader, tanrı, insan ilişkilerinin trajik boyutlarını inceleyerek psikolojinin ve sosyolojinin temellerini atıyor. Platon’un idealar kuramı ya da ardında bıraktığı otuza yakın diyalogun tamamı kurgunun bütün özelliklerini barındırarak kaleme getirilmiş. Theogonia, dünyanın oluşumunu olağanüstü ögelerle kurarak anlatan bir destandan başka nedir? Toprak anadan ayrılan gök tanrı, denizlerin meydana gelişi, tanrılar tanrısı Zeus’un yıkıcı zulümleri, Prometheus’un Zeus’tan ateşi çalarak insanlığa tekhneyi (teknoloji) armağan edişi, bir cezalandırma yöntemi olarak Pandora’nın yaratılması ve o saatten sonra insanlığın tanrıya hileyle yaklaşmasının bedelini umutsuzluğa düşerek ödemek zorunda kalması edebiyat değil de nedir? Felsefesinin, bu düşünce birikiminin edebiyat üzerinden pek çok sanat ve sosyal disiplini doğurduğu iddiası tartışılmaya muhtaç bir iddiadır. Burada, sadece birkaçını andığımız eserler felsefe ve batı düşüncesinin ilk kaynakları olarak gösterilse de edebi olanın bütün özelliklerini içerisinde barındırır. Daha sonraları adına gerçeküstü, sürrerealist, bilimkurgu, büyülü gerçeklik gibi adlar vererek bir tanıma sıkıştırdığımız eserlerin aslı pekâlâ bu mit ve destan metinleridir. Edebiyatın kökenini konuşacak olanların bu metinlere uzanmasıyla felsefe tarihini yazacakların aynı hamleyi yapması bu açıdan zorunlu ve doğaldır.
Yakın zamanda yayımlanan Edebiyatın Kısa Tarihi adlı bir kitabın ilk bölümlerinin mit, destan ve tragedya olması tesadüfi değildir. Kitap, John Sutherland imzalı. Yazar, 1938 doğumlu İngiliz bir akademisyen. Victoria dönemi ve 20. asır romanı özel ilgi alanı. Tufan Göbekçin’in Türkçe’ye kazandırdığı bu eserin ilk intibaı popüler, kılavuz sayılabilecek kitaplar arasında yer edinecek bir rehber olabileceği biçiminde beliriyor. Oysa durum bundan epey uzakta cereyan ediyor. Edebiyatın ne olduğunu kısaca tanımlayan yazar, Antik Yunan metinlerinden başlayarak Marquez’e kadar Türkiye’nin batısında, Amerika dâhil, ne kadar öne çıkan isim ve metin varsa bunları, kitabın kapağında da ifade edildiği üzere, giriş sayılabilecek bilgilerle aktarıyor. Bu, kitabın ansiklopedik tarafı. Bu tarafla tamamlanan bir kitap olduğunu iddia edersek haksızlık olur. Sonlara doğru ele alınan, edebiyatın ırkla ilişkisi, bestseller kitaplar ve ekonomik getiri için yazılan eserler, ödül, festival ve okuma gruplarının işlevi tartışmalarıyla birlikte okunduğunda Edebiyatın Kısa Tarihi’nin edebiyat sosyolojisine de kapı araladığı görülür. Fakat bizce bu kitabın en çarpıcı tarafı edebiyatın tarihini konuşurken aktüel olandan uzaklaşmaması, toplum ve politikadan ayrı, batının siyasi tarihine uzak düşmeden anlatabilmesi. Ummadığınız kısımlarda meseleyi bir anda yüzyıllar sonrasına taşıması oldukça çarpıcı. Yukarıda saydığımız eserlerin ilk kahramanlarından titanların 1912’de batan Titanik adlı gemiye bağlanması buna bir örnek. Yazarın aktardığına göre bu gemi suyla buluştuğunda pruvasında şampanya şişesi kırılmıştır. Bu şarap dökme ritüeli mitik bir eylemdir. Oysa antik dönem metinlerinde titanların başına gelenleri bilenler büyük iddialarla inşa ettikleri bir gemiye Titanik adını vererek baştan “risk” almışlardır.
Edebiyat ve Irk başlığı üzerinde durarak bu kısa yazıyı taşırmadan kitaba daha yakından bakabiliriz. Burada ırk yerine din ya da Yahudilik denseydi daha yerinde olabilirdi. Yazar, batı edebiyatının bazı metinlerinde Yahudilere yapılan “haksızlıkları” ele alıyor. Shakespeare’in Venedik Taciri oyunundaki Yahudi karşıtlığını hatırlattıktan sonra bu büyük İngiliz sanatçının tutumunun devri içerisinde olağan olduğunu hatta onun çoğu kişiden daha az önyargılı olduğunu ifade ediyor, “Yine de rahatsızlık vericidir.” diyerek. T. S. Eliot’un bazı konferans ve şiirlerinden hareketle Yahudi karşıtı bir portreye sahip olduğu, Eliot’un tutumunu savunanlarla reddedenler arasındaki tartışmanın hararetini kaybetmeyeceği söyleniyor. Sutherland, Amerika ve Avrupa edebiyatlarının ırk konusuna yaklaşımında büyük farklılıklar olduğunu “Amerika en başından beri köle gücüyle inşa edilmiştir.” diyerek anlatmaya başlıyor. Irk meselesine yaklaşımda edebiyatın gösterdiği dikkate minnettar olduğumuzu ifade eden yazar bu metinleri okumanın her zaman rahatlatıcı olmadığını da vurgulama ihtiyacı hissedediyor.
Bu “kısa” kitap edebiyatın 2500 yıllık uzun hikâyesini anlatıyor. Ancak insanlığın geldiği noktada, bu milenyum çağında edebiyatın varlığı nereye evrilecek? Bu sorunun peşinde son bölüm. Matbu kitaplar için “bardağı taşıran son damla” e-kitap oldu. “Geleceğin kütüphanelerinde matbu kitap görme ihtimalimiz, otobanda at arabası görme ihtimalimiz kadar mı?” Edebiyatın zaman karşısındaki mahcup, mağlup hâli bir hakikat olsa da bu büyük değişim ortasında insan zihni yaratıcılığını harekete geçirecek ve edebiyatı hiçbir zaman ihmal edemeyecek. Sutherland, edebiyatın yeni şartlara uyum sağlayarak sonsuza dek hayatımızın bir parçası olacağı inancında.
- Kitabın künyesi:
- Edebiyatın Kısa Tarihi
- John Sutherland
- Alfa Yayıncılık
- 2018
- 384 sayfa