Sosyal bilimlerin ortaya attığı teoriler zaman içinde bir klişe hâlini alır. Pek çok akademisyen ve aydın bu klişeyi sorgulamadan yeni durumlara uygulamakta bir beis görmezler. Ama birden teorinin yükselişi ve yaygınlaşması süresince ortada olmayan bir kriz yaşanır ve yeniden “teorinin özüne” dönme ihtiyacı doğar. Ardından, teoriden hareketle yeni bir paradigma inşa edilir, teori yeniden düzenlenir ve şüpheler bir süreliğine rafa kaldırır, her şey normale döner.
Son yıllarda edebiyat çalışmaları alanında da “teori”ye yeniden dönüşün ve teoriyi tekrar yorumlamanın örnekleriyle karşılaşıyoruz. İngilizce konuşulan dünyanın tamamında kurumsallaşmış bir yapısı olan edebiyat çalışmaları, edebiyatın ne olduğu ve ne olmadığı konusunda görünürde güvenli ve sarsılmaz bir temele yaslanmaktaydı. Oysa F. R. Leavis daha 1929 yılında edebiyat teorisyenlerinin bu özgüvenini sorgulamaya başlamıştı.
Yakın zamanda Dergâh Yayınları tarafından yayınlanan Antony Easthope’un Edebiyatın Dönüşümü isimli eseri de, merkezine yukarıda vurguladığımız durumları yerleştiriyor. Yani bir bakıma ortaya çıkan yeni krizleri ve teorinin özüne dönme ihtiyacını. Easthope, çalışması boyunca popüler kültür ve kanonik edebiyat arasındaki ayrıma ve zaman içinde bu ayrımın nasıl bir sınır aşımına uğradığına odaklanıyor. Easthope’un anlattığı süreci, geri bir zamandan takip etmiş olsak da Türkiye’de son çeyrek asırda yaşanan değişimlerden anlayabiliyoruz. Kitle ile seçkin arasındaki o eski sınır gittikçe silikleşiyor ve bu teoriyi yeniden gözden geçirmeyi zorunlu hâle getiriyor.
Peki, ortaya çıkan yeni durum ne ve yazar bu durumu nasıl yorumluyor? Easthope bu ve benzeri soruların cevabını ararken bir dizi başka metne göndermelerde bulunuyor. Özellikle Conrad’ın Karanlığın Yüreği ve Burroughs’nun Tarzan Maymun Adam’ı üzerinden ilginç tespitler yapıyor. Yazara göre Karanlığın Yüreği başından beri edebî kanona dâhil edilmiş bir eserdir. Oysa Tarzan Maymun Adam böyle bir şansı hiçbir zaman yakalayamamış, daha çok kitlelerin okuduğu bir kitap olmuştur. Ancak kitle ile seçkin arasındaki sınırın silikleşmesinden ötürü bugün bu “edebi” ayrımın pek de bir öneminin kaldığı söylenemez. Şimdilerde önemli olan bu metinlerin “edebi” değil “kültürel” temsiliyetleri. Easthope’a göre her iki eserin de artık “kültür çalışmaları” bağlamında okunması ve yorumlanması gerekmektedir.
Edebiyatın Dönüşümü’ünde Leavis ve Eagleton gibi önemli bazı edebiyat eleştirmenlerinden de istifade ediliyor. Leavis’le Eagleton’ın arasında sadece iki nesil vardır. Ancak bu elli üç yıllık süre içinde modern edebiyat çalışmaları ortaya çıkmış, bu çalışmalar akademi tarafından kurumsallaştırılmış, bunlar da krize düşmüş ve şimdi de yeni bir alana, kültür çalışmalarına dönüşmeye başlamışlardır. Kitabında Leavis ile Eagleton’ı birbirinden ayıran tüm gelişmeleri eleştirel açıdan gözden geçiren İngiliz Dili ve Kültürü Profesörü Antony Easthope, eski paradigmanın çöktüğünü, kurama ilişkin semptomatik kriz dönemin artık sona erdiğini, yeni bir paradigmanın ortaya çıktığını savunur. Üstelik bu yeni paradigmanın da yerinin sağlam olduğunu, çünkü kavramları üzerinde hemen hemen bir fikir birliği sağlandığını söyler. Yazarın öne sürdüğü yeni paradigma, “anlamlandırma uygulamaları”dır. Bu yeni alan, daha kapsamlı bir analiz çalışmaları alanıdır ve hâlâ doğum sancıları çekmektedir. Edebî metinlere ve popüler kültür metinlerine yönelik bütünleştirilmiş bir çalışma alanı açmak için bir tür “birleştirilmiş alan kuramı”nı savunan kitap, tartışma yaratma fırsatlarını kucaklar. Kitabın alt başlığı, yazarın da vurguladığı gibi hem bir bildirme kipi (“Edebiyat çalışmalarından kültür çalışmalarına”) hem de emir kipi (“Edebiyat çalışmalarından kültür çalışmalarına!”) olarak tasarlanmıştır.
Eski edebî paradigmanın son yıllarda ne kadar değiştiğini çağdaş eleştirmen Terry Eagleton’ın Easthope tarafından aktarılan şu sözlerinden de anlayabiliyoruz:
“Benim kendi görüşüm en faydalısının, ‘edebiyat’ kavramını, insanların zaman zaman, farklı sebeplerle belli türdeki yazılara verdikleri bir isim olarak görmek olduğu yönündedir. … Eğer bir şey bir çalışmanın nesnesi olacaksa, bu, yalnızca bazı zamanlarda anlaşılmaz şekilde ‘edebiyat’ olarak etiketlenen metinlerle sınırlı değil, tüm bu pratikleri kapsayan bir alan olmalıdır. Ben ileri sürülen kuramlara bir edebiyat kuramıyla değil, farklı bir söylemle karşı çıkıyorum –buna ‘kültür’ densin, ‘anlamlandırma uygulamaları’ ya da birincil öneme sahip olmayan herhangi bir şey densin. Bu söylem, diğer kuramların değindiği nesneleri (‘edebiyat’) içerir ama bu nesneleri daha geniş bir bağlam içerisine yerleştirerek onları dönüştürür de.”
Easthope’un Edebiyatın Dönüşümü edebî olanın da artık kültür çalışmalarının malzemesi hâline geldiğini ve bu durumun zaman içinde yaşanan krizlerin bir sonucu olduğunu iddia eden bir eser. Öyle görünüyor ki “kültür çalışmaları” sosyal bilimlerin her derde deva kavramlarından biri hâline geliyor.