Dünden bugüne “çeviri” ile irtibatımız

04:0015/09/2024, Pazar
G: 15/09/2024, Pazar
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Ahmet Sarı

Çeviri eylemine 2000’li yıllarda, milenyumun başladığı zamanlarda, üniversite talebesi olarak çok genç yaşlarda başlayan biri olarak bu eylemin zorluklarına anbean şahit oldum dersem yalan olmaz. Erzurum Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okuyan, şu da unutulmamalı ki 1984 yılında Almanya’dan gelen kuşak olarak Almancayı anadili gibi bilen, dilde aksanı olmayan bir neslin devamıydık. O dönemlerde metropollere göre taşra addedilen Erzurum’da entelektüel eylem olarak çeviri faaliyetlerine önem verdik. Yine o dönemlerde Erzurum’da ev arkadaşım felsefe bölümünde asistan Ali Utku ile çeviri faaliyetlerinin önemine inanmış, İslami literatürde çevrilen iyi metinler yanında post modern döneme denk geldiğimizden o döneme has ve bizim alanla ilgili kült filozofların çevirilerini öne çıkarmayı amaç edinmiştik. Düşünün 2000’li yılların çok başında Michel Foucault, Jacques Derrida, Hans Georg Gadamer, Novalis, Wittgenstein çevirileri yapıyor, Erzurum’da rahmetli Mahmut Balcı’nın kardeşleri Musa Balcı ve İbrahim Balcı ile birlikte Babil Yayınları’nda, daha sonra Birey Yayınları’nda bu çevirileri yayınlıyorduk. Şimdi Ketebe’ye transfer ettiğimiz Frankfurt Dersleri’nin ilk iki kitabını Peter Bichsel’in Edebiyat Dersleri/ Okuyucu&Anlatıcı ve Jurek Becker’in Dikkat Yazar Var’ını, Jaques Derida’nın Şiir Nedir’ini, Novalis’in Poetika’sını o dönemlerde basmıştık.

Bir çevirmenin yaptığı çeviride elbette iki kültüre de hâkim olması mecburiyettir. Bende bu, Almanca ve Türkçeye tekabül ediyor. Anadili bilmek ve çeviri yaptığınız dilin bütün dil mantığını çözmüş olmak zor olsa da çeviri eyleminin bir süreç işi olduğu göz önüne alındığında bu eylemin ortasında, bu eylem yapılırken bile araştırmalar, etütler, yeni debelenişler ve öğrenmeler yadsınmamalıdır. Zira bir kişinin anadilini mükemmel bildiği ve dili topyekûn kavradığı, hıfzettiği söylenmez. Bu imkânsız bir şeydir. Çeviriyi yaptığı dile ne kadar hâkim olsa da o dilin soyağacı, kültürü, tarihi, farklı cümle içi varyantları, dilin kullanım alanları ve seçenekleri çeviri eyleminin kalbinde bile çevirmenin öğrenme süreci içinde olması gerektiğini zorunlu kılmaktadır. Benim için çeviri bir borçtu. Almanca varsa, çam sakızı çoban armağanı Allah vergisi bu dili Türk aydınlanması için kullanma derdindeydim. 2000’li yıllarda Almancada çokça çeviri olmadığından amatör olarak bu işe atılmış ve motamo, metin odaklı, cümle cümle, çevirilerden kendimi geliştirdikçe anlam odaklı, metnin iki dilde de taşıdığı anlamların esasına inanarak bir çeviri eylemine doğru geliştirdim kendimi. Bu uğurda sayısız edebiyat kuramı, şiir estetiği, poetik metinlerin yanında Ali Utku’nun da varlığını hissederekten büyük felsefi metinlere yöneldim. Klasik çeviri o zamanlarda metni okumak, metni yeniden okumak, metni anlamak ve anlaşılmış metni parça parça Türkçeye çevirmek esasına dayanırdı. O dönemlerde post modern ya da post yapısal filozofların kavramları ve terminolojileri henüz kitap olarak basılmadığından bu terkiplerle yüzleştiğinizde o terkibe Türkçede alternatifini siz bulmak zorundaydınız. Biz de öyle yaptık.

Bu çevirler esnasında elbette devasa hacimli ve disketlerle işlerinizi gördüğünüz Macintosh’un ilk bilgisayarı ile çalışma zamanlarımız da oldu. Erzurum’da ağırlıklı olarak tezler ve önemli resmî belgeler için tahsis edilen öyle he yerde bulunmayan bu ilk bilgisayarların torunlarının çeviri eylemine katılacakları, yapay zekâ döneminin başlayacağı, şifahi ve yazılı çeviri faaliyetlerinin bu kerteye geleceğini o zamanlarda hesap edemezdik. Akademide hoca olduğumuz zamanlarda Google Çeviri’nin amatör ve henüz ikili kültürel çevirileri iyi yapamadığı dönemlere tanık olduk. Bu elbette bir deneme süreciydi. Kaynak dil, hedef dil, çeviri yapılacak metin ile çevirmeye çalıştığınız dile aktarılan cümlelerde sıklıkla hatalar oluşmaktaydı. Bilgisayar daha doğrusu o dönemlerde de primitif yapay zekâ çeviri konseptini tam kavrayamıyordu. Hele de akademide özetler ve abstractlarda başka bir dile örneğin Almancadan İngilizceye çeviri yapmamız gerektiğinde yine de bu bozuk Google Çeviri portalının çevirisini yaptırıyor ama bir uzmana danışmayı da bırakmıyorduk. Şimdilerde elbette bilgisayarlar, yapay zekâ korkunç ilerlemeler kat etti. DeepL, Google Translate ve daha isimlerini sayamayacağımız bir yığın çeviri portalları normal bir insanın kendi zihin gücüyle yapacağı çeviriye yakın, hatasız çeviriler yapmaya başladı. Bilgisayara duygu ve insan hissiyatını ekleme faaliyetleri arttıkça, teknolojinin post-truth çağda amacının bu olduğu görülecek olursa yapay zekâ yoluyla bir dildeki bütün içerik, idiomlar, nidalar, şaşırmlar, argo hepsi bir şekilde yapay zekâya eklenmiş gözükmektedir. Elbette spesifik ancak insanın ve canlı dilin içinde taşıdığı çok uç noktalarda dil oyunlarını yapay zekâ kavrayamaz ise de ileride onu da yapabileceği kanaatindeyim. Everest Yayınları sanırım bundan sonra artık yapay zekâ çevirileri ile de yoluna devam edeceğini dillendirdiğinde bir tartışma ortamı oluşmuştu. Teknolojinin, yapay zekânın hayatımızın maddi alanlarda katkısını yadsıyamayız. Otomobil sanayinde, endüstride, sanayinin farklı alanlarında, nerdeyse elimizdeki Iphone ve androidlerle gündelik yaşantımızda bu yardımları almaktayız. Bugün elimizde cep telefonu var ise dünyada nerdeyse kaybolma imkânımız kalmadı. Googleearth’den, havaalanlarındaki bilgisayara kadar gündelik hayatımıza teknoloji ve yapay zekâ katkı sağlamış bulunmaktadır. Yapay zekânın çok iyi gelişmiş versiyonları ile çevirilerin yapılabileceği, yapılmasında bir sıkıntı olmadığını ama insan zekâsının, bilgisinin, idrakinin bu çevirileri bir çek etmesi gerektiğini düşünmekteyim. Mutlak bir güvenle yapay zekâ çevirilerine itimat yerine bu çevrilerin bir kolaylık olarak görülmesi gerektiğini, çevirinin kabasının bu minvalde yapay zekâ ile yapılabileceği ama bir çevirmenin elindeki bu yapay zekâ çevirisini cümle cümle kendi idrakiyle test etmesi, üzerinden geçmesi gerektiğine inanmaktayım.



#aktüel
#hayat
#edebiyat